Yavuz Sultan Selim Han ve ordusu Mısır seferi dönüşünde, Konya’ya geldiklerinde çok büyük bir fırtına çıkar…
Yerlerden kalkan tozlar havada döne döne göklere yükselirken Sultan, Şeyhülislâm İbn Kemâl Hazretlerine;
“Bu hâl nedir?” diye sorar…
***
Şeyhülislâm İbn Kemâl’de şu cevabı verir;
“Efendim, burası Mevlânâ’nın şehridir… Taşı da toprağı da Mevlevi’dir…
İşte böyle durmadan dönerler...”
***
Şehre döndük elhamdülillah…
İbn Kemâl’in o nefis benzetmesini bir daha müşahede ederek…
Konya Mevlevi şehri…
Dönüşler her daim serbest bu anlamda… Ama tarihin akışı içinde bulunduğumuz dönemde aşk ile ya da aşk için dönen aşk erleri, bugün siyaset cezbesiyle, akçe şıkırtısıyla ruhlarından dönüyorlar…
***
Yine de şehrin uzak coğrafyalarda ve kadim medeniyetler üzerinde kredisi hayli büyük…
Uzak coğrafyalarda yanımızda bulunan insanların kendi şehirlerini tarif etme acziyetini gizlice keyif alarak yaşıyorsunuz… Söyledikleri şehirler muhataplarının ruh halinde bir isimden başka bir şey ifade etmiyor…
***
Bazen tokalaşırken “çat” diye statik elektriklenmeden oluşan çarpma hissi nasılsa, uzak İslam diyarlarında Konya’nın ismi de aynı etkiyi oluşturuyor muhatabınızda… Derin bir saygı ve merakla peş peşe sıralıyor, Konya’nın kendindeki karşılığını…
“Mevlana…”
“Selçuklular…”
“Sultan Kılıçarslan...”
“Sadreddin Konevi...”
“Alaeddin Keykubat...”
“Erbakan…”
“Davutoğlu...”
***
Saydıkları sizden önceki isimler o coğrafyada sizin haminiz ve baniniz oluveriyor… Sizde onun gururlu mirasçısı… O değişken, güvensiz, belirsiz coğrafyalarda hiç beklenmedik, emanlar* alıveriyorsunuz…
Bu şehrin mesajı da adı da hala çok büyük…
Biz ne kadar aşktan uzak, siyaset cezbesiyle, akçe şıkırtısıyla dönsek de, Bu şehir bizden habersiz uzak coğrafyalarda, hala ismi AŞK için sema ediyor…
*Eman; Güvence, himaye, dokunulmazlık