Mahkûmlar, bazen penceresiz, kısıtlı ışıkta, dar alanda, çıplak odacıklarda; kuş gibi atan yüreği, ufuklara, güneşe, sevdaya aç gözü bastırmaya çalışarak, elemle yaşamışlardır herhalde.
Gözler hep uzakları arar; gitmek, koşturmak, tabiatla, insanla engelsiz görüşmek, buluşmak; bir çeşit göz havailiğiyle, bir o yana, bir bu yana eğilmek, nazara etmek, yorulmak diler.
Sanal cezaevlerine de düşebiliriz. Önünüzü eşyalar kaplar, gözünüzü hülya kalabalığı. Birbiri ardınca sıralanmış, sevdiğimiz, ilgi duyduğumuz bir sürü şey...
Göz, burnumuzun dibindekilerle meşgul olur ve bunların hepsi üstün bir önem vermeyi gerektirmez. Seç(il)mek ister.
Eşyayı ayıklamanız gerekir. Gözün önünü açmak. Göz perdelenir çünkü.
Bazen başka gözlükler takarsınız, daha iyi bir görüş için. Lakin o da gözünüzü kapatır, oyalar, belki bir açıdan kör eder.
Basiret için başka özellikler de lüzumludur. Işık, aydınlanma kaçınılmazdır. Bu da sanırım, en çok politikacılara lâzımdır.
Boynumuza asılanlar olur. Kafamızı kaldıramayız. Yerçekiminin etkisi fazladır.
Uykuda, gözleri yumuk gafletle gezenler, özgür, görmüş sayılır mı mesela?
Uzağı görmek için açık alan elzemdir. Çoğu defa, zahire, sureti çeken başka varlıklara, oluşa, cezbedici seslere kapılırız. Göğü, yıldızları, mânâyı kapatan sahte ışıklar vardır.
Uzağı gerçekten görmek ister miyiz, o da ayrı mesele…
Daha doğrusu, öyle bir probleme, gündemimizde(!) yer verir miyiz? Belki zihin kuşatılmıştır.
Görüp geçirdiklerimiz, göz kapaklarımızı ağırlaştıran şekillerin cümbüşü, karmakarışık dünyevî desenler k(abartılar), olay diziler(!) yeter de artar bile.
Uzakları arayıp tarayıp, görüp de ne olacak? Eşyanın yakınlığı, elimizin altındalığı, sınırlar bize kâfi derecede huzur, rahatlık sunar.
Kafa konforu mevcuttur bir kere. İlave bir gayret, zihnî-ruhi çekişme, sancı gerektirmez; ikileme sürüklemez.
Gözün uzaklardaki kararı, tutkusu belki bir maceradır; bilinmezlik, rahatsız edici keşifler, buluşlardır.
Göze bir anlam, vazife yüklemek peşinde miyiz bakalım.
Eşya tarafından kafeslendiğimizin farkında mıyız? Hürriyete ihtiyaç duyar mıyız?
Uzakları görmekle, muhtemelen yeni değerler kazanırız.
Ama her yere, her şeye sokulan, takılan göz, gördüklerinden, söz gelişi simsiyah bir manzaradan, çerçeveli imzalı bir tablodan, varlık mesajlarından, bildirimlerden memnun kalacak mıdır acaba?
Ya da “açık görüşe” herkes itibar eder mi?
Hakikatin peşinden gidenler bulunur mu? Gerçeğin kokusu da tefrik edilir mi?
Azaların hangisi işlevini, hakkıyla yerine getirir.
Hay Allah, uzaklara gittik yine.
Gözün uyanıklığı, ayıklığı hürriyettir.
Uzaklar yakın, yakınlar ırak olur bazen.
Fakat yakını, dip dibe, kucak kucağa olduklarımızı, kiminde yüreğimize büyük bir baskıyla çöreklenenleri apaçık, sarih görebiliyor muyuz? Yoksa kalp gözü, hepten karanlık, örtülü mü?
Doğruya, güzele, adalete bakışımız nasıl; rehber ışıkları hissedebiliyor muyuz?
…
Rıza Tevfik, hicviyesinde haklı mıdır ayrıca:
“Zahirperest olma! Yakın gör yakın
Yezid’in kurnazı Ali görünür
Aman, Çarpılırsın, kendini sakın,
Uğursuz münafık velî görünür!
Hey Rıza! Bu nasıl hikmettir, bilmem,
Ukalâ geçinir bir sürü sersem.
Böyle hengâmede –ben zannedersem-
Akıllı olanlar deli görünür”
Ah şu görü(nü)şler!