"Zamanı ve uzamı aşan bir diyar var. 'Var' demeye lazım olacak 1000 şahitin birisi bile bulunmaz gerçi. Siz diyin 'paralel evren'; öteki desin 'misal alemi'...
Söz konusu diyarı ulaşılmaz ve tanımsız yapan şey, hiç bir faninin, algılamaya dair olan herhangi bir duyargasının, orayı algılayabilecek kadar hünerli olmayışı..." Diye başlayan bir yazı okumanızı isterdim şu anda. Öyle gizemli, mistik ve merak uyandırıcı bir şeyler yazmak isterdim.
Fakat yok. Nerde? Her şey fazlasıyla alışılmış, sıradan ve monoton.
Diye düşünürken... Beklenmedik bir gümbürtü kopuveriyor dışarıda. Kamyon mu devrilmiş, cümlelere ikincil anlamlar mı yüklenmiş, yoksa, bir yeniyetmenin gözü kararmış ateşli öfkesine mi denk geldik acaba? Hemen pencereye koşup dışarıya bakıyorum. Ve gördüklerimi anlattığımda, deli olduğumu düşüneceğinizden adım kadar emin olsam da gerçeğe hıyanet etmeyeceğim ve dürüstlükten rücu etmeyeceğim. Gördüklerimi olduğu gibi aktaracağım şimdi. Ne bir eksik, ne bir fazla.
Etraftaki hayret ve korku dolu kalabalık, kendisini, masumiyetin tüm renklerine bağlayan giysilerle kuşanmış sanki. 'Ufo gören masum köylü' hesabı... Hepsi çok masum o an! Zira gerçekten de ufo görmüşler, zavallılar!
Tanımsız uçan bir cisim çakılmış yere. Gümbürtü ondanmış meğer. Fakat hikaye bu ya, koskocaman cisim, nasıl olduysa hiç kimsenin üzerine düşmeyip, kimseyi öldürmeyecek kadar 'insancıl' davranmış, düşme anında bile. Öyleyse, uzaylılar dostlarımızmış demek, hakikaten.
Yalnız bir dakika, sırf tanımlayamıyorum diye, niye onun Dünya dışından olduğunu söyledim ki ben şimdi? Belki de bir tanımı vardır ve ben bu konuda bilgisiz ve cahilimdir sadece. Hepsi budur. E peki bu düşen 'şey' nedir o zaman? Yoksa çılgın dahimiz ve birtanecik kahramanımız olan Elon Musk, olası yeni bir küresel salgından bizleri koruyup kollayabilmek için bilimsel bir çalışma mı yapıyordu sadece?
O an bu olanları izlemek ve fikir yürütmek, sıkıcı ve gereksiz geldi bana aniden nedense. 'Ben tv izlemem'cilere inat, pencereyi ve perdeyi sıkıca kapatıp öğle kuşağının kalite ve eğlence kokan programlarından birisini açıp, koltuğa yayıldım. Neler anlatılıyordu böyle yine! 30'lu yaşlarındaki kadının, kayınpederiyle olan gizli ilişkisinin konu alındığı, güler misin ağlar mısın'lı köy yeri motifleri ve detayları...
Kendimi tam programa vermiş ve kimin elinin 'aslında' kimin cebinde olduğunu çözecekken, dışarıdan gelen siren ve ambulans sesleriyle irkildim ansızın. Sizi ürküten şeyin ne olduğunu muhakkak bilmek istersiniz. Hemen koşup camdan dışarıya baktım. Ayılıp bayılanlar için ambulanslar gelmişti. Polisler ise, ellerindeki tabancaları, devasa cisme doğru tehditkar bir şekilde yöneltmişler ve bu görüntüleriyle destan yazmaktalardı. Görüntüye bakacak olursak, o an yalnızca korku, panik ve bilinmezlik havası hakimdi atmosfere, o kadar. Olan biten başkaca bir şey yoktu. Hani cismin içinden kocaman kafalı ve gözlü uzaylıların çıkıp indiği yoktu. Şimdilik.
Sonra, son derece yüksek bir teknolojinin eseri olduğu apaçık belli olan bu elips şeklindeki devasa aracın kapısı ağır ve görkemli bir şekilde açılmaya başladı. O sırada 'Batsın bu dünya' şarkısının yayını başladı, cismin içerisinden. Şarkının orjinal hali çalıyordu, Orhan Gencebay'ın sesinden. Yuvarlak formdaki kapı yukarıya doğru açılınca, ışıklı ve parlak giysisinin içerisindeki 'uzaylı'mız belirdi. Nefesler tutuldu. O ise hiç hareket etmeden, öylece durup kalabalığı süzdü bir süre. Fakat emin olmak için gözlerimi kısıp yüzüne iyice baktığımda, onun, televizyon programındaki vukuatlı kayınpederin ta kendisi olduğunu gördüm.
Sonra koltuğun üzerinde uyanırken buldum kendimi. Üst kat komşusunun buluğ çağındaki oğlu, o kadar 'eski' bir şarkıyı bulmuş olmanın kendince haklı sevinci ve coşkusuyla, müziği son ses açmıştı yine. "Düzen bozulmuşsa, ben mi yarattım?" diye bağırıp isyan ediyordu. Açık kalan televizyonda ise çoktan akşam haberleri başlamıştı.