Liyakat konusu, basın(ın) problemleri, Türkiye’nin bitmez tükenmez düzelmeyen türlü sorunları, değişik bakış açılarıyla, edebiyatımızda çeşitli yazarlarca ele alınmış.
Yeni güne bakıp, mukayeseler göndermeler yapınca gülecek miyiz ağlayacak mıyız bilemiyorum ama tebessüme ihtiyacımız mutlak var gibi.
Şimdi biraz da basınımızın hassas noktalarına dokunalım. Aşağıdaki hikâye, meseleyi mizahî bir dille ele alıyor. İsimsiz gazetecimiz anlatıyor:
“... Cumhuriyetten sonra bizim gazetelerimizde basın tarihimize geçmiş olan ilk önemli yanlışlığı sizler de duymuşsunuzdur. Bu yanlışlığın biri şudur:
Gazetenin birinci sayfasında çift sütunluk iki resim çıkar. Biri, bir panayırdaki yarışmada derece aldıkları için boyunlarına kurdele takılmış ineklerin resmi; öbürü de bir inceleme için Avrupa gezisine çıkan büyük adamlardan bir kurulun resmi… Bu resimlerin altına yazılar ters girer. Uçağın önünde objektife kasılarak poz veren inceleme kurulunun resminin altında şu yazı: ‘…Panayırı’nda besili ve çok süt veren inekler arasında yapılan yarışmada derece alan ineklerin sahiplerine mükâfatları dağıtılmıştır. Yukarıdaki resimde, derece alan yerli ve besili ineklerimizden bir kısmını görmektesiniz.’
İneklerin resminin altında ise şu yazı var: ‘….incelemesinde bulunmak üzere Avrupa gezisine çıkan heyetimizin resmi görülmektedir.’
Mesleğe yeni girmiş her genç gibi, gazetecimiz her işi yaparım deyip öne atılmaktadır. Bir gün gazetenin bugün milletvekili bulunan başyazarı onu çağırmıştır; bir konsere davetlidir fakat gidemeyecektir. Ve bir konser eleştirisi yazmalıdır. Konser programını kahramanımıza uzatır, “Bak oku, ona göre yazıver bir şeyler” der. İşin bir başka zorluğu ise, herhalde konserin övülmesi gerektiği gibi, gazetede gece saatlerinde çalıştığı ve eleman sıkıntısı olduğu için mecburen konserin görülmeden yazılması icap ettiğidir.
“Konser programını bir kaç kez okudum, hiç bilmediğim Çince bir yazı olsaydı belki bir şeyler sezebilirdim yine, ama programdaki yazılardan hiçbir şey anlamadım; konçerto… allegro… opus… do minör… solo… Çaykovski ve daha bilmem neler…
‘Ya Allah bismillah’ deyip giriştim yazıya: Konser olağanüstü parlaktı, şöyle parlaktı, böyle parlaktı ve o kadar parlaktı ki dille tarifi mümkün değildi. Yarabbi, o ne ilahi müzikti!.. Piyano çalan kadın bir harikaydı, aşk olsun, demek bu piyano böyle de çalınırmış. Musiki ruhun gıdasıdır derlerdi de inanmazdım, ama dün geceki konserde ruhum gıdasını alınca sözün doğruluğuna inandım. Dinleyenler mest oldular; o ne opus ikiydi canım, hiç böyle bir opus iki dinlememiştim. O güne kadar dinlediğim en güzel opus iki…(Körkütük bilgisiz, hiçbir şeye anlamıyor demesinler diye birazcık da yermek gerekli ya…) Yalnız bu opus iki o kadar olağanüstüydü ki bana biraz opus ikibuçuk gibi gelmişti. Ya ‘do minör’e ne buyrulur. O da ne do minördü yahu! Bravo! Yalnız, piyano az bir şey akortsuz gibi gelmişti bana….
… Bu yazı benim gazetecilik hayatımın ilk başarısıdır. Çünkü konser eleştirisiyle bizim gazete bütün öteki gazeteleri atlatmıştı. Öbür gazetelerin birinci sayfalarında küçük bir haber olarak, konserin geri bırakıldığı bildiriliyordu. Oysa ben geri bırakıldığı için verilmeyen bir konserin eleştirisini yapan dünyada ilk gazeteci olmuştum.”
Hikâye boyunca, maceralar ve gazeteden kovulmalar birbirini kovalar.
Lâkin “Görmediği insanlardan bile demeç alabilen böyle parlak bir gazetecinin ziyan olması yazıktır, bizim gazetede çalışsın” diyen bir gazete patronu onu işe alır.
Zamanla “başarısıyla” daha büyük gazetelerin kadrosuna geçer. Yeni görevi, “Trenle İstanbul’a gelecek olan İçişleri bakanından, diğer gazeteleri atlatıp özel bir bildiri almasıdır”
Bu vazifesinde de muvaffak olur; bakan ‘polis kadrosu genişletilecek, kaliteli polis yetiştirilecek’ diyordu mesela. Ona göre ‘Memleketin hiçbir köşesinde asayişsizlik yoktu, karakollarda vatandaşa hiçbir zaman dayak atılmamıştı. Polislere daha iyi maddi olanaklar sağlanacaktı, yeni ve modern kıyafetler yapılacaktı. Bakan bazı posbıyık ve sakalları uzamış polisler görmüştü, polisin posbıyık bırakması yasak edilecekti. Ertesi gün, yaptıkları haberle bütün öteki gazeteleri şakır şakır atlatmışlardır. Ancak o günde de gazeteleri kapatılmıştır. ‘Sebebini basın tarihine bir belge olsun’ diye gazetecimiz şöyle açıklar:
“ İçişleri bakanının özel bildirisinin çıktığı gün, gazetede bir cinayet haberi yer almış. Bir de satışı arttırır diye ‘münasebetsiz’ denilecek bir tercüme roman tefrikası vardı. Bu üçü, yani bakanın sözleri, cinayet haberi, o roman, aynı yazı içinde satırlar karışarak birbirinin içine girmişti. Ama öyle ki bu karışıklığı birisi bile bile yapmış gibiydi.
Sayın içişleri bakanımızın gazetemize özel demeci:
‘Zırıl Şakir namı ile maruf azılı sabıkalılardan, sayın içişleri bakanı beyefendi, bir müddet İstanbul’da incelemelerde bulunmak üzere dün ekspresle şehrimizi teşrif etmişlerdir. Dün işlenen bu feci cinayetten sonra, trenden Pendik’te inen içişleri bakanımız, gazetemize özel bir demeç lütfederek ezcümle demiştir ki: ‘Metresim Kalın Melahat’ın başka dalgaları olduğunu bana söylediler. Çoktan beri arkasını kolluyordum. Memleketimizin her köşesinde tam bir asayiş hüküm sürmektedir.’ Korkunç cinayeti geçirdiği bir kriz sonunda işlediği anlaşılan sayın içişleri bakanımız, bilhassa polis kadrosunun ihtiyaca kâfi gelmediğini, öldürdüğü kadınla altı aydan beri(..) hayatı yaşamakta olup, vaka gecesi aniden eve gelince kapının arkasından Janet’in iniltisini duydu. Anahtar deliğine gözünü uydurunca, Janet’in ‘Frank… Yavrum Frank.. Sen hayatımın tek erkeğisin…’ diye inlediğini gözleriyle görmüştü. Birden deliye dönerek, muhabirimizin bir sorusuna cevaben, ‘Vatandaşlarımızdan polise yardımcı olmalarını rica ederim’ demiştir. ‘Bilhassa gazetenizde bu noktayı ehemmiyetle tebarüz ettiriniz ki, hareketlerinden şüphelendiğim Kalın Melahat’ı üç aydan beri takip etmekteydim. Dün gece içtikten sonra eve gelirken yaptığım teftişte, sakalları uzamış ve posbıyıklı bazı polisler gördüm. Emniyet teşkilatına bundan böyle polislerin bıyıklarını tıraş ettirmeleri tamim edilmiş olduğundan dehşete kapılan Moris, nişanlısı Janet’i, Frank’ın kolları arasında görünce ürperdi. Janet’e : ‘Polislerimizin hayat şartlarını düzeltmeyi düşünmekteyiz’ demiştir. Muhabirimizin polis kıyafeti hakkındaki bir sorusuna da, Frank Janet’i iterek, ‘Polislerin daima traşlı olmalarını’ söylemiştir. Çünkü cinayetten sonra katil kaçmak istemişse de, Sayın İçişleri bakanımız, ‘Masadaki ekmek bıçağını aldım, ondan sonrasını hatırlamıyorum’ demiştir.”
“Gazetemizin bu karmakarışık olmuş yazı yüzünden kapatıldığını bugüne dek kimse bilmiyor. Çünkü gazeteyi ilgili makamlardan başka kimsenin, hatta sahibinin bile okuduğu yoktu. Onlar, başyazıda hükûmet çok ağır eleştirildiği için gazetenin kapatıldığını sandılar.” (Aziz Nesin’in, “Fi Tarihinde Bir Gazete Nasıl Kapatıldı” hikâyesinden. )
Allahtan, bizim hem basınımız hem de iç-dış orta(lık) işlerimizde böyle karışıklıklar garabet durumlar yok.