Yakın bir tarihte, Üsküdar Belediyesi, muhafazakâr Başkan Mustafa Kara’nın öncülüğünde; bazı ABD’li diplomatlara, Karagöz-Hacivat elbisesi, fes giydirip, iftar çadırında vatandaşa yemek dağıttırdı.
Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon, Büyükelçi Francis Ricciardone ve İstanbul Başkonsolosu Scott Frederic Kilner şirinlik muskası takılarak, sevimlileşip ehlileştirildi. Seviyeli birliktelikten kareler, kamuoyuna iftiharla takdim edildi.
Sahneye de çıkan -aslında hiç inmeyen- Amerikalı dostlarımızdan dinle diyanetle ilgili hoş sözler işittik.
Irak’ta, Afganistan, Libya’da katliamlar yapan, Müslüman kadınların ırzına geçen, Kutsal Kitabımızı tuvalet kâğıdı mesabesinde gören, şehitler üzerinde defi hacet eden, Guantanamo Ebu Garip gibi zulüm haneleri tarihe geçiren müttefiklerimize böylece biz de iyi niyet ve kardeşliğimizle mukabelede bulunduk.
Yarın kuşkusuz bazı çocuk büyüklerimizle birlikte, meşhur Amerikan şefkat, muhabbetiyle bizi de yakalayıp sarılıp öperler.
Her telden, her perdeden bir temenna, ululama gösterisi, edebi(!)
Bir süre önce de Diyanet İşleri Başkanı, Fener Rum Patriği Bartholomeos'u ziyaret etmişti mesela. Ve onu ancak patriklik binasının ikinci katındaki asansör kapısında karşılayabilen yüce şahsiyetten; “Ruhban okulumuzun tekrar açılması doğrultusunda yaptığınız açıklamaları memnuniyetle izliyoruz, size şükranlarımızı arz ediyoruz.” şeklinde “Aferinler” , “Pekiyiler” almıştı.
Böylesi takdirler(!) önemlidir, ufuk açar, adama yol aldırır, sıçratıp havalandırır.
İslâm ve Türklük düşmanlarının, Ramazan’a da bulaşması manidardır. İyi tanımamız gereken, çorba dağıtan el; günümüzdeki inanç çorbasını hatırlattı. Noel, Sevgililer Günü, Paskalya nasıl bizimse; Ramazan da onların oldu. Sanki kırmızı çizgiler koyduk da n’oldu?
Maddî-manevî bütün sınırlarımızı açıverir, üç dinden de alıntılar yapar, bulamaç bir dinin adını “İleri Yeni İslâm” takıveririz olur giderdi.
Acaba öne çıkarılmaya, kuvvetlendirilmeye çalışılan kimin nüfuzu, otoritesiydi?
…
İnce mesajlar vardı olayda.
“Ben inancınıza bile müdahale edebilirim. Üstteyim. Tepedeyim. Her yerdeyiz. Her şeye yeteriz. Sadece salata, çorbanızın, en mübarek ayınızın değil; idarecilerle iç içe, inancınızın, kalbinizin içinde. Derin, stratejik, girift ilişkilerde. Biz bize, diz dize, amentünüzde”.
“Uyarsanız, koyun-kuzulaşır melerseniz, kullaşır pullaşırsanız dünyanız âbad olur”.
Öte yandan Obama’nın beyzbol sopalı fotoğrafını da unutmayalım. Dikkat edin; bugün aş dağıtan yumuşak el, yarın sopayı da kafanıza sırtınıza geçiriverir.
Muzafferleri iyi takip etmek, söylediklerini acele edip ikiletmemek, mankurt çuvalını baştan çıkarmamak gerek.
Bu hengâme içinde, daima İslâmiyet’e şekil verilmeye çalışılıyor farkında mısınız? Soluk, cazibesini yitirmiş, sinik ve dermansız; kahramanlarından, hakikî liderlerinden, kılavuzlarından mahrum bir din.
Tut(un)amayacağınız, güya en kuvvetli olduğunuz zamanlarda bile ancak izin nispetinde yaşayacağınız, hudutları çizilmiş, buyruklarla yönlendirilmiş; başka inançlarla sulandırılıp karıştırılmış, ikide bir yabancı düşüncelere kaçış ve dalış yapacağınız, kuşatılmış, nihayetinde iddiasız “seraplaştırılmış” bir İslâm.
Sallantılı, bir o yana bir bu yana, ileri geri kayacağınız salıncak. Sağa sola atıp tutacağınız, sabitesini, özünü yitirmiş bir oyuncak. Bir lâf, safsata, cambaz kalabalığıdır ayrıca: “..dır..dir..cek cak.. dâim havaya bak”
Zihnimizi donattılar(!), ruhumuzu da Amerikan boyasıyla kazıyacaklar.
Dualarımızın yeri göğü tutması gerektiği, bir an önce uyanmayı dilediğimiz garip, ağlamaklı zamanlardır.