"Ümmet fikri öldü mü" yoksa "Ümmet fikri öldürüldü mü?"
Hangi soru doğrudur, size göre?
Ya da her iki soruda mı yanlıştır?
Çünkü her iki soruya verilecek cevaplar aynı anda Müslümanların ümmetçilik idealin ölüp ölmediğini de belirleyecektir.
28 Şubat sürecinden bu yana geçen yaklaşık 28 senelik zaman diliminde Türkiye’de Müslümanlar arasında Ümmet fikrinin öldüğünü dile getirenler bu düşünceyi aynı zamanda "İslamcılık öldü" anlamında kullanıyorlar.
Yine aynı süreçte Müslümanlar arasında Ümmet fikrinin öldüğünü dile getirenler de bu düşüncelerini "İslam Ümmetçiliği fikri öldü" anlamında kullanmaktadırlar.
İslam’ın Kurucu nesli olan Sahabe Neslinden(ra) bu yana pek çok kişi ve ekonomik veya siyasi yapılanma Müslümanlar arasında birliğin ve dirliğin esası olarak görülen ümmet fikrini yok etmek istemiştir.
Sonunda 20. Yüzyılda bu fikirlerini insanların zihinlerini işgal ederek gerçekleştirme yoluna gittiler ve başardılar.
Son iki yüz yılda Ortadoğu’da olan bitenlere bakınca Müslümanların sadece toprakları işgal edilmekle kalmamış, zihinleri işgal edilerek Müslümanlar arasındaki kırılmaz bağ gibi görülen ümmet bağı kırılarak Müslümanların birbirinin boğazına sarılmaları sağlanmış ve ümmet fikriyatı tarihin karanlıklarına terk edilmiştir.
Afganistan’dan Suriye ve Irak’a kadar, Mısırdan Cezayir ve Tunus’a, İran ile Azerbaycan’dan Türkiye’ye kadar bu ölümcül ve ölümlü savaşı kurgulayanlar tarihin hiçbir döneminde bu topraklarda hayatiyet bulamayan fitneyi maalesef Müslümanlara normal bir durum gibi kabul ettirmişlerdir.
İslam Ümmetinin hâkim olduğu topraklara fıtratlarına ve inançlarına en yabancı olan bir düşünceyi, en aykırı olan bir tezi ve en çok yıkıma sebep olan projeyi uygulayabilmek için zihinlerdeki işgal hareketi ile bu topraklardaki İslam’ın varoluş şartlarını iptal etmeye çalışmalarının sonucunda Müslümanlar ümmet değil mozaikten ibaret olduğuna ikna edilmişlerdir.
Irk üstünlüğüne dayalı milliyetçilik temelli kalkışmalar ile birbirilerini boğazlama konusunda kendilerini haklı göstermek için bunca asır geçerli bir değerler manzumesi olan ümmet fikrinin öldüğüne inandırılan Müslümanlar için ulus, kavim, mezhep, aşiret düzeyinde bir ayrışmanın da normal olduğunu kanıksamışlardır.
Bu kanıksama ile ideal ve fikir yanında Müslümanların elinden adına Sahih Sünnet denilen dini tecrübe de ellerinden çekilip alınmıştır.
Bu kayıp sonucunda müstevli ve işgalciler eliyle çizilen sınırlar içinde militan seküler baskıcı efendilerinin istediği şartlarda yaşamaya zorlanan Müslümanlar ilk 25 yıl içinde başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyası genelinde bir arada yaşamanın mümkün olmadığına ulus eksenli parçalanma üzerinden inandırılmıştır.
Müslüman coğrafyalarda ümmet bilinci ve ümmet fikriyatı öldü diyenler diğer taraftan Anadolu topraklarında mezhep eksenli parçalanmalar türetmeye çalışmışlar ve bunun içinde cetvelle çizilmiş sınırlar içinde tüm çeşitleriyle milliyetçi ve ulusçu devletçikler oluşturmuşlardır.
Müslümanların oluşturduğu devletler Müslümanları ümmet fikrinin öldüğüne ikna etme açısından kendilerinden beklenenden daha fazla performans göstermişler ve tıpkı şu anda sergilenen siyasi programlarla fiiliyata da dökülen görüntülerin oluşmasına neden olmuşlardır.
Bir kez daha ve ısrarla ifade etmek gerekirse "İslamcılık öldü" düşüncesine sahip olmak dinin temel rüknünden biri olan İslam dayanışması idealinin Müslümanların elinden alınmasıyla eşdeğerdir
Ümmet bilincinden rahatsız olduklarını ifade eden ve daha ileriki aşamada ümmet düşüncesinin kaynağı olan İslam Dininin gerçekleşmesi mümkün olamayan bir ütopyadan ibaret olduğunu iddia edenler bu güçlerini savunduklarını iddia ettikleri bu toprakların özünden değil, üzerlerinde uluslararası stratejik hesaplar yapan küresel cazibe merkezlerinin maddi varlığına borçludurlar.
FARKINDA MIYIZ?
Ümmet düşüncesinden sıyrılarak bağımsız birer ulus devlet olacaklarına inandırılan insanlar olan neo-İttihatçılar ile neo-Osmanlıcıların aynı tekelci pragmatizmden beslenen mütekebbir bir egemenlik kurmaktan başka bir maksatlarının olmadığı ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Birbirine zıtmış gibi gösterilmeye çalışılan jeo-stratejik bakış son iki yüz yılda bu coğrafyada kavim, ulus, mezhep eksenli parçalanmadan başka bir sonuç oluşturmamıştır.