İslam’ın yeniden yorumlanması iddiasında olanların en önemli fakat sürekli olarak görmezden geldikleri sorun ulema ümera ittifakının nasıl sağlanacağı konusudur.
İslam dünyasında ulemanın devletle olan ittifakında ümeranın söz sahibi olmasını isteyenler olduğu kadar ittifakın ulemanın riyaseti altında olması gerektiğini iddia edenler olmuştur.
Özellikle devletin meşruiyeti konusunda başlayan farklılaşma İslam milletlerinin ilerlemesinin en büyük engeli olarak görülmektedir.
Ulema ve ümera ittifakındaki en büyük handikaplardan birisi din devlet ilişkilerinin dünyaya dönük yüzü olan ekonomi uygulamalarıdır.
Dünyadaki halkı Müslüman olan ülkelerin son iki yüz yılda yaşadıkları siyasi ve ekonomik krizin temelinde ulema ümera ittifakının olmaması yatmaktadır.
Çünkü İslam’ın hükümlerinin yorumlanıp toplumdaki ekonomik canlılığı koruyabilmek için yapısal faktörleri de dikkate alarak yeni ortaya çıkan meseleleri çözecek olan güç devlet ve ilim birlikteliğidir.
Toplumdaki ulema ümera işbirliği bir taraftan topluma yeni ekonomik güç sağlarken diğer taraftan da israf adı verilen zulmü elbirliği ile ortadan kaldırmaktadır.
Toplumsal bozulmada ümera ve ulemanın yanında, seyfiye denilen askerler ile ağniyâ denilen zenginlerin de payının bulunduğunu söyleyenler bu noktada haklıdırlar.
Bazı toplumların bozulmasında bu dört sınıf zümrenin sahip oldukları nimetten dolayı kibre kapılıp insanları küçümsemelerinin alçakgönüllülük ve yardımseverlik gibi davranışları göstermemelerinin toplumda kutuplaşmalara sebep olmasını bozulmanın başlangıcı olarak görmektedirler.
Farklı davranışlar birbirine geçmiş olsa da bozulma olan toplumlarda genelde İlim adamlarında kibir, İdarecilerde adam kayırma denilen toplumsal zulüm, zenginlerde fakirlere karşı tepeden bakma, askerlerde ise devleti yönetme isteği belirgin olmaktadır.
Bu hatalı davranışlar görülmeye başlandığında hâkim vasfı adalet olması gereken devletin belli aşamalardan geçtikten sonra adı demokratik de olsa belirleyici bir zorbalık olmaktadır.
Müslümanların pasiflikten kurtulup bu 4 zümrenin bozulmasının sonunda toplumu ifsat etmemesi için kendilerine Maide Suresi 62 ve 63. Ayetlerde verilen ilahi emri yerine getirmeleri gerekmektedir.
“Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür! Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri fiiller ne kötüdür!”
Ulemanın ümeranın yaptığı haksızlıklar karşısında sessiz kalmayıp onları önlemek için uyarması, yalan söylemelerine ve haram yemelerine rıza göstermeyip bunu engellemek için suskun kalmamalarını emreden bu ayeti kerime aslında sadece ulema değil tüm Müslümanların görevlerini ortaya koymaktadır.
Ümeranın yaptığı yanlışlara karşı çıkmayıp mal ve can kaygısıyla suskunluğa bürünen din adamlarını ve âlimleri kınayan bun ayeti kerimeden ilk anlaşılan şey bu tür davranışların kötülüğünü haber vermek bir yana ulemanın suskunluğunun halkın ahlâkının ve dininin bozulmasına sebep olduğu için asıl sorumlu olduklarını beyandır.
FARKINDA MIYIZ?
Selefi Salihinimizden (rha) bu yana tüm tefsir sahiplerinin ortak beyanıyla Kur’anı Kerimde ilim sahiplerine yapılan uyarılar arasına en sert ifadenin bu ayette olduğu bildirilmiştir.
Emir sahiplerinin günah işlemekte ve haram yemek bir yana en küçük bir yanlışlarında bile karşısına dikilen âlimlere baktıkça bir de şimdilerde sultan sofrasına oturmaları dolayısıyla fetvalarına itibar edilmeyecek olanları görerek bile ulemanın gerçeğini sahtesinden ayırt edebilirsiniz.
Hala olan bitenlere bakıp da nasıl olacak diyenler olabilir.
Mezhep İmamımız İmamı Azam Ebu Hanife(ra) gibi bir örneğimiz var bu konuda.