Bundan aşağı yukarı 1 sene önce yazdığım bir yazıyı, onu yazarkenki ruh halimi ve düşüncelerimi bugün çok net bir şekilde hatırlıyorum. Yine böyle mayıs ayının sonlarıydı…
Korona salgınıyla tanışalı henüz 2 ay gibi bir zaman geçmişti. ‘henüz’ diyorum ama aslında ancak şimdi düşündüğümde bunun ne kadar kısa bir süre olduğunu anlayabiliyorum. O zamanlar bunun başlı başına çok fazla olduğunu düşünüyor ve “e yeter artık!” diyordum. Şımarıklık işte! Ne bilirdim o günlerden 1 sene sonra bile bugün hala bunu yazıyor olacağımı?
1 yıl geçti aradan. Söylemesi kolay. Dile gelen bu kolaylık, yaşanırken anlamını tamamen kaybedip sıkıcı ve dar bir boğaza dönüştü hepimiz için. Tabi şeytanın tuzağına düşüp de şikayetçi, isyankar ve memnuniyetsiz bir kişiye dönüşmemek lazım bir yandan da. Biliyorum. Ah ben neler biliyorum!... Bir, bu salgından ne zaman tam anlamıyla kurtulacağımızı bilemiyorum işte…
Geçen yıl yazdığım, bahsettiğim o yazıyı çok iyi hatırlıyorum yalnız, dedim ya. Karanlık ve yalnızca yıldızların ışığıyla aydınlanan, göz alabildiğine geniş bir boşluğun, galiba bir çölün ortasında olduğumu yazmıştım. Tek başıma. Sanırım sosyal mesafe ve karantina kavramlarıyla yeni yeni tanışmış olmanın verdiği garipseme, yalnızlık, kopukluk ve karamsarlık hislerinin içindeydim o sıralar. Hoş, şimdi de tüm bunlardan uzakta değilim aslında ama o ‘garipseme’ kısmı, tanıdık ve alışılmış bir şeye evrildi sadece. Yalnızlık, kopukluk ve karamsarlık duygularıyla artık daha fazla tanışmış ve haşır neşir olmuş olmak, iyiye mi yoksa kötüye mi alamettir, bilemiyorum gerçi. Neyse. Şunu diyecektim ki, o uçsuz bucaksız karanlık çölde, elimde bir uçurtma ipini duyumsadığımdan bahsetmiştim. Aniden. Hani 1 Haziran’da kısıtlamalar kalkmış ve özgürlüğe doğru küçük ve ürkek bir adım atmıştık ya… İşte o günlerin bir armağanıydı o uçurtma. Fakat o uzun ipin ucundaki, karanlıkta gözlerimin asla seçemediği uçurtmanın başına gökyüzünde nelerin gelebileceğini bilemeyip endişe hissine kapılıyordum. Hani yasakların gevşetilmesinden çıkacak sonuç ne olacaktı acaba, hesabı… Tabi hikayenin sonundaki hezimeti de hepimiz biliyoruz ne yazık ki. Yeniden artan hasta ve vefat sayılarını; uçurtmanın vurulmasını.
Aradan yıl geçmişken, neden şimdi tutup da eski bir yazımdan bahsettiğimi soracak olursanız, kısıtlamaların kademeli olarak esnetilmesi için anılan tarihlerden birisi de yine 1 Haziran, biliyorsunuz. Çağrışımıyla tüylerin diken diken olmaması işten bile değil şimdi! Yine aynı uğursuzluğu, yeni bir dalgayı yenilgiyi ve kabusu yaşar mıyız? Ne bileyim, 1 Haziran deyince… Aa ama bir dakika! Bu kez aşılarımız var, değil mi? Uçurtmamız, karanlık, meçhul ve riskli bir gökyüzüne yükselmeyecek bu defa. Hem biz de, daha fazla örselenmiş ama daha çok öğrenmiş ve böylece gardlarımızı almış kişilere dönüştük. Geçen yılki acemilik, yerini savaşkanlığa bıraktı.
Bu kez 17 Mayıs’ta ipini avuçlarımızın içinde hissetmeye başladığımız uçurtmayı, 1 Haziran’da biraz havalandırmaya başlayabileceğiz. Aniden gökyüzüne salıvermek değil de hafif bir yükseltme sadece bu kez. Sütten ağzı yananların yoğurdu üfleyerek yemesi gibi, daha temkinliyiz şimdi. Kademe kademe yapmalı bu işi. Gerçi üflenen de hala yoğurttan sayılmaz tabi, salgın henüz durmamışken. Ağız yakan sıcak bir süt var yine… Ama dedim ya, aşılarımız var bu defa. O uçurtmayı bilim ve teknolojiyle bezeyen, daha teçhizatlı bir araca dönüştüren güç. Drone mu desem ona bu haliyle, hani, kameraları olan ve böylece kontrol şansını bize veren şeyler? Olabilir.
Hal böyleyken aşı karşıtlarına az da olsa halen rastlanabiliyor, evet ama doğru bilgiyi edindikçe bu cahilce inadın da tamamen kırılacağını düşünüyorum. Bu kez uçurtmamızın başına gökyüzünde kötü işlerin açılmayacağını sanıyorum.
Uçurtmayı vurmasınlar!