TV Sohbetinde Arkadaşlık ve Dostluklar

Ahmet Güldağ

Telefondaki ses “KonTV den arıyorum Çarşamba günü Gün Işığı programına davetlisiniz. Bekleriz” diyordu.

Konya’nın ileri bir yayın içinde önde gelen Yerel TV olarak başlarken Bölge, son zamanlarda da ulusallığa adım atma gayreti içinde olan Kon TV’nin “Gün Işığı” program sunucusu Sayın Zehra Çetin Eroğlu hanımefendinin daveti oluyordu.

Kon TV’nin yayın programına baktığım zaman “Merhaba gazetesinin emektar köşe yazarlarından… Ahmet Güldağ GÜN IŞIĞI'nda...

Konya'nın tarihinden günümüze gelinceye dek yaşadıklarını tozlu raflar arasında bulmaya, geçmişin ayak izlerinden yola çıkarak günümüzü yakalamaya, geçmişle bu günü yaşanan çarpıcı gelişmelerle buluşturmaya çalışacağımız bu doyumsuz sohbeti sakın kaçırmayın.” denilmekte idi.

Demek ki yaşamımda ki geçmiş hayatımdan sorular olabilecekti buna göre hazırlanmış oldum.

***

Program başlaması ile bendenizin Merhaba gazetesinde başlayışını soran sunucu Sayın Eroğlu’na;

“Merhaba’dan evveli olarak 1954 yıllarında başlayan basın ile ilgim olmuştu. O yıllarda TSMM cemiyeti başkanlığı yaparken Konya’da ilk yüksek okul olabilecek Akşam Tekniker Okulu açılması için uğraşımım vardı.

Konya’da yayın yapan Yeni Meram, Yeni Konya, Demokrat Konya, Şehir Postası ve Işık gazeteleri ile haşır neşir gibi haberlerim, ilgilerim oluyordu.

Cemiyet sayfası olarak gazeteler sayfa yapımıma da açık oldular. Bu arada Yeni Meram’ın değerli gazetecilerden olan Yazı İşleri Müdürü Rahmetli Tacettin Öney teklifte bulundu;  “Sayfa hazırlamada ne güzel makale gibi yazılar serdediyorsun. Gazetede makale yazısı da yaz” diyerek teşvik etmesine ‘Bilmem ki olabilir mi?’ demiştim ama “Konya Üvey Evlat Muamelesi Görüyor’ başlıklı ilkyazım da. “… Osmanlı Devletini Bilmiyorum ama Cumhuriyet devrindeki bütün hükümetler Konya’yı Üvey Evlat gibi görüyor…” cümlesini o gün Öney’in yerine bakan çok değerli ve Rahmetli Mustafa Ataman..

Gazetenin DP taraftarı olması dolayısıyla mahsurlu görerek “Ahmetçiğim. “Bütün hükümetler” yerine, “geçmiş hükümetler” olarak değiştiriver” demişti.

Gençlik ateşi ile sertçe “Bu yazı ya aynen girer ya da hiç girmez” münakaşası içinde Gazetenin Babacan sahibi Rahmetli (Takva) Ahmet Bahçıvan girip ne oluyor deyince olayı öğrendi.

Yazıyı okuyan rahmetlinin yüksekçe “Di len di. Yalan mı söylüyor? Doğrusunu yazmış yayınlayın” demesi teşviki sonu benim köşe yazısı yazmama vesile oldu.

Yazılarımda hep Konya meselelerini ele almıştım ama 1970 de memur sınıfına geçince yasaklık neticesi yirmi yıl yazmasam da basınla sohbetim eksik olmadı.

Konya Postası gazetesi sahiplerinden Sayın Süleyman Alagöz “Siz yıllar evveli Makale yazıyor muşsunuz? Devam etmez misiniz? Sayfamız açık” demesi ve kanunen mahsurlu olmadığını öğrenmemle yeniden başladım.

Karayolları 3. Bölge yol yapım Başmühendisliğinde de çalışmam dolayısıyla Konya – Antalya yolu ve diğer Konya meseleleri üzerinde yazılara önem verirken Bölge Müdürünün yazmamamı istemesi, devam etmem sonunda da kınama cezası vermesiyle ara verdim.

Emekli olunca rahatladığım yazılarıma başladığımda gazetenin sahip değiştirmesi ile bir irdeleme yazım dolayısıyla 1999 ayrıldım.

Yeni Meram’ın yeni sahibi Takva’nın oğlu Sayın Mustafa Bahçıvan Beyefendinin “Eski gazetende yaz” davetiyle iki yıl kadar da orada yazılarım devam etmiş ve ayrılışım olmuştu.

Bu kez Merhaba gazetesinden “Görüşelim” haberi ulaşması ile gittiğimde. Yaşlı biri beklerken, gencecik Yazı İşleri Genel Sorumlusu Sayın Mustafa Aslan Beyefendi ile karşılaşma sonu gazete mensuplarına “Yeni yazarımız” tanıştırması ile 2002’den bu yana yazılarımı rahatlıkla serdetmeye devam etmekteyim.

Üç yıl kadar önce Antalya Ayyıldız gazetesi de davet edince orada da yazılarım yayınlanmakta.”

Sözümün bitimi ile Sunucu Eroğlu’nun “Hangi kitapları okuyorsunuz ve yazılarınızda ki konular neler oluyor” sorusuna da,

“Edebiyata ağırlık verirken son zamanlarda bir okuyucumun gönderdiği ilk Osmanlıca basımı Nutuk kitabında Atatürk’ün Osmanlıca, Farsça ve Arapça karışımı dille söylediği eski yazı nutku okuyup yenileri ile karşılaştırınca değişimlerin oluştuğunu gördüm.

Eski yazıyı iyi okuyamayanlar kelimelerde hata yapmakta, yer yer mana değişimi içinde de olabilmekteydiler. Böyle olunca tarih yazıları ve İstanbul arşivlerinde elde ettiğim belgeler üzerine tarihe yöneldim. Bizlerin tarihi yanlış olarak öğrenmiş olduğumuzu da ne yazık ki gördüm.

 Reklamlarla ara veren sunucu bendenizin 17.01.2010 da yazdığım “Dost ve Arkadaşlıklar” (https://www.merhabahaber.com/yazar/Ahmet_Guldag/2639/Dost_ve_Arkadasliklar.html) yazımın konusu olarak düşüncelerimi ve bu güne göre durumu anlatmam sonrası yazınızdaki Mehmetçik olayını bizzat söylememi istedi.

 Dostluk ve arkadaşlıklar insanları birbirlerine kenetlerken birliktelik içinde çok faydalı olurlar.

Ne yazık ve tabiî ki zamanımızda azınlık içindeler. İnşallah çoğalırlar diyerek yazımdaki anlatımı aynen sunmakta oldum.

***

…..

Kalbimiz de “Arkadaşlık” denilen derin bir duygu vardır. Yüce Yaradan’ın bir lütfüdür bu!..

Arkadaş; Nadide bir mücevherdir!..

Olumsuzluklarda sizi güldürür, başarı için cesaret verir. Sizi dinler ve kalbini daima açar!..

Bunları perçinleyen pek çok olay vardır yaşamımız için de...

Sadece birini sunayım ve derinliğini anlatmış olayım.

***

GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!..

Savaşın en kanlı günlerinden biridir...

Asker en iyi arkadaşının az ilerde, kanlar içinde yere düştüğünü görür.

İnsanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındadırlar...

Asker teğmenine koşar hemen;

“Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?..”

“Delirdin mi” der gibi bakar Komutan!

“Gitmeğe değmez oğlum. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!”

Ama Asker o kadar ısrar eder ki, Komutan izin vermek zorunda kalır.

“Peki dene bakalım!” der üzüntü ve tedirginlik içinde.

Asker yoğun ateş altında fırlar siperden ve mucize eseri arkadaşının yanına varır.

Yaralı arkadaşını sırtladığı gibi taşır ve birlikte siperin içine yuvarlanırlar.

Komutan koşup yaralıya bir göz atar ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döner:

“Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez dememiş miydim? Bu zaten ölmüş...”

Asker hazırol vaziyetine geçip;

“Değdi komutanım, değdi!” der

“Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?” diye birazda çıkışmış olan komutanına

“Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...

Ve onun son sözlerini duymak dünyalara bedeldi benim için...”

Ve hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini naklen tekrarlar

“GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!”

***

Devam olarak dostluk üzerinde ki bir anlatımı da söyledim ama burada yerim kalmadı.

İlerde o olayı ve dostluk üzerine düşünüşleri sunmak isterim inşallah.

Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.