2) 1933-1950 DÖNEMİ
1929 yılından 1934 yılına kadar devam eden dünya ekonomik bunalımından Türkiye’de etkilenmiştir. Zaten 1923-1932 döneminde takip edilen ekonomi politikası memleket meselelerine yeterli ve inandırıcı hal çareleri getirmemişti. Durum böyle olunca ve ekonomik krizin ağır baskıları sonucu, iktisat politikasında bazı değişikliklerin yapılması zarureti hasıl olmuştur. Bu dönemde belirlenen ekonomi politikasının en önemli yönü devletçiliğe dayanmasıdır. Bu şekilde, kalkınma hedeflerine varabilmek için, Devletin iktisadi hayata daha etkili bir biçimde müdahalesi öngörülmüştür.
Diğer taraftan yabancı şirketlerin millileştirilmesi 1933’ten sonra hız kazandı. Millileştirilen 20 kadar yabancı şirket arasında demiryolları, rıhtım işletmeleri, su, telefon, elektrik şirketleri, madenler vb. vardı. (6)
Cumhuriyet Halk Partisi’nin ana ilkelerinden biri olmak üzere 1933’de programına aldığı ve 1936’da, bir anayasa tadili ile, Türkiye Devleti’nin temel vasıfları arasına katılan devletçilik şöyle tanımlanıyordu: Özel girişim ve kişisel faaliyetler esas kalacak, ancak memleketin yüksek çıkarları gerektirince devlet ekonomiye müdahale edebilecek ve üretici olarak da faaliyete geçebilecektir. (7) Bu ilkeler çerçevesinde iki dönemi kapsayan Beş Yıllık Sanayi Plânları hazırlanmıştır.
Birinci Beş yıllık Sanayi Plânı 1934-1938 yılları arasında uygulanmıştır. Bu plân gereğince meydana getirilen sanayi kolları beş grupta toplanmış olup, başlıcaları şunlardır: (8)
Dokuma sanayi (pamuk, kendir, yün), maden sanayi (demir, kömür, bakır, kükürt), selüloz sanayi (selüloz, kağıt, suni ipek), seramik sanayi (şişe-cam, porselen), kimya sanayi (saç yağı, klor, sudkostik, süper fosfat). Bu sanayiin tesisine geçilirken, bunlarla ilgili mal bedelleri toplamı ithalatımızın % 50’sine yakın kısmını kapsıyordu. (1930’da ithalat 14,7 milyon; bu malların bedelleri toplamı 65 milyon). Bu sanayi yatırımları yanında devletin elektrifikasyon ve enerji konularına, altın ve petrol aramalarına ve teknik öğretime de el atılması plânda öngörülüyordu. Yapılması ele alınan tesisler Sümerbank ve İş Bankası arasında bölüşülüyor ve yatırım toplamı 44 milyon liraya ulaşıyordu. Bu, ortaya bir finansman güçlüğü çıkarttı; dünya bunalımı nedeni ile döviz tedariki zorlaştı. Ayrıca 1930’larda bütçe gelirleri 170-180 milyonu aşıyordu. Bu durumda dış yardım sağlamak için Sovyetler Birliği’ne başvuruldu ve 8 milyon altın dolarlık kredi sağlandı.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Plânı döneminde, yapılanların rakamlarla ifadesine gelince, plânda öngörülüp, gerçekleştirilebilen başlıca yatırımlar şunlardır: (9)
Kayseri Dokuma Fab. (1935), İzmir Kağıt Fab. (1936), Ereğli Mensucat Fab. (1937), Nazilli Basma Fab. (1937), Gemlik Sun’i İpek Fab. (1938), Bursa Merinos Fab. (1938), Karabük Demir-Çelik Fab. (1939), Malatya Mensucat Fab. (1937), İzmit’te klor, sudkostik, Karabük süperfosfat, Hamızı kibrit, Keçiborlu kükürt, Isparta gülyağı tesisleri (1940), Sivas Çimento Fab. ( 1938). Bütün bunlar devlete 90 milyon lirayı aşan bir bedelle mal oldu. Madencilik konusunda, 1935’de Etibank kuruldu. Kuruluş gayesi Devlet eliyle maden cevherleri ve yatakları üzerinde çalışmak, bunları işletmek, elektrifikasyon işlerine girmek ve her çeşit banka muameleleri yapmaktı.
İkinci Beş Yıllık Sanayi Plânı uygulamasına 1938 yılında geçilmiştir. Birinci plâna göre 20 fabrikanın tesisi öngörülmüşken, İkinci Beş Yıllık Sanayi Plânı’nda bu sayı 100 (yüz) olarak belirlenmiştir.
İkinci plâna göre gerçekleştirilecek sanayi sahaları şunlardır: Madencilik, maden kömürü ocakları, mıntıka elektrik santralleri, ev mahrukatı sanayi ve ticareti, toprak sanayi, gıda sanayi ve ticareti, kimya sanayi, denizciliktir. (10) 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın ağır yükleri ve meydana gelen enflasyonist baskılar sonucu bu plân tam olarak gerçekleştirilememiştir.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na katılmadığı halde savaşın kuvvetli etkilerini hissetmiştir. Her gün savaşa girme ihtimali karşısında uygulanan seferberlik devlet için ağır masraflar getirdiği gibi, aktif nüfusun önemli bir kısmını üretimden çekmekle, çeşitli sektörlerde, özellikle tarımda, bir işgücü kıtlığına meydan vererek üretimi aksatmıştır. (11) Bunun sonucu olarak, devlet masraflarını karşılayamaz hale düşmüş ve Merkez Bankası kaynaklarını zorlamak mecburiyetinde kalmıştır.
Devlet artan masraflarını vergiler yerine Merkez Bankası’na başvurarak karşılayabildiğinden para tedavülü çok genişlemiştir. Merkez Bankası’nın bilfiil tedavülde bulunan banknotları 1938’de 194.0 milyon TL’den 1944’de 940.8 milyon TL’na varmıştır. Aynı zamanda ithalat güçleşerek önemli ölçüde azalmıştır. İthalatın güçleştiği, üretimin aksadığı bir sırada para tedavülünün genişlemesi şiddetli bir enflasyona sebep olmuştur. (12)
Bu şartlar altında iktisat politikası büyümeyi ve gelişmeyi hızlandırmak hedefinden ziyade mal darlığını hafifletmek, fiyat artışlarını frenlemek, oluşmuş olan karaborsa ile mücadele etmek, halk sıkıntı çekerken bazı kimselerin aşırı kazançlar elde etmeleri şeklinde sosyal adaletsizlikleri düzeltmek gibi hedeflere yönelmiş ve devlet bir takım sert ve katı savaş ekonomisi tedbirlerine başvurmak zorunda kalmıştır. Bu tedbirlerin büyük kısmı 1940’da çıkan ve 1942’de tadile uğrayan “Millî Koruma Kanunu”na dayandırılmıştır. Millî Koruma Kanunu’nun hükümleri arasında özellikle şunlar belirtmeye değer: (13)
1) Hükümet sınaî tesislerin hangi malları ne miktarda üreteceğini belirleyecektir.
2) Yatırımlar izin alma şartına bağlanmış ve hükümetin denetimine tabi tutulmuştur.
3) Gerek görüldüğünde sınaî tesislere el konulabilecektir.
4) Tarımda ne ekileceğini hükümet belirleyebilecek ve 500 hektardan büyük araziyi, bedeli ödenmek suretiyle, istimlâk edebilecektir. İhtiyaç maddelerine de bedelleri ödenerek el konabilecektir.
5) İç ticarette fiyat kontrolü sistemi kurulacaktır.
“Millî Koruma Kanunu”nun öngördüğü yetkilerin bir kısmı kullanılmamış, kullanılanlar ise başarılı sonuç vermemiştir.
Bu dönemde alınan sert tedbirler arasında 1942’de konan “varlık vergisi” vardır. Şiddetli fiyat artışları ve oluşan karaborsa birçok aşırı kârlara yol açmıştı ve mevcut vergi sistemi bu kararların gerektiği gibi vergilendirilmesini sağlıyordu. Büyük huzursuzluklar doğuran bu durum karşısında-ve enflasyonu frenlemek üzere- hükümet servet sahibi oldukları bilinen kimselerden, idarece takdir edilen miktarlarda alınacak ve ödemeden kaçınanlar için ağır cezaları öngören varlık vergisini ihdas etti. Bir kerelik olağanüstü bir servet niteliğinde olan bu vergiden 465 milyon lira hasılat beklenirken uygulanmasının durdurulduğu 1944 yılına kadar ancak 315 milyon lira sağlanabilmiş ve bunun 221 milyonu İstanbul’dan toplanmıştır. Varlık vergisi uygulamasında haksızlıklara meydan verildiği gibi enflasyonu da yavaşlatamamıştır. (14)
Savaş yıllarında büyük bir ihracat fazlası elde edilmiş ve döviz rezervleri çok artmışsa da millî gelir anlatılan sebeplerle önemli ölçüde gerilemiştir. (15) Bazı hesaplara göre Türkiye’nin Millî Geliri 1939-1946 yılları arasında % 20 oranında azalmıştı. (16) Sabit fiyatlarla ifade edilen rakamlara göre tarımın payı çok gerilemiş, sanayinin payı biraz artmıştır. Ancak mutlak rakamlara bakıldığında bunun, tarımın net hasılasındaki büyük düşüşten ileri geldiği ve gerçekte sanayi net hasılasının da gerilediği 1968 fiyatlarıyla 4.65 milyar TL’dan 3.42 milyara inip % 25 azaldığı görülür. Bu durum dış ticaret dengesinin refah düzeyinin ölçüsü olmayacağına yeni bir delil teşkil etmektedir. (17)
Ülkemizde, 1945’lerde meydana gelen mal darlığı, pahalılık, reel gelirin düşmesi, tarımın çok sıkıntılı durumu, bazı tedbirlerin uygulanmasında (şeker gibi kıtlaşan malların darlığında olduğu gibi) görülen aksaklıklar, halkta büyük bir huzursuzluk uyandırmıştı. (18) Bunun sonucu olarak, ekonomide uygulanan devletçilik politikasının büyük eleştirilere uğradığı görülmüştür. Ayrıca dış etkenler de uygulanan devletçi bir iktisat politikasının değiştirilmesini mecburi kılmıştır. Bu dönem de, dış politikada Sosyalizmin önderi Rusya’dan uzaklaşılarak, Kapitalizmin önderi sayılan Amerika Birleşik Devletleri’ne yaklaşılmıştır. Daha ziyade Avrupa Devletleri’ne destek sağlayan Marshall Yardımı’ndan faydalanabilmek için Amerika ile sıkı bir işbirliği içine girilmiştir. Bundan başka 1944 tarihinde kurulan Dünya Bankası (IBRD) ve Milletlerarası Para Fonu (IMF)’na üye olmak fikri ağırlık kazanmıştır. Böylece ülkemiz, 1947 yılında Dünya Bankası’na üye olmuştur.
Bu iç ve dış faktörlerin etkisiyle 1946’da kurulan Demokrat Parti’nin programında kalkınmada özel girişime ağırlık veren bir ekonomi politikası benimsendiği gibi 1950’ye kadar iktidarda kalan Halk Partisi Hükümeti uygulamadaki çeşitli liberasyon tedbirleri almak gereğini duymuştur. (19)
Bu dönemde alınan iktisadi tedbirler arasında özellikle şunları belirtmek gerekir:
Türkiye’de genel fiyat seviyesi, yabancı memleketlerden çok daha fazla yükselmiş, savaş yıllarında yaklaşık 45 misline çıkmıştı. Bundan dolayı birkaç yıldan beri döviz satışlarında alınmakta olan 62 kuruşluk primle 192 kuruş tutan o zamanki dolar fiyatı muhafaza edildiği takdirde ihracata imkân bulunmayacağı anlaşıldı ve 7 Eylül 1946 Kararı ile prim kaldırılıp dolar fiyatı 280 kuruş olarak tespit edildi. Bu devalüasyonla birlikte, birikmiş olan yabancı mal ihtiyacını karşılayabilmek üzere, bazı ithalat kısıtlamaları hafifletildi. (20)
Hükümet, 7 Eylül 1946 günü alınan karala devalüasyon yaparak döviz kurlarını şu şekilde tespit etmiştir: Dolar kurunu, 127 kuruştan 280 kuruşa, Sterlingi 529 kuruştan 1130 kuruşa, İsviçre Kronunu 30 kuruştan 78 kuruşa, İsviçre Frangını 23 kuruştan 67 kuruşa çıkarmıştır. Bu devalüasyonun getirdiği pahalılık halk tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Büyük bir başarısızlığa uğrayan 7 Eylül 1946 Kararları şu sonuçları doğurmuştur:
1) İthal mallarının maliyetleri yükselmiştir.
2) Ödemeler bilançosu 1946’dan itibaren önemli açıklar vermeye başlamıştır.
3) Fiyatların yükselmesi ile enflasyon körüklenmiştir.
4) Özel sektör yatırımları ve inşaat faaliyetleri durgunluk geçirmiştir.
5) Devlete karşı güven sarsılmış olup, Ziraat Bankası’nın sattığı altınlar bile halk tarafından alınmaz olmuştur.
Sonuç olarak, dönemin ekonomisinde büyük olumsuzluklar meydana gelmiştir. Kısıtlamalar kaldırıldığı için ithalat artmış ve ihracatı aşmıştır. Bunun sonucu olarak dış ticaret dengesi yeniden bozulmuş ve döviz rezervleri, önemli ölçüde azalma göstermiştir. Ekonomideki bu istikrarsızlık devam ederken, Türkiye iktisat politikası 1950’deki iktidar değişikliği sebebiyle yeni bir karakter kazanmıştır.
6) Köksal, Bilge Aloba-İlkin, A. Râsih, Türkiye’de İktisadi Politikaların Gelişimi, sh: 7
7) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, sh: 82
8) Köksal, Bilge Aloba- ilkin, A. Râsih, Türkiye’de İktisadi Politikasının Gelişimi, sh: 7
9) A.g.e. sh: 7
10) A.g.e. sh: 8
11) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, sh: 87
12) A.g.e. sh: 87-88
13) A.g.e. sh: 88
14) A.g.e.sh: 88
15) A.g.e. sh: 88
16) Hatipoğlu, Prof. Dr. Zeyyat, Türkiye İktisadı ve Türkiye’de İktisatçılar, İstanbul, 1978, sh: 8
17) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, sh: 89
18) A.g.e. sh: 89
19) A.g.e. sh: 90
20) A.g.e. sh: 90
Devam Edecek
1929 yılından 1934 yılına kadar devam eden dünya ekonomik bunalımından Türkiye’de etkilenmiştir. Zaten 1923-1932 döneminde takip edilen ekonomi politikası memleket meselelerine yeterli ve inandırıcı hal çareleri getirmemişti. Durum böyle olunca ve ekonomik krizin ağır baskıları sonucu, iktisat politikasında bazı değişikliklerin yapılması zarureti hasıl olmuştur. Bu dönemde belirlenen ekonomi politikasının en önemli yönü devletçiliğe dayanmasıdır. Bu şekilde, kalkınma hedeflerine varabilmek için, Devletin iktisadi hayata daha etkili bir biçimde müdahalesi öngörülmüştür.
Diğer taraftan yabancı şirketlerin millileştirilmesi 1933’ten sonra hız kazandı. Millileştirilen 20 kadar yabancı şirket arasında demiryolları, rıhtım işletmeleri, su, telefon, elektrik şirketleri, madenler vb. vardı. (6)
Cumhuriyet Halk Partisi’nin ana ilkelerinden biri olmak üzere 1933’de programına aldığı ve 1936’da, bir anayasa tadili ile, Türkiye Devleti’nin temel vasıfları arasına katılan devletçilik şöyle tanımlanıyordu: Özel girişim ve kişisel faaliyetler esas kalacak, ancak memleketin yüksek çıkarları gerektirince devlet ekonomiye müdahale edebilecek ve üretici olarak da faaliyete geçebilecektir. (7) Bu ilkeler çerçevesinde iki dönemi kapsayan Beş Yıllık Sanayi Plânları hazırlanmıştır.
Birinci Beş yıllık Sanayi Plânı 1934-1938 yılları arasında uygulanmıştır. Bu plân gereğince meydana getirilen sanayi kolları beş grupta toplanmış olup, başlıcaları şunlardır: (8)
Dokuma sanayi (pamuk, kendir, yün), maden sanayi (demir, kömür, bakır, kükürt), selüloz sanayi (selüloz, kağıt, suni ipek), seramik sanayi (şişe-cam, porselen), kimya sanayi (saç yağı, klor, sudkostik, süper fosfat). Bu sanayiin tesisine geçilirken, bunlarla ilgili mal bedelleri toplamı ithalatımızın % 50’sine yakın kısmını kapsıyordu. (1930’da ithalat 14,7 milyon; bu malların bedelleri toplamı 65 milyon). Bu sanayi yatırımları yanında devletin elektrifikasyon ve enerji konularına, altın ve petrol aramalarına ve teknik öğretime de el atılması plânda öngörülüyordu. Yapılması ele alınan tesisler Sümerbank ve İş Bankası arasında bölüşülüyor ve yatırım toplamı 44 milyon liraya ulaşıyordu. Bu, ortaya bir finansman güçlüğü çıkarttı; dünya bunalımı nedeni ile döviz tedariki zorlaştı. Ayrıca 1930’larda bütçe gelirleri 170-180 milyonu aşıyordu. Bu durumda dış yardım sağlamak için Sovyetler Birliği’ne başvuruldu ve 8 milyon altın dolarlık kredi sağlandı.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Plânı döneminde, yapılanların rakamlarla ifadesine gelince, plânda öngörülüp, gerçekleştirilebilen başlıca yatırımlar şunlardır: (9)
Kayseri Dokuma Fab. (1935), İzmir Kağıt Fab. (1936), Ereğli Mensucat Fab. (1937), Nazilli Basma Fab. (1937), Gemlik Sun’i İpek Fab. (1938), Bursa Merinos Fab. (1938), Karabük Demir-Çelik Fab. (1939), Malatya Mensucat Fab. (1937), İzmit’te klor, sudkostik, Karabük süperfosfat, Hamızı kibrit, Keçiborlu kükürt, Isparta gülyağı tesisleri (1940), Sivas Çimento Fab. ( 1938). Bütün bunlar devlete 90 milyon lirayı aşan bir bedelle mal oldu. Madencilik konusunda, 1935’de Etibank kuruldu. Kuruluş gayesi Devlet eliyle maden cevherleri ve yatakları üzerinde çalışmak, bunları işletmek, elektrifikasyon işlerine girmek ve her çeşit banka muameleleri yapmaktı.
İkinci Beş Yıllık Sanayi Plânı uygulamasına 1938 yılında geçilmiştir. Birinci plâna göre 20 fabrikanın tesisi öngörülmüşken, İkinci Beş Yıllık Sanayi Plânı’nda bu sayı 100 (yüz) olarak belirlenmiştir.
İkinci plâna göre gerçekleştirilecek sanayi sahaları şunlardır: Madencilik, maden kömürü ocakları, mıntıka elektrik santralleri, ev mahrukatı sanayi ve ticareti, toprak sanayi, gıda sanayi ve ticareti, kimya sanayi, denizciliktir. (10) 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın ağır yükleri ve meydana gelen enflasyonist baskılar sonucu bu plân tam olarak gerçekleştirilememiştir.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na katılmadığı halde savaşın kuvvetli etkilerini hissetmiştir. Her gün savaşa girme ihtimali karşısında uygulanan seferberlik devlet için ağır masraflar getirdiği gibi, aktif nüfusun önemli bir kısmını üretimden çekmekle, çeşitli sektörlerde, özellikle tarımda, bir işgücü kıtlığına meydan vererek üretimi aksatmıştır. (11) Bunun sonucu olarak, devlet masraflarını karşılayamaz hale düşmüş ve Merkez Bankası kaynaklarını zorlamak mecburiyetinde kalmıştır.
Devlet artan masraflarını vergiler yerine Merkez Bankası’na başvurarak karşılayabildiğinden para tedavülü çok genişlemiştir. Merkez Bankası’nın bilfiil tedavülde bulunan banknotları 1938’de 194.0 milyon TL’den 1944’de 940.8 milyon TL’na varmıştır. Aynı zamanda ithalat güçleşerek önemli ölçüde azalmıştır. İthalatın güçleştiği, üretimin aksadığı bir sırada para tedavülünün genişlemesi şiddetli bir enflasyona sebep olmuştur. (12)
Bu şartlar altında iktisat politikası büyümeyi ve gelişmeyi hızlandırmak hedefinden ziyade mal darlığını hafifletmek, fiyat artışlarını frenlemek, oluşmuş olan karaborsa ile mücadele etmek, halk sıkıntı çekerken bazı kimselerin aşırı kazançlar elde etmeleri şeklinde sosyal adaletsizlikleri düzeltmek gibi hedeflere yönelmiş ve devlet bir takım sert ve katı savaş ekonomisi tedbirlerine başvurmak zorunda kalmıştır. Bu tedbirlerin büyük kısmı 1940’da çıkan ve 1942’de tadile uğrayan “Millî Koruma Kanunu”na dayandırılmıştır. Millî Koruma Kanunu’nun hükümleri arasında özellikle şunlar belirtmeye değer: (13)
1) Hükümet sınaî tesislerin hangi malları ne miktarda üreteceğini belirleyecektir.
2) Yatırımlar izin alma şartına bağlanmış ve hükümetin denetimine tabi tutulmuştur.
3) Gerek görüldüğünde sınaî tesislere el konulabilecektir.
4) Tarımda ne ekileceğini hükümet belirleyebilecek ve 500 hektardan büyük araziyi, bedeli ödenmek suretiyle, istimlâk edebilecektir. İhtiyaç maddelerine de bedelleri ödenerek el konabilecektir.
5) İç ticarette fiyat kontrolü sistemi kurulacaktır.
“Millî Koruma Kanunu”nun öngördüğü yetkilerin bir kısmı kullanılmamış, kullanılanlar ise başarılı sonuç vermemiştir.
Bu dönemde alınan sert tedbirler arasında 1942’de konan “varlık vergisi” vardır. Şiddetli fiyat artışları ve oluşan karaborsa birçok aşırı kârlara yol açmıştı ve mevcut vergi sistemi bu kararların gerektiği gibi vergilendirilmesini sağlıyordu. Büyük huzursuzluklar doğuran bu durum karşısında-ve enflasyonu frenlemek üzere- hükümet servet sahibi oldukları bilinen kimselerden, idarece takdir edilen miktarlarda alınacak ve ödemeden kaçınanlar için ağır cezaları öngören varlık vergisini ihdas etti. Bir kerelik olağanüstü bir servet niteliğinde olan bu vergiden 465 milyon lira hasılat beklenirken uygulanmasının durdurulduğu 1944 yılına kadar ancak 315 milyon lira sağlanabilmiş ve bunun 221 milyonu İstanbul’dan toplanmıştır. Varlık vergisi uygulamasında haksızlıklara meydan verildiği gibi enflasyonu da yavaşlatamamıştır. (14)
Savaş yıllarında büyük bir ihracat fazlası elde edilmiş ve döviz rezervleri çok artmışsa da millî gelir anlatılan sebeplerle önemli ölçüde gerilemiştir. (15) Bazı hesaplara göre Türkiye’nin Millî Geliri 1939-1946 yılları arasında % 20 oranında azalmıştı. (16) Sabit fiyatlarla ifade edilen rakamlara göre tarımın payı çok gerilemiş, sanayinin payı biraz artmıştır. Ancak mutlak rakamlara bakıldığında bunun, tarımın net hasılasındaki büyük düşüşten ileri geldiği ve gerçekte sanayi net hasılasının da gerilediği 1968 fiyatlarıyla 4.65 milyar TL’dan 3.42 milyara inip % 25 azaldığı görülür. Bu durum dış ticaret dengesinin refah düzeyinin ölçüsü olmayacağına yeni bir delil teşkil etmektedir. (17)
Ülkemizde, 1945’lerde meydana gelen mal darlığı, pahalılık, reel gelirin düşmesi, tarımın çok sıkıntılı durumu, bazı tedbirlerin uygulanmasında (şeker gibi kıtlaşan malların darlığında olduğu gibi) görülen aksaklıklar, halkta büyük bir huzursuzluk uyandırmıştı. (18) Bunun sonucu olarak, ekonomide uygulanan devletçilik politikasının büyük eleştirilere uğradığı görülmüştür. Ayrıca dış etkenler de uygulanan devletçi bir iktisat politikasının değiştirilmesini mecburi kılmıştır. Bu dönem de, dış politikada Sosyalizmin önderi Rusya’dan uzaklaşılarak, Kapitalizmin önderi sayılan Amerika Birleşik Devletleri’ne yaklaşılmıştır. Daha ziyade Avrupa Devletleri’ne destek sağlayan Marshall Yardımı’ndan faydalanabilmek için Amerika ile sıkı bir işbirliği içine girilmiştir. Bundan başka 1944 tarihinde kurulan Dünya Bankası (IBRD) ve Milletlerarası Para Fonu (IMF)’na üye olmak fikri ağırlık kazanmıştır. Böylece ülkemiz, 1947 yılında Dünya Bankası’na üye olmuştur.
Bu iç ve dış faktörlerin etkisiyle 1946’da kurulan Demokrat Parti’nin programında kalkınmada özel girişime ağırlık veren bir ekonomi politikası benimsendiği gibi 1950’ye kadar iktidarda kalan Halk Partisi Hükümeti uygulamadaki çeşitli liberasyon tedbirleri almak gereğini duymuştur. (19)
Bu dönemde alınan iktisadi tedbirler arasında özellikle şunları belirtmek gerekir:
Türkiye’de genel fiyat seviyesi, yabancı memleketlerden çok daha fazla yükselmiş, savaş yıllarında yaklaşık 45 misline çıkmıştı. Bundan dolayı birkaç yıldan beri döviz satışlarında alınmakta olan 62 kuruşluk primle 192 kuruş tutan o zamanki dolar fiyatı muhafaza edildiği takdirde ihracata imkân bulunmayacağı anlaşıldı ve 7 Eylül 1946 Kararı ile prim kaldırılıp dolar fiyatı 280 kuruş olarak tespit edildi. Bu devalüasyonla birlikte, birikmiş olan yabancı mal ihtiyacını karşılayabilmek üzere, bazı ithalat kısıtlamaları hafifletildi. (20)
Hükümet, 7 Eylül 1946 günü alınan karala devalüasyon yaparak döviz kurlarını şu şekilde tespit etmiştir: Dolar kurunu, 127 kuruştan 280 kuruşa, Sterlingi 529 kuruştan 1130 kuruşa, İsviçre Kronunu 30 kuruştan 78 kuruşa, İsviçre Frangını 23 kuruştan 67 kuruşa çıkarmıştır. Bu devalüasyonun getirdiği pahalılık halk tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Büyük bir başarısızlığa uğrayan 7 Eylül 1946 Kararları şu sonuçları doğurmuştur:
1) İthal mallarının maliyetleri yükselmiştir.
2) Ödemeler bilançosu 1946’dan itibaren önemli açıklar vermeye başlamıştır.
3) Fiyatların yükselmesi ile enflasyon körüklenmiştir.
4) Özel sektör yatırımları ve inşaat faaliyetleri durgunluk geçirmiştir.
5) Devlete karşı güven sarsılmış olup, Ziraat Bankası’nın sattığı altınlar bile halk tarafından alınmaz olmuştur.
Sonuç olarak, dönemin ekonomisinde büyük olumsuzluklar meydana gelmiştir. Kısıtlamalar kaldırıldığı için ithalat artmış ve ihracatı aşmıştır. Bunun sonucu olarak dış ticaret dengesi yeniden bozulmuş ve döviz rezervleri, önemli ölçüde azalma göstermiştir. Ekonomideki bu istikrarsızlık devam ederken, Türkiye iktisat politikası 1950’deki iktidar değişikliği sebebiyle yeni bir karakter kazanmıştır.
6) Köksal, Bilge Aloba-İlkin, A. Râsih, Türkiye’de İktisadi Politikaların Gelişimi, sh: 7
7) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, sh: 82
8) Köksal, Bilge Aloba- ilkin, A. Râsih, Türkiye’de İktisadi Politikasının Gelişimi, sh: 7
9) A.g.e. sh: 7
10) A.g.e. sh: 8
11) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, sh: 87
12) A.g.e. sh: 87-88
13) A.g.e. sh: 88
14) A.g.e.sh: 88
15) A.g.e. sh: 88
16) Hatipoğlu, Prof. Dr. Zeyyat, Türkiye İktisadı ve Türkiye’de İktisatçılar, İstanbul, 1978, sh: 8
17) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, sh: 89
18) A.g.e. sh: 89
19) A.g.e. sh: 90
20) A.g.e. sh: 90
Devam Edecek