RÖPORTAJ: MÜMİNE ERESER
SON NEFESİME KADAR HİZMET EDECEĞİM
Türkiye'nin önde gelen edebiyatçılarından Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, ile 80. doğum yılında eserlerini ve edebiyatı konuştuk. Yazmanın kendisi için bir tutku olduğunu kaydeden Sakaoğlu, "Kitaplarımın bazılarını kendim bastırır ve kesinlikle satışa vermem. Onlar, benim sevdiklerime armağanlarımdır. Şu anda basımevine verilecek kitabımın adı, Benim İstanbul’um…Son nefesime kadar Türk edebiyatına hizmet etmeyi sürdüreceğim" dedi.
Kaç yıl akademisyen olarak çalıştıktan sonra emekli oldunuz?
-28 Eylül 1967 tarihinden 20 Mart 2006 tarihine kadar Atatürk ve Selçuk Üniversitelerinde görev yaptım. Demek ki 39 yıl kadar ediyor. Daha önceki öğreticiliğim ise lise edebiyat öğretmenliği olup o da iki buçuk yıl sürmüştü. İstanbul’da, öğrenci iken son dönemde, Kasımpaşa’da yeni açılan Kaptanpaşa İlkokulu’nda da iki buçuk aylık öğretmenliğim vardır.
BENİM İSTANBUL'UM KİTABI BASILACAK
Mesleği ne olursa olsun, emekli olan insanımızın emeklilik dönemi dinlenmek, her şeyden elini eteğini çekmek gibi algılanır. siz, bunun aksine kitap yayımlamayı ve ülkemizin pek çok yerindeki toplantılara katılmayı sürdürdünüz. bu çabanızın sebebi nelerdir?
-Zaman zaman düşünürüm, ‘Artık yazmayı bırak, okumak neyse de…’ Sonra düşünmeyi sürdürürüm. ‘Peki, yazmayı bırakırsam ne yapacağım?’ Doğrusu sürekli okuma da insanı yoruyor. Günün öyle saatleri vardır ki evimin uygun bir yerine uzanır ve kendimi dinlenmeye çekerim. Öyle ya, devlet memurlarının bile çalışma saatlerinin bir yerlerinde kapı önlerinde sigara içerek kendilerini çalışma ortamından uzaklaştırdıkları bir yerde benim de okumayı, bilgisayarla didişmeyi bir kenara bırakıp dinlenmem gerekmez mi? Sanırlar ki bu çalışmalarım benim kitap yazıp para kazanmam içindir. Asla… Kitaplarımın bazılarını kendim bastırır ve kesinlikle satışa vermem. Onlar, benim sevdiklerime armağanlarımdır. Şu anda basımevine verilecek kitabımın adı, Benim İstanbul’um… Dostlarımla paylaşacağım güzellikler, hem de belgesel tadında… İşi gereği çok yorulan insanımızın emeklilik döneminde dinlenme hakkına saygı duyuyorum. Ama yasaların sağladığı kolaylıkla 40 yaşında emekli olan insanımızın da yan gelip yatmasını doğru bulmuyorum. Zaten onların çoğu da ikinci bir işin peşindedirler.
Ne acıdır ki yılların birikimini yeterince yeni kuşaklara aktaramadım. Bunun çeşitli sebepleri var… Her meslekte bir cadı kazanının kaynadığını bilirsiniz. Galiba bizim mesleğin kazanı biraz fazla büyüktü. Rektöründen kapı sorumlusuna kadar onlarca insanın gözü üzerinizdedir. Siz takdir beklemezsiniz ama onların çarpık ayakları size çelme takma peşindedir. Farklı bir hayattan örnek vermek istiyorum. Başına kurulduğu sendikada 50 yıl başkanlık yaptıktan sonra, biraz da rahatsızlığı sebebiyle yerine birisinin aday olduğunu öğrenen Mustafa B. âdeta isyan ediyordu. Çelmeyle karşı karşıya kalmamak için önleminizi almalısınız. Geçelim.
1973 yılından beri bilimsel toplantılarda konuşuyorum. Bazılarının masraflarını kendim karşılıyorum. Ama değiyor. Özellikle emekliliğinizden sonra gençlerin sizinle daha sıkı bir yakınlaşması oluyor. Artık menfaat ilişkileri ortadan kalkıyor. Daha geçenlerde Antalya’daki Yörük Çalıştayı’nda etrafımdaki sevgi halesi beni hem duygulandırdı, hem de sevindirdi. Yakında Afyonkarahisar’a gideceğim. İnanıyorum ki orada da aynı güzelliği paylaşacağım. Gençlerin yanına gidiyorsunuz, onlar da bunu bir nimet olarak bilip değerlendiriyorlar. Ben tam da şairin dediği gibi, Edirne’den Ardahan’a konuşmak için gittim. Devam edelim, Muğla’dan Hakkari’ye de… Bazı meslektaşlarımızın niçin hemoroid olduğunu burada aramamız gerekmez mi? Artık 80’imdenhaftalar almaya başladım. Daha ne isterim ki… Sağlıklı bir kalan dönem ve okuyup yazmak ve de konuşmak.
İNTİHALCİ HOCALARA ELEŞTİRİ
**Tecrübeli bir akademisyen olarak gençlere ve genç akademisyenlere neler söylemek istersiniz?
-Aşırma, intihal veya kibarca çalma diye adlandırdığımız bilim ve ahlak dışı davranışların insanları Profesör bile yaptığı ortamda ben gençlere neler söyleyebilirim ki… Ortada örnek olacak dünya çapında intihalcilerimiz varken, bunlar bu özelliklerini bir şeref madalyası gibi sicil kayıtlarında bulundururken ben gençlere ne söylesem boş… Benim kitaplarımdan aşırılanların sayısını ben bile bilmiyorum. Ama mademki böyle anlamlı bir soru ile karşı karşıyayız, kısa da olsa bir şeyler söylemeliyim. Geçenlerde gazetelerimizde bir haber çıkmıştı. Meğer İngilizlerin ünlü oyun yazarı Şekspir de bir intihalciymiş. Benim pek inanasım gelmedi ama elin oğlu böyle diyor. Bu iddia doğru ise, demek ki bu pis işler yüzlerce yıl sonra bile ortaya çıkabiliyor. ’Bak oğlum/kızım, senin üçüncü göbekten deden de intihalci imiş’ sözünü miras bırakmak istemiyorsanız bu çirkefe girmeyiniz. Ancak intihalci kadar onu koruyan da suçludur. Nice üst makam sahibinin bu konularda vebali vardır. Hatta intihali görmeyerek / göremeyerek / görmezden gelerek olumlu rapor yazan üst âlimler de suçludur. Bir örnekle konuyu bağlıyoruz, Olay güzel ülkemizde geçiyor. İlini sormayınız, 81 ilimizde de yaşanmış olabilir. Üniversite yönetim kurulu toplanmış, beş bilgin prof.tan dosyalar gelmiş, bir doçentin profesörlüğe yükseltilmesini değerlendirilecek. İlk rapor hem de anlı şanlı olan bir prof.tan… Üç beş satır ve olumlu… (Elde var birrrr). İkincisi beş sekiz satır ve olumlu… (Etti ikiiii). Üçüncüsü yarım sayfa ve o da olumlu… (Etti üçççç). Artık adayın dekanı ve onu seven kurul üyeleri gizlice adayı cepten arayıp kutlayabilirler: “İlk üç rapor olumlu, gözün aydın.” O saatten sonra kalan iki raporu okumanın bir anlamı kaldı mı? Hayır, ikisi de olumsuz yazsa ne yazar! Kazın ayağı öyle değil, onlar da okunacak. Bakalım onlar da üç beş satır ile yasak savar gibi, önceden edilen telefonlara sadık kalarak, ‘Evvveeeetttt’ mi deyivermişler. Dememişler. Demek ki bu ülkede dürüst ve namuslu hocalar da var. Onlardan biri 18, öbürü ise 20 sayfalık rapor hazırlamış. Öf ki ne öf… Meğer üç dürüst (!) ve namuslu (!) hocanın uçarcasına evet dedikleri bu aday yabancı ülkelerde yayımlanan kitaplardan sayfa sayfa aşırma yoluna gitmiş. Bu iki namuslu ve dürüst hoca, önce asıl metni vermişler, sonra da adayın kitaplarını süsleyen özgün (!) görüşlerini… Anlatıldığına göre toplantı salonu buz kesilmiş. Rektör de şaşırmış. Üç böyük âlim aferin diyor, iki âlim de tu kaka… Bu arada gelen raporların çakma olumlu raporlarını öne alıp okutan üst yönetimden de kasıt izi aramamız gerekmeyecek mi? Bu bile başlı başına bir yanlışa çanak tutmak gibi geliyor. Sonuç mu? Böyle hallerde rektörlerin bazı yetkileri vardır. İsterlerse üç başarılı raporu kabul ederek adayın sağ elini havaya kaldırıp galip ilan edebilir. Bu rektör böyle yapmamış. Ve iki üçten büyük diyerek adayı başarısız saymış. Bu aday günümüzde halen prof. olarak ortalarda dolaşıyormuş. Peki nasıl olmuş? Çeşitli ihtimaller var. Mesela, başka bir üniversitede dörde karşı bir oyla başarısız bulunan bir prof. adayının olumsuz rapor veren dört raportörü değiştirilip yerlerine mülayim efendiler getirilmiş ve sonuç da 5-0 olumlu olmuş.
HATIRALARIMI TUŞLARA DÖKÜYORUM
**Süheyl Ünver; üniversitelerimizdeki emeklilik yaşının çok erken olduğunu, akademisyenlerin en verimli çağlarında emekli edildiklerini, oysa bu bilim insanlarımızın sağlıklarının yerinde olduğu sürece çalışmalarına devam etmelerinin gerektiğini savunur. Emekli olduktan sonra siz de Prof. Ünver hocamızın düşünceleri doğrular tarzda çalıştınız. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
-Merhum hocamız yerden göğe kadar haklıdır. 67. yaşında dünyanın dört bir yanında ders verebilen bir öğretim üyesinin 68. yaşının sabahında, ‘Hocam, artık dinleniniz…’ diyerek evine göndermeniz hiç doğru değildir. Hele bir de onun alanında bir öğretim üyesi eksikliği doğacaksa… Ben, şahsen, çalıştığım kurumda göreve devam etmeyi uygun bulmuyordum. Sadece yarım kalan ikinci yarıyılı tamamlamak istiyordum. Ayrıca hiçbir şehirde, hiçbir üniversitenin kapısını çalıp da iş istemedim. Sadece Karatay Üniversitesi daha önceleri birlikte çalışmamızı istemişti. Onu da ancak bir yıl sürdürebildim. Bir de daha emekliliğimin ilk günlerinde, Ankara’daki bir vakıf üniversitesi alanımda açacağı bölüm için kurucu eleman olmamla ilgili birçok belge gönderdi. Teşekkürlerimle belgeleri geri gönderdim. İyi ki iki işi de sürdürmemişim. Şimdi, belki de bilim hayatımın en mutlu dönemlerini yaşıyorum. Kimse, ‘Ah bir emekli olsa da…’ diye kendileri için ikbal ve istikbal arama çabasına girmiyor. Emekli olduğumda 12 yıllık bölüm başkanıydım. Bu demektir ki pek çok kişinin kuralları zorlayan isteklerini yerine getirmemiştim. Dışarıdan gelip de derse girmek hoş olmayacaktı. Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum. Şimdi 24 saat benim… Gönlümce çalışıyorum. Kısmet olsaydı, belki bir yüksek lisans, bir doktora dersine girmek isterdim. Ama o da başkalarının ekmeğine uzanmam anlamına gelecekti. Bir de toplum size, ‘Hâlâ para peşinde…’ diye yargılamaya değil, karalamaya çalışacaktı. Yazıyorum, okuyorum, konuşuyorum… Ne güzel… Çok farklı dergi ve bildiri kitaplarında kaybolmaya yüz tutan yazılarımı kitap bütünlüğünde bir araya getiriyorum. Küçük çapta da olsa, yeni kitaplar yazıyorum… Birkaç kitabımın sürekli olarak yeni baskıları yapılıyor, onlarla ilgileniyorum. Hatıralarımı tuşlara döküyorum. Sanki emekli olmamışım gibi pek çok yerden bilgime başvurma söz konusu… İnanınız, onların çoğuna yetişemiyorum. Kısacası, emeklilik, çok şükür bana yaradı. Sağlığım elverdiği sürece de çalışacağım.
**Hakkınızda yayımlanan kitapların olduğunu biliyoruz. bunlardan söz eder misiniz?
-Hakkımda yayımlanan dört kitaptan üçü öğrencim Prof. Dr. Ali Berat Alptekin, sonuncusu ise yine öğrencim Prof. Dr. Metin Ergun tarafından hazırlanmıştır:
a. Doğumunun 50., Yazı Hayatının 30. Yılı Münasebetiyle Hoca’m Prof. Dr. Saim Sakaoğlu/Hayatı, Yayınları ve Yazılarından Seçmeler, Konya 1989.
b. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na 55. Yıl Armağanı, Kayseri 1994,
c. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na Armağan, Konya 2006.
ç.. Türk Halk Edebiyatı İncelemeleri/Saim Sakaoğlu Armağanı, Ankara 2013).
Ayrıca, oyun yazarı Sabahattin Engin tarafından da iki perdelik bir oyun kaleme alınmıştır: Bilimin Sönmeyen Işığı Saim Sakaoğlu, Konya 2006.
**Eklemek istediğiniz başka konular var mıdır?
-Olmaz olur mu, elbette vardır, hem de fazlasıyla. ‘Mesela…’ başlamayalım, sonu gelmez. Atalarımız, ‘İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” demiş. Ve ben de o güzel hayallerin peşine takılıp gidiyorum. Güzel bir konuşma oldu. Galiba söyleyeceklerimin tamamına yakının dile getirme fırsatını yakalamış oldum. Ben de teşekkür ediyorum. Sağ olunuz.
PROF. DR. SAİM SAKAOĞLU KİMDİR?
Konya’nın merkez Meram ilçesine bağlı Fahrünnisa Mahallesi’nde 28 Şubat 1939’da doğdu. Ancak kayıtlardaki doğum tarihim 20 Mart 1939’dur. Mahallelerin yeniden düzenlenmesi aşamasında doğduğu evin bulunduğu alan yeni oluşturulan Çaybaşı Mahallesi’nin sınırları içinde kalmıştır. Babası hattat ve hafız Mehmet Sakaoğlu, annesi ev hanımı Zeliha (Köseoğlu) Hanım’dır. Hâkimiyeti Milliye İlkokulu’nu (1946-1951), Konya Lisesi’nin orta kısmını (1951-1955) ve lise kısmını (1955-1959) bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu (1965). İlk görev yerim Tokat Gazi Osman Paşa Lisesi’dir (1965-1967). Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde, önce asistan (1967-1971), sonra asistan doktor (1971-1977) ve doçent doktor (1977-1988) unvanlarını aldı. 1988 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne profesör olarak atandı. İki dönem Eğitim Fakültesi Dekanlığında bulundu (1988-1994). 1994’ten sonra bölümüme döndü. Emekli oluncaya kadar bölüm başkanlığını da yürütüp 20 Mart 2006 tarihinde yaş haddinden emekli oldu. Erzurum’da görevli bulunduğu yıllarda yeni kurulan Van Yüzüncüyıl Üniversitesi’nde üç dönem ders verdi. Bu arada 2010-2011 Öğretim Yılı’nda öğrenime açılan Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi’nde, bir öğretim yılı zorunlu Türk Dili ve Edebiyatı derslerini üstlendi. Görev aldığı ilk iki üniversitede 29 öğrencime yüksek lisans, 17 öğrencisine de doktora danışmanlıklarını üstlendi. Eşi, Türk Halk Edebiyatı emekli öğretim görevlisi Yurdanur (Gülel) Hanım (15 Haziran 1947)’dır. İkisi de Erzurum doğumlu olan kızlarının büyüğü halk sağlığı uzmanı Dr. Selcen Sakaoğlu-Manavgat (05 Kasım 1969) ve küçüğü İngiliz Dili bilim uzmanı olan Seren Sakaoğlu (21 Temmuz 1976)’dur. Tek torunu Güven (10 Nisan 2006) küçük kızındandır.