RÖPORTAJ: BERKHAN PARLAK
TÜRKÜM DEMEK SUÇTU
Azerbaycan'ın bağımsızlık lideri Ebulfez Elçibey ile Azerbaycan ve Türkiye'de bir çok faaliyetlerde bulunmuş, Azerbaycan'daki Lenin'in heykelini baltalarla yıkmış ve Türkiye'de de Alparslan Türkeş'in danışmanlığını yapmış olan Prof. Dr. Hanım Halilova ile Azerbaycan'ın bağımsızlık hareketi ile ilgili konuştuk. Halilova, "Azerbaycan'da Türküm demeye korkardık" diye konuştu.
TÜRKEŞ'E BOZKURT İŞARETİNİ ÖĞRETTİM
MHP Lideri merhum Alparslan Türkeş'e bozkurt işaretini kendisinin öğrettiğini dile getiren Halilova, "Başbuğ Türkeş bey Azerbaycan'a geldiği zaman Elçibey ile sarılıp 10 dakika ağlamışlardı. Daha sonra kendisi ile birebir konuşma fırsatım oldu. Başbuğ, yaptığımız işaretin anlamını sorduğu zaman ona bu bizim işaretimiz değil, bu işaret Göktürklerin işaretidir demiştim" ifadelerini kullandı.
**Öncelikle Azerbaycan'ın bağımsızlık hareketinde başrol oynamış Ebulfez Elçibey ile olan yakın ilişkinizi de baz alarak bizlere Elçibey'i anlatır mısınız?
-Ben 19 yaşında Elçibey ile tanıştım. Ebulfez Elçibey'in Azerbaycan ve Türk milleti uğruna yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Onun ne kadar bağımsızlık yanlısı bir insan olduğunu herkes biliyor. 1970'li yıllara geri dönmek gerekirse, çok zor şartlar altında çalışmalarımızı sürdürüyorduk. Herkes biliyordu ki, Sovyet etkisi altında olan Azerbaycan'da Aleviyim diyorlardı, Şii'yim veya Sünni'yim denilebiliyordu. Ancak Türküm dediğimiz zaman, Sovyetler tarafından 'Pantürkist' damgası yiyorduk ve Sovyetlerin takibi altına giriyorduk. Boş durmuyordu Elçibey ve hep bir yerlere gidiyor, insanlara bağımsızlığı, Türklüğü anlatıyordu. Elçibey daha genç yaşlarda mücadeleye başlamıştı. Azerbaycan Devlet Üniversitesi Doğu Dilleri Enstitüsü'nde okudu. Çünkü yurtdışına çıkmamıza izin vermiyorlardı. Özellikle de Türkiye ile en ufak bir temasta bulunmamızı istemiyorlardı. Çünkü birlikteliğimizden korkuyorlardı. Okul bittikten sonra Elçibey doğrudan yurt dışına çıkmak istedi. Gittiği yerde Rusya Komünist Partisi Başkanı ve Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu Başkanı Kruşçev vardı. Kruşçev'in karşısında herkes sıraya geçmişti ve Kruşçev herkesin elini sıkıyordu. Sıra Elçibey'e geldiği zaman Elçibey Kruşçev'e elini uzatmadı. Herkes şaşırdı. Elçibey o zaman Kruşçev'e dedi ki: 'Siz Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin yanında olmadınız ve Yunanlıları desteklediniz. O yüzden sizin elinizi sıkmıyorum.' Elbette bu meseleden Elçibey zararlı çıktı.
**Elçibey Azerbaycan'da bağımsızlık hareketini nasıl başlattı?
-Elçibey, Kruşçev olayından sonra açığa alındı Ruslar tarafından ve yurt dışına çıkılmasına izin verilmedi. Hal böyle olunca da Elçibey Bakü Üniversitesi'ne döndü ve orada dersler vermeye başladı. Verdiği derslerin yanında da Sovyetlerden gizli olarak, içinde bağımsızlık ruhu olan gençleri seçiyor ve onlarla ayrı olarak ilgileniyordu. O üniversitede ben de görev yapıyordum ve Elçibey ile bu çalışmaları beraber yürütüyorduk. Daha sonra bir haber geldi, dediler ki Elçibey tutuklandı. Sonra gelip beni de gözaltına aldılar. Sonra bir grup adamları da gözaltına aldılar. Akabinde Elçibey büyük bir davranış göstererek, bütün suçları üstüne aldı. Elçibey'in mahkemesi oldu. Aramızdaki bir iki gencin Rus istihbaratına çalıştığını öğrendik. Mahkemede bir adam durdu dedi ki, 'Siz Sovyetlere karşı propaganda dersi veriyorsunuz.' Arkadan başörtülü bir kadın çıktı, başörtüsünü çıkarttı ve başörtüyü o sözü söyleyenin üstüne atarak, 'Al' dedi. 'Sen erkek değilsin, bunu başına bağla' diye bağırdı. İşte biz böyle şeyler yaşadık.
**Sovyetlerin bölgedeki baskısı, halk tarafından nasıl karşılanıyordu?
-Halk zaten korkuyordu. Çünkü öyle bir baskı kurmuşlardı ki üzerimizde, onlardan habersiz adım atamıyorduk. Ancak biz hep diyorduk ki, 'Azerbaycan bağımsız olacak.' Mahkemeden sonra Elçibey'i taş ocaklarına gönderdiler. Madenci olarak çalıştırıyordu. Ancak halk Elçibey'i o kadar benimsemişti ki, ona taş taşıtmıyorlardı. Elçibey'in yapacağı işi bir başkası yapıyor ve Elçibey de kendi işleri ile uğraşıyordu. Hatta oradaki mahkumlar taştan Elçibey'e bir otağı yapmıştı. Kitap yazıyordu, dışarıdaki grupları örgütlüyordu. Boş durmuyordu yani. Elçibey taş ocağına gittiği zaman, kimse korkudan onu ziyaret edemiyordu. Sadece eşim ve ben onun yanına gidebiliyorduk. Bir gün ben oraya gittim ve gördüm ki, Sovyet askerleri Elçibey'i köpeklerle birlikte götürüyordu. Ben onu o halde görünce dayanamadım ve ağladım. Ve ben o zaman dedim ki, 'Biz bağımsız bir millet olsak, Rus askerleri Elçibey'i o halde getirmez' diye düşündüm. Ceza evinden çıktıktan sonra da mücadelesi durmadan devam etti. Glasnost politikası izlendi. Ancak Ukrayna şaha kalktı, Gürcüler de bir taraftan ayaklanıyordu. Ancak Ortaasya'da ses yoktu. Türklerin içinde sadece biz sesimizi çıkartıyorduk. Kazak Tatarları da ciddi mücadele verdi. Ardından Ruslar bizim üstümüze ordu göndermeye başladı. Türkler sıçramasın, istediler.
**Rus orduları tankları ile Azerbaycan'a girdiğinde neler yaşadınız ve ne gibi bir yol izlediniz?
-Rus orduları artık fiziksel müdahalelere başlamak istiyordu. Ellerinde silahlarla sokaklarımızda geziyorlardı. Ben o dönem tehlikeyi hissettim ve Elçibey'in ailesini sakladım. Eve geldim ancak her yer karanlıktı, elektrik yoktu ve evde topladığım bayanlar da korkuyorlardı. Ben hepsine güç verdim. Onları ayağa kaldırdım. Ancak bende durumun farkındaydım. Odama gittim. 'Türkiye'nin Sesi' radyosunu açtım. Duydum ki, Türkiye'de bizim için eylemler yapıyorlar. Ben bunu duyduğum zaman gözlerimden yaşlar gelmişti ve benim için büyük bir umut ışığı, itici bir güç oldu. Sonra dedim ki, 'Kalkın Nene Hatunlarım, biz de yürüyüş yapacağız. Bir tane hatun yok demedi. Sabahtan 5 bin tane kadınla sokaklara çıktık. Ben Türk erkeğinin psikolojisini iyi bilirim. Hanımı dışarıda olduğu zaman, erkek evinde oturmaz o da mecbur dışarı çıkardı. Ve öyle de oldu. Sokaklar doldu, taştı. Varsın bizi vursunlar, dedik. Hepimizi de vuramazlardı ya. Kalanlarımız mücadeleye devam ederdi. Biz 5 bin kadınla dışarı çıktık, evde kimse kalmadı. Çoluk çocuk, yaşlı demeden bütün erkekler sokağa döküldü. Bir milyondan çok insan sokaktaydı. Rus komutanlara dediler ki, sakın kadınlarına dokunmayın sizi mahvederler. Gorbaçov'un gözü korkmuştu ve acizliğinden vur emri veremedi.
**Peki bu büyük yürüyüş istediğiniz gibi sonuçlandı mı?
-Evet. Aslında istediğimizi yaptık ve erkekleri sokağa dökmüştük. Ancak yürürken bir Rus askeri silahı göğsüme doğrulttu. Bir an düşündüm ölsem, neler olur? Ve o an dedim ki, 'Eyvah ölüyorum, Türkiyemi görmeden ölüyorum. Yani ben burada Türkiye'nin önemini anlatmak istiyorum. İkinci bir Türkiyemiz yok.
**Alparslan Türkeş ile Elçibey'in nasıl bir ilişkisi vardı?
-Bağbuş Alparslan Türkeş de en az benim için Elçibey kadar değerli bir şahsiyetti. Ortaasya'daki Türk devletlerine bu iki lider gibi liderler gelse, Turan Birliği bir hayal değil, bir hedef olurdu. Türkeş beyi ilk, Azerbaycan'a geldiği zaman görmüştüm. Elçibey ile sarılıp bir şey demeden ağlamışlardı. Elçibey'de Ankara'ya geldiği zaman Anıtkabir'i ziyaret etmişti ve orada hatıra defterine şunları yazmıştı: 'Ey böyük Türk'ün böyük Komutanı, seni ziyaret etmekle özüm ve bütün milletim adına şeref duydum.' İmzasına da 'Senin esgerin, Ebülfez Elçibey' olarak attı.
**Hep bir halk temsilcisi görevi üstlenmişsiniz. Azerbaycan veya Türkiye'de devlet görevi üstlenme gibi bir isteğiniz oldu mu?
-1992’ de Devlet Bakanı ve 1993’ de bakanlık teklifi geldi Ancak ben kabul etmedim. Çünkü halk ile iç içe olarak daha başarılı oluyordum.
**Peki Elçibey ile olan unutamadığınız bir anı var mı?
-Elçibey ile olan hiçbir an unutulmazdı. Çünkü o bir bağımsızlık savaşçısıydı. Mesela bizim bin 300 tane şehidimiz vardı. Azerbaycan halkı, o şehitler başımızın tacıdır dedi ve şehrin üst tarafında bir dağ vardı, oraya gömdüler. Orada bizim bir şehitliğimiz vardı ve Ruslar da bunu biliyordu. Ruslar geldikten sonra burayı yıkıyor ve Kirov Parkı yapıyor. Kirov da bir Rus generaldir. Daha sonra şehit olanlar başka bir yere gömüldü ve Ruslar bilmesin diye üstüne çalılıklar yerleştirildi. O şehitliği sadece Elçibey, ben ve birkaç kişi biliyordu. Gizlice oraya gider, diz çöküp dualar ederdik. 'Allah Türkiye askerini bir kez daha bize yardıma göndersin' derdik.
**Lenin heykelinin yıkılmasında rol oynadınız mı?
-Elbette ki başrolde ben vardım. Bayanları ben örgütlüyordum. Bizim bir Hürriyet Meydanımız var. Eskiden bu meydanın ismi Lenin Meydanı'ydı. Orada bir Lenin anıtı vardı. Biz kadınlar gece baltalarla geldik ve o heykeli baltalarla vura vura yıktık. Taşlarını da Hazar Denizi'ne attık. Çünkü o taşlardan bir tanesini bizim evin yakınında görseler, bizi hemen tutuklayacaklardı.
Prof. Dr. Hanım Halilova kimdir?
Azerbaycan bağımsızlık hareketinin baş aktörlerinden Prof. Dr. Hanım Halilova 1948'de Azerbaycan'ın Gence şehrinde doğdu. Babası Sovyet sistemine karşı çıktığı için sürgüne gönderildi. Hanım Halilova, ailesi sürgündeyken doğdu. Hanım Halilova orta öğrenimi bitirdiği yıl Azerbaycan Devlet Üniversitesi Kimya Fakültesi'ni kazandı. Üniversiteyi bitirdiği yıl doktora sınavına girdi ve kazandı. Hanım Halilova’ya 1992’de Devlet Bakanı ve 1993’de bakanlık teklifi geldi. Hanım Halilova bu makamların hiçbirini kabul etmedi. Azerbaycan topraklarını işgal eden Ermenilere karşı Vatanı savunmak için "Askeri Kadın Taburunu" kurdu. Azerbaycan'daki Lenin heykelini bir gece baltalarla yıkan Halilova, Alparslan Türkeş'in Başdanışmanlığı görevini de yaptı. Günümüzde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nde ders vermektedir.