Tûr Nûr İle Dolunca

Nurten Selma Çevikoğlu

Yine ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz.

Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’

Sevgili okurlar bugün, 25 ve 26.beyitleri birlikte işlemeyi mûrâd ediyoruz.

Toprak beden, aşk yüzünden göklerin üstüne yükseldi. Dağ bile aşkın tesiriyle çevikleşip oynadı.” (25. Beyit) “Ey âşık! Aşk tûr dağına can gibi geldi. Tûr mest oldu, Mûsâ’da kendinden geçti, düştü bayıldı.” (26.Beyit)

‘Aşk öyle bir güç öyle bir iksirdir ki, topraktan meydana gelmiş olan insan bedenini şeffaflaştırır ve semâların ötesine ışınlar; cansız ve câmid bir kütle olan dağı canlandırır ve ona raks ettirir. Aşk, sonsuz kudretin en büyük mu’cizesidir. Yüce peygamberlerden İdris, İsâ ve Muhammed aleyhisselam aşkın burakıyla semâların burçlarından seyran eylemişlerdi. Kur’ân-ı Kerim’de, İdris aleyhisselam için: “Biz O’nu yüce bir makâma yükselttik.” (Meryem, 57) İsâ aleyhisselam için: “Ben Seni Kendi katıma yükseleceğim.” (Âli İmran, 55) Hz. Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’ı da mi’râca yükseltmiş ve O hiçbir kula nasip olmayan mânevî sırlara mazhar olmuştur. “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra, 1)

Kur’an ifâdesiyle Hz. Muhammed, aleyhissalâtu vesselam da diğer peygamberler de birer insandırlar. Peygamberlerin de vücut hamurları topraktandır. Onlar da dünyâya ve yer çekimine hilkat bağı ile bağlıdırlar. Hal böyle iken Allah aşkı, onları pişirir, yakar, eritir, benliklerini yok eder de, tecelli kanatları ile kendi katına yükseltir.

Allah aşkı kim de mevcut ise o aşk ona kan verir, can verir ve mûcizeler yaşatır. İlâhî cezbe ile beslenen aşkın harâreti, sûrî yâni Allâh’ın korumasında olan varlığı eritir, beşeri kesâfeti dağıtır ve âşığı bir nur buketi hâline getirir; sonra da ışık hızından daha da sür’atle, varlık âleminin büyülü enginliklerinde seyran eyletir. İlâhî tecellilerin sergilendiği mânevî âlemlerin sihirli güzelliklerini temâşa ettirir. Böylesine doyumsuz tecellilere mazhar olan insan da topraktan yaratılmıştır ama toprak onda artık, nûra dönüşmüştür. Bu gibi mânevî hâdiseler, yaşanmakla anlaşılabilen ifâdenin dar kalıplarına sığmayan ve keşfen bilinen sübjektif olaylardır.’ (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, s.55, Konya, 2008)

Cenâbı Hak tıpkı peygamberler de dâhil bütün insanların yaratılış hamurunu topraktan oluşturmuştur. Ancak toprağın içine aşk girerse, o yücelir. Bu nasıl olur? İnsan kendini Allah Teâlâ’nın gönderdiği ‘İlâhî Vahiy Kılavuzu’ olan Kur’ân’ı Kerim emirleri doğrultusunda kullanırsa, o kendini zâyi etmeyerek mustakîm bir yolda ilerler. Bu şekilde insan kendine değer vermiş olur. Kendine Hak için değer veren Hak katında da değerli olur ve kıymet bulur. İşte bu insan aşk ile yükselir ve yücelir. Tabi böylesi özel ve güzel hallere öylesi kuru, cansız, donuk-sönük ibâdetlerle erişilmez. Son derece samîmâne, ihlasla, tükenmeyen bir gayretle vuslata koşmalı ki, âşık sırlara ulaşabilsin.

Toprağa bir şeyler ektiğiniz zaman ona bakmak lâzımdır. Yeri geri gelir toprak çoraklaşır, bakarsan gül de biter. Ancak toprağa tohumu ekerken sevgi ile ekmelidir ki, aşk ile bire bin versin. İşte aynı ibâdetleri yaparken sevgiyle, samimiyetle ihlasla yapmalı. O da yetmez. Duâda gerekli. Kâmil bir kul ibâdetleri ihlasla yapacak sonra dua dua yalvaracak, yakaracak. Aşk, kalbe dua ile ekilir. Öyle aşka hemen kolayca erişilmez, çeşitli merhalelerden geçeceksin, yanacaksın, cehd edeceksin, vaz geçmeyeceksin, pişeceksin. İbâdetler ruhla yapılırsa bir netice çıkar, yoksa gönülden yapılmayanlar cansız cesede benzer sâdece geometrik şekilden ibâret kalır. Aşk ile yapılanlar kıymetlidir. Aşk ile dağ bile yerinden oynar.

Bilindiği üzere, Musa aleyhisselam, Benî İsrâil’i Allâh’ın izniyle, Firavunun zulmünden kurtarmış, denizi aşmış ve onları Sina çölüne getirmişti. Kendisine semâvî bir kitap verileceğinden dolayı yine Rabb’inin emriyle kırk gün oruç tuttu. Yerine kardeşi Hârun’u bırakarak Tûr dağına gitti. Oradaki tecelliyi Hz. Kur’an şöyle anlatıyor: “Musa tâyin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de, Rabbi onunla konuşunca; ‘Rabbim! Bana (kendini) göster; Seni göreyim!’ dedi. (Rabbi): ‘Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!’ buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince, onu paramparça etti, Musa da, baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.” (A’raf, 143) Meal notu: Hz. Musa, Yüce Allâh’ın dünyâda görülemeyeceğini bildiği halde kendisindeki şiddetli iştiyak sebebiyle Allâh’a böyle bir niyazda bulundu. Çünkü o, Allâh’ın sözlerini duyunca adeta kendinin dünyâda olduğunu unutmuş, âhiret ve cennet hayâtına kavuştuğunu zannetmişti.

Buradaki püf noktası ‘vuslat’tır. Allah aşkı, insanı nûr ile doldurur. Vuslatın ışığı Tûru, nûr ile doldurdu. Vuslat ışığı da ancak kâmil insanlarda görülür. Tûr dağının nûr tecellisiyle Hak aşkıyla, mülâkî olması neticesi, aslında Allâhu Teâlâ katında kolay bir hâdisedir. Ama insanda nûr tecellisi elbette herkesin kaldırabileceği durum değildir. İnşallah ebedi âlemde vuslat tecellilerine nâil olanlardan olmak niyazıyla…

Cumânız mübârek olsun.



Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.