1970'li yıllarda yapılmış Truva atının önünde poz vermişler. 2018’de işi geliştirmişiz.
2018 Türkiye’de “Troya Yılı” olarak, çok sayıda etkinlikle kutlanacak; bazı uluslararası örgütlerin yıllık toplantıları Türkiye'de yapılacakmış. Ayrıca Troya’nın yüzü olması için Brad Pitt’le görüşmeler yapılıyormuş.
Yetkili ağızlardan bir müjde gibi sunuluyor haber.
Milletimizin beklentisi, dertlerinden biri de zaten buydu. Bir taraftan Çanakkale ruhundan bahsedeceğiz, törenler yapacağız; “Âkif” diyeceğiz diğer yandan Troya’yı ihya edeceğiz.
Çanakkale kahramanları yerine heyula gibi, muteber Troya kahramanlarını dikeceğiz.
Alın size “milli(!) ve yerli” bir şamata.
Yarın isim değiştirmeleri de gündeme gelebilir. Biliyor musunuz şimdiden “köksüz” bazı yazarlar, “ Çanakkale’nin adı Troya olarak değiştirilmelidir” demeye başladı.
Turizm her şeyi mubah kılar mı? Haçlı diye çok vurguluyoruz; yoğun öfkeli ifadelerle karşılaşıyoruz.
Fakat bir yandan Ruslara olduğu gibi, kırmızı halıyla karşılıyoruz. Gelen turist kafileleri de Haçlı torunları değil mi?
Veya şöyle sorayım, bir takım kültürleri, efsaneleri anlamlandırma, yaşatma hevesi, icadı niçin?
Karmakarışık bir düzen. Neyi ne sebeple yaptığımız belli değil.
Gö(ste)rmeye, anlamaya çalıştığımız fil mi, kuş mu, film mi. Sürekli, anbean değişiyor. Hiçbir kesinlik, kural yok.
Geri adım atmak zorunda bırakılmalar, tam zıt söylemler; en azından bir zihin eylem karmaşasını da ortaya koyuyor.
Bu teveccüh, çaba, özen neden. Hizmet niye? Ne mecburiyetimiz var.
Doğruluğu, adaleti, ahlakı çok mu yerleştirdik ki iş kutlamalara, festivallere, eğlencelere kalıyor.
Amerikalı aktörün parasını mı da yükleneceğiz? Bir ara Angelina Jolie diye tutturmuştuk bilirsiniz.
Günümüzde hâlihazırda her yer yabancı isimler, mekânlarla dolu.
Bir de bunların atalarını(!) hortlatıyor, tarihi köklerini bulup, yenilerini ekliyoruz. Geçmiş, bugün ve geleceklerini birleştiriyoruz.
Neticede sırf turistik hamle olarak kalmıyor faaliyetlerimiz.
İz bırakmaya çalışmaktayız. Diğer taraftan karşı izleri sağlamlaştırıp yüceltiyor, yerleştiriyoruz.
Müspet yöndeki inşaları küçültüp, tesirini hafifletiyor, çelişkili durumlar, karışıklıklar yaratıyoruz. Bize has çizgiler, gelenek, kültür eriyor.
Bizi belki teyakkuz halinde tutan “Truva atı” hikâyesi, Brad Pit’in parlatılmış cilalı yüzüyle ehlîleştirilip sevecenleştiriliyor.
Hamaset yapmak kolay. Ancak bir noktaya kadar. Tahammülü zor gerçekleri, daha ne kadar çarpıtabiliriz?
Gitgide ağırlığını artıran küresel zorba bir kültüre karşı, hangi maddî-manevî silahlarla karşı koyacağız; kendi dilini bile okuyup anlamayan, yazamayan fikirsiz şuursuz bir gençlikle mi?
Hafızasız nesiller, gittikçe yükselen yabancı işaret taşları karşısında, bize dair bir aidiyet, onur, direnç ve kuvvet hissedebilirler mi?
Ellerimizle koyduğumuz Truva atlarından, nice kurulmuş şer askerleri çıkıyor, farkında mıyız?
Neleri kaybettik, hatırlayan var mı? Sırf gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakınız yeter.
Dinî ve millî şuur ile yansımaları, öz kültürümüz de; kabuksu, turistik “bir gösteri” olarak kalacak diye korkarım.