Yörük kelimesi, “yörümek/yürümek” fiilinden türemiş. Yörükler tarih boyunca göçebe kültürüyle yaşayan insanlar. Günümüzde çoğunlukla Anadolu dağlarında ve kısmen Balkan Yarımadası'nda yaşayan
Oğuz Türklerine verilen addır Yörük.
Orta Asya’dan kopup gelen milyonlarca Türk’ün yürüyerek Anadolu coğrafyasına ve Balkanlara dağılması kim bilir belki de bu “yörüme” kültürünün bir sonucudur.
Pek çoğu, göçebe kültüründen yerleşik düzene geçen Yörüklerin sayısı giderek azalsa da
Anadolu’daki nüfusun atası onlardır. Geçimlerini hayvancılıkla sağlayıp mevsimlere göre göç ettikleri ovalarda ve yaylalarda keçi, koyun otlatarak yaşarlar. Günümüzde modern hayatın imkanlarından yararlanmaya başladıkları için şimdilerde geleneksel evleri olan kıl çadırlarda yaşayanlar da azalmıştır.
Daha ötesi, develerle, atlarla yapılan Yörük göçler günümüzde artık kamyonlarla traktörlerle
yapılmaktadır. Gördüğünüz gibi değişen sosyal hayat ve gelişen teknoloji Yörüklerin yaşamıma da dokunmuş. Benim de yakından tanıdığım bir Yörük köyü var. Akdeniz sahilinde bir ova köyünde doğup büyüyen biri olarak onların yaşayışıyla ilgili çok şeye de tanıklık etme fırsatım oldu. Bu Yörük köyündeki insanların ataları da vaktiyle bizim yanı başımızda yaşamışlar. Bu verimli ovadaki toprakların sahipleri genetik alışkanlıklarını bırakamadıklarından olacak yine “yörümeye” devam ederek sıtmadan, sivrisinekten kurtulmak için daha yüksek yerlere, serin yaylalara göç etmişler. Arkalarına bile bakmadan sahildeki verimli toprakları terk edip giden bu Yörük köyünün hikayesi bugün bile bir efsane gibi hala anlatılmaktadır. Çok eski bir tarihe sahip olan bu Yörük köyü bugün Torosların yamaçlarındaki bir tepede ve ormanların arasında yaşamaktadır. Yıllarca yolu sokağı olmadan kendi dağlarında özgürce yaşayan bu insanlar, farklı kültüre de uzak kalarak özünü korumuş. Etkileşimin az olması özellikle Türkçenin öz kelimeleri onların ağzında yaşayıp gelmiş. Havası, derelerindeki temiz suları, yollardaki pınarları ve az sayıdaki topraklarında yetiştirdikleri organik ürünleriyle bugüne ulaşabilmişler.
Bu Yörük köyünün yolculuğu bile çok farklı. Köye ulaşırken ve Toroslara tırmanırken solda hata kabul etmeyen uçurumlarla dolu yollardan gitmek zorundasınız. Yörüklerin cesareti temsil ettiği söylense de bir ova çocuğu olan beni bu yollar hep korkutmuştur.
Yol boyunca zifiri karanlıkta ışıl ışıl yanan çoban ateşleriyle sessizliği bozan keçilerin çan sesleri selamlıyor insanı.
Bu Yörük köyünde göçerlik hala azalarak devam ediyor ancak bu köydeki geleneksel mimariye, düğmeli evlere bakınca yerleşik düzene yıllar önce geçtiklerini de anlıyorsunuz. Çünkü bu Türkmen köyünün bilinen en az 600 yıllık bir tarihi de vardır.
Son yıllarda okumak, çalışmak ya da iş kurmak için kentlere gidenler artmış. Bu nedenle sürekli yaşayanların giderek azaldığı bu büyük köyden kente gidenler de buraya bağlanmış. Okuyanlar, bir işte çalışanlar ya da bir mesleği olanlar doğdukları topraklara olan bağlarını hiç koparmamış. Hayvancılıkla uğraşanlar yazın Akseki civarındaki yaylaya göçerken kışları da köyün aşağılarındaki kışlak obalarda hayatlarını sürdürüyor ve Yörük kültürünü devam ettiriyorlar. Bu kültürün yaşamak için adeta direndiği bir yer burası. Keçi kılından, koyun yününden kirmanla ip eğirmek; derme çatma dokuma tezgahlarında kilim, çuval, kolan, çorap dokumak ve kök boyası kullanmak başka nerelerde
kaldı ki…
Hayvancılıkla uğraşanlar yazın Akseki civarındaki yaylaya göçerken kışları da köyün aşağılarındaki kışlak obalarda hayatlarını sürdürerek Yörükler her zaman zor yaşam koşullarında yaşamayı sürdürebilen, mücadeleci ve dayanıklı insanlardır. Keçi sürüleri ve hayvanlara yüklenen eşyalarla oradan oraya taşınan bu insanların hiçbiri
hayatlarından şikayet etmez. Zorluklarla mücadele etmekten yılmayan sabırla yoğrulmuş Yörük kadınları da kıl çadırlarda doğan bebeklerinin göbeklerini kendileri kesmiş, oradan oraya koşuştururken onları sırtlarında taşıyarak bütün zorluklara katlanmış. Ölülerini bile yayla obalarının kenarlarına gömmüşler. Çünkü zorluklar da acılar da onlar için doğal yaşamın bir parçası olmuştur. Tanıdığım, başka birçok köyden farklı olarak bu zor koşullarda doğan çocukları arasında köyden çıkıp okuyan çok sayıda insan var. Çevremizde bu köyün eğitime düşkün olduğu, çocuklarının da okullarda başarılı olduğu söylenir. Bazıları “bizim oralarda Oxford vardı da okumadık mı” diye yakınırken demek ki buranın çocukları Oxford’u kendileri bulup okumuş. Yoksa bu dağın başından yüzlerce üniversite bitiren insan nasıl olurdu.
Kaderim beni bu köyle tanıştırırken şunları düşündüm: Eğitime düşkün, ticarete yatkın, hayvancılıkta ve tarımda başarılı olan bu köyün gelini olmuştum. Hepsi doğal ve rahat davranan, hoşgörülü bu güzel insanların arasında bulunmak, bir sahil köyü kültüründen sonra Yörük kültürünü yakından tanımak benim için de bir şanstı. Onları her tanıyışımda saygım ve hayranlığım daha da arttı.
Şehirlerde is kokar ama bu Yörük köylerinde kendine has bir Yörük havası tütüyor. Dağlarındaki çam ağaçları, papatyalar, bahçelerdeki çiçekler, keçi çanları, yitip gitmemiş halk ağızları ve diyesekleriyle farklı bir dünyanın kokusunu içinize çekerek adeta bir ömür topluyorsunuz.
Yıllardır fark etmemişim. Meğer eğitim denen şey, sadece seminerlerde, okullarda verilmiyormuş. İşte buralarda yaşayan insanların hayat koşullarına bakarak onlardaki azmi, çalışkanlığı, kararlılığı, direnci ve hoşgörüyü görünce de bunlardan ders çıkarmayı öğreniyor insan. Hepimizin her yerde, her zaman alacağı bir ders mutlaka vardır. Belki ben de uzak bir Yörük köyünden birazcık ders almışımdır.