‘İnsan topraktan yaratıldığı için, toprağın özelliklerini taşır. Toprak zaman zaman kurur, sıcaktan kavrulur, suya hasret çeker. Bir mevsim kışın cefâsına katlanır. Bereketli bahar yağmurlarıyla yeniden dirilir. Bin bir güzellik, renk, koku ve ahengi ile ilâhî kudret nakışları sergiler. İnsanın da toprağa benzer ortak bir kaderi vardır. Dünyevî ihtirasların girdabında çöllerdeki kum fırtınası gibi çalkalanır durur. Nefsin sultasında kendini perişan eder. Ancak nefis engelini aşması neticesinde kâmilleşir. Toprağın bahar yağmurlarıyla hayat bulması gibi feyz ve rahmet tecellilerine nâil olarak diğergamlaşır. Böylece kendine gelen nimetleri, bir bahar bereketinin güzellik ve bolluğu içerisinde Allah (c.c) rızâsı için mümbit topraklar misâli etrâfına infak eder. İnsanın fâni vücûdu topraktan yaratıldığı için toprakla gıdâlanır ve neticede toprakta yok olur. Yâni aslına döner. Topraktaki bütün elementler, insan vücûdunda –az veya çok- mevcuttur. Yine toprak; kırmızı, siyah, beyaz ve benzeri muhtelif renklere sâhip olduğu gibi ondan yaratılan insanlar da muhtelif renkler taşımaktadır. Ayni zamanda toprağın katı ve yumuşak tarafları olduğu gibi insanlar da kâbiliyet ve istidat bakımından farklı farklıdır.’ (Topbaş, Osman Nuri, Nebiler Silsilesi, a.g.e, C.I, s.69) Nitekim âyeti kerime bu husûsu teyid eder. “Görmedin mi? Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yaptık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, dâima üstündür, çok bağışlayandır.” (Fâtır, 27-28)
Toprak içinde barındırdıklarından dolayı vefâlı bir dosttur. Şöyle bir düşünsek, bütün ölenler toprağa gömülmektedir. Bu ölenlerin içerisinde iyilere bir sözümüz yok ama nice kötülük yapanlar, hayâtını zâlimlikle geçirenler, günah bataklığında ömür sürdürenlerin de son gideceği yer toprağın kucağıdır. O herkesi itirazsız yanına alır, bağrına basar, ‘çok günahkarsın, ben seni içime istemiyorum, kabul etmiyorum’ demez. Sanki Yüce ve Aziz Rabb’izin ’El-Vâsî’ esmâsı onda tecelli eder. Bu sebeple insan buradan ibretler çıkarmalı, hayâtı yaşarken toprak gibi olmalıdır. Demek ki içinde nice iyileri ve kötüleri barındırırken hiç sesi çıkmayan toprak vefâli sadık bir dosttur. Ne der âşık Veysel; ‘Dost dost diye nicelerine sarıldım. Benim sâdık yârim kara toprakmış. Çekirdek verdim, dört baştan verdi. Benim sâdık yârim kara topraktır.’ İnsanın toprağa verdiği değer neyse, kendine verdiği kıymet de o kadardır.
Toprak hayattır, o bakımsız ve çorak bırakılmamalıdır. Üzerindeki ölü bitkileri yakmak toprağı verimsizleştirir aynı zamanda bu davranış toprağa yapılan bir zulümdür. Çünkü arazi yâni toprak yakıldığında, içindeki pek çok görünür-görünmez canlılar yanarak ölür. İnsanlar toprağa güzel davranma husûsunda titizlik göstermelidir. Aynı zamanda toprak yağmur sularını emer, bu yönüyle toprak, doğal su kaynağıdır. Yeraltındaki suları toprak süzerek canlıların kullanabileceği hâle getirir. Bunun neticesinde toprak, suya doğal bir arıtma sağlar. Kuyu suları bu yönüyle tercih edilir. İnsanların pek çok hastalığına deva olan şifâlı suları hep toprak arıtır. Yine toprak da, insanların pek çok işinde kolaylık sağlayan çeşitli madenler bulunur. Hâsılı, herkes toprağa çok şey borçludur.
Yapılan bilimsel araştırmalar sonucu, toprağa çıplak ayakla basmanın vücutta biriken negatif enerjiyi aldığı ve stresi azalttığı, kronik hastalıklarda olumlu tesir yaptığı, yaşlanmayı geciktirdiği tespit edilmiştir. Toprağa temas, vücuttaki eloktolit ve mineral dengesinde iyileştirme yaşatır, magnezyum, potasyum, inorganik fosfor, iyonize kalsiyum ve demir seviyeleri pozitif etkilenir. Kandaki fosfor ve kalsiyum miktârı dengelenir. Yanı sıra vücuttaki enfeksiyona iyi gelir. Demek ki, insan için toprakla haşır-neşir olmak beden sağlığına olumlu katkılar yapar.
Toprak geçmiş yıllarda sağlıklı bir barınma yeriydi. Önceki toplumlar hayatlarını sürdürdükleri mekan olarak topraktan yapılmış evleri tercih etmişlerdir. Şanlı Urfa’nın Harran ilçesinde bu yapıların hâlen işlevleri vardır. Fakat daha sonraki sanayileşme sürecinde demir, beton ve çimentoyla tanışan insanlar, gâyet sağlıksız olan binalarda barınmayı yeğlediler.
Toprak, içinde nice târihsel birikimi barındırır. Yapılan kazılar sonucu geçmiş târihsel medeniyetlerin toprağın altında gömülü olduğu anlaşılmıştır. Bu yönüyle pek çok değerli târihsel zenginliklerin üzeri toprak ile örtülü olup keşfedilmeyi beklemektedir. Toprak aynı zamanda bir bahttır, topraksızlık ise bahtsızlıktır. Mâziden âtiye, insanın her şeyi toprak üzerinde şekillenmiştir. Toprak, insan hayâtında belirleyici özelliktedir. Toprağın verimliliğindeki cömertliği, medeniyetler ortaya çıkarır, târih bunun şâhididir.
Toprak vatandır, uğrunda can verilir. İstiklal marşımızın şâiri Mehmet Akif Ersoy der ki; ‘Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ, Şuheda fışkırıyor toprağı sıksan şüheda’ dizeleriyle vatanın kutsiyetini anlatır. Vatan milletlerin hayat kaynağı, varlığı ve güvenliğidir. Bu husûsiyetleriyle toprak, âit olduğu milletin mayasıdır, ebediyetini bağladığı yurdudur. Gök kubbe altında insanın barındığı en kıymetli toprak vatan toprağıdır vesselam.