RÖPORTAJ KEREM İŞKAN
Sayın Baykan, Konya'nın yetiştirdiği uluslararası alanda meşhur olmuş Taşkentlilerden birisiniz. Taşkent'i ve çocukluğunuzu değerlendirebilir misiniz?
-Şimdi bizim Taşkent'in karakteristik özelliği çok hayatını sürdürebilme açısından, süreklilik açısından mümkün olmayan bir yer. Konya, sonra İstanbul olmak üzere sürekli göç veren yer. Bizim ailemizde bu özelliğe uygun olarak Konya'ya çok erken zaman diliminde göç eden bir aile. Baba tarafım, babam 3 yaşındayken Konya'ya göç ediyor. Anne tarafım, annemin ailesi annemin genç kızlık çağında Konya'ya göç ediyor. Ama belki biraz dağlı milliyetçiliği görüntüsü bırakın birinci derece, ikinci derece akrabamızda olmasa sürekli Taşkent bağımız devam etti. Başka bir özellik memlekete bağlılığın dışında da bunu sağlayan dağın başında bir yerde sürekli dışarıdan gelenleri ağırlayacak tarzda ve çapta otel hep oldu. Şimdi de Otel Pirlerkondu oldu. Rahatlıkla gidip, misafir dahi götürebileceğin hizmetleri verebilen çok güzel bir ortam. Ama Konya'da hep Taşkentliler iç içe yaşadı. Doğduğumuz büyüdüğümüz, çocukluğumuzun geçtiği ve bu mahalle Çaybaşı Mahallesi. Daha doğrusu Çaybaşı Caddesi. Çay akan, çaya ara sıra apalama, yürüme çağına gelen çocukların düştüğü, Çaybaşı hikayelerinin konuşulduğu ve hatırladığımız, çayında yüzdüğümüz Çaybaşı mahallesi. Sonrasında tabi çay may kalmadı. Cadde oldu tam olarak. 2 oda, 1 mabeyin kerpiç ev. Tuvaleti dışarıda. 1964 doğumluyum. Aklımızın ermeye başladığı zaman dilimi içerisinde geniş bir bahçenin içerisinde şimdi birkaç sene önce yıkılıp var olmayan kerpiç ev ve dedemin oturduğu alt katında da sırasıyla amcalarımın bir ara biz de oturmuşuz iki katlı bir ev. Hala mevcut. Sonrasında 1974 yılının şartlarında babamların yaptırdığı, rahmetli amcamla birlikte bitişik nizam. İki kat 4 daire, bir bina. Biz de orada evlendik, orada çocuk sahibi olduk.
Büyük bir ailenin içinde mi büyüdünüz?
Kesinlikle büyük bir ailenin içinde büyüdük.
Sporla tanışma nerede başladı?
Sporla tanışmamız şöyle; Çocukluğunuzdan beri mahallede top oynuyorsunuz doğal olarak. 4 taş, iki kale. Hatta Mevlana Ortaokulu benim ortaokulum. Bir taraf Çaybaşı, Hacıfettah, Uzunharmanlar, kalfalardan öğrenci profili. Bir tarafta Muhacir Pazarı, İstasyon mahallesi, Pirebi taraflarından gelen öğrenciler. Bizim kesimde 4 taştan iki kale, 1 top varsa mahallede zengin çocuğu onun topu, yoksa naylon top. Öbür taraftan gelenler de Mümtaz Koru Okulunun bahçesi, stadyumda basketbol korttan dolayı basketbol.
Onlar biraz daha mı elitti ?
Daha elit tabi. Böyle İbrahim Tatlıses'in dediği gibi Oxford vardı da okumadık mı. Bizim mahallerde basketbol potası yoktu. Caddeler ya da okul bahçeleri sahamız. Hatta ana cadde üstünde top oynayabilecek kadar o yılların trafik yoğunluğunu söyleyebilirim. Araba geldi mi durur, lastiğin altına top gider, patlar. Komşunun bahçesine top gider, kimi anlayışlıdır, kimi keser. Bunlar hep çocuklukta yaşadığımız şeyler. Sonrasında Mevlana Ortaokulunda her yıl atletizm seçmeleri yapılırdı. Uzun mesafede Seçil Kutay, şimdi Ankara'da yaşayan Beden Eğitimi öğretmenimiz, nefesimizin iyiliğinden dolayı bizi stadyuma çağırdı. Hocamızda Fazlı Bayram Hadi, şimdi Adana İl Müdürümüz. O günlerde işte Hadim, Kongul'dan çıkmış. Ama lisede okuyor, ama eğitim enstitüsünde. Stadyumun altından yatıp, kalkıyor. Antrenör bize destek oldu. Biz de Taşkentliyiz , hemşerilikte olunca bize destek oldu. Fakat bir evin bir oğluyuz. Sürekli gözler üstümüzde. Ağabeyim 11 aylıkken vefat etmiş. Biz yerine gelmişiz. Sürekli ailemizin, annemizin, babamızın gözetimi altındayız.
Spor o yıllarda Konya'nın gündeminde ıvır zıvır işler olarak mı algılanıyordu ?
Çok yok. Bakın ben ilkokula giderken mahalleden top sahasına yani stadyuma gelip gittim diye izinsiz, duramadım anneme söyledim, iyi bir dayak yemiştim. O dayağa rağmen babama söyleme diye anneme yalvardım ve annem söylemedi. Kesinlikle. Ben sonrasında da yaşadım o sıkıntıyı. Netice bizim atletizm yapmamıza şiddetle karşı çıkıldı ve o macera yürümeden bitti. Ama içimizde hep ukde olarak kaldı. Sonra mesela Salim Koçak Abiyi bilirsiniz. Konya Şehir Tiyatrosunu kurdu. Seçmeler yapmış falan, sonra haberim oldu, yaz tatili için İstanbul'daydım. Gittim seçmelerden sonra, bana 2 sufle okuttu, çok güzel, başla dedi. Yine aile meclisi toplandı. Rahmetli amcam hiç unutmuyorum. Dedi ki; "Yeğenin ne iş yapıyor dediklerinde artist mi diyeceğim" Babama sonraları şunu demişimdir. Bak koşmadık, artist olmadık. Fırsat bulduğum anda bende Başkan oldum gibi. Bu sporla ilgili yorumda Toptancılar Çarşısı'nda ticaret yapıyoruz. İşte en alt kademeden başladık. Belli bir noktalara geliyoruz. Babama çok gelip giden oldu. “Zeki Dayı senin oğlan topla tüfekle niye uğraşıyor, ne işi var ?” diye.Benim sportif anlamdaki uğraşlarımda rahatlamam Sayın Başbakanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasından sonradır. Niye? İşte rol model, örnek. Siyasetin, yani bizim aile siyasetimizin de, şimdi aklımızın erdiği zaman, ailemizde Rahmetli Erbakan Hoca konuşulurdu. Sonrasında siyasi çizgimiz bizim ailemizin hep o doğrultuda devam etti. Sonra ANAP, Özal muhafazakar kanadı, sonra AK Parti siyaseti. Arada Refah Partisi. Bakın işte yani model olacak birisi. Aile yapıları aynı, çizgi aynı. Bak futboldan geliyor, top oynamış, ticaretle uğraşıyor. Yani hepsini beraber götürüyor. Biraz biraz öyle biraz böyle. Tüm bu gelişmeler ışığında az da olsa sportif çalışmalarımızda rahatlama oldu. Çevremizdeki ailelere göre babam çok daha farklı biriydi. Elimizden tutup İdmanyurdu maçlarına götürür, yüzme havuzuna gitmemize ara sıra izin verirdi. Sürekli bir kıstırılma, denk getirilme hadisesi yaşandı etrafımızda. ASKF seçimleri yapılıyor, sağdan soldan haberler geliyor. Liste yapın destek olalım, şöyle yapın. Bu da kendi siyasetimiz içerisinde. Niye? Sonraki yıllarda anlıyorum artık yani gidiyoruz. Bu arada işimiz gücümüz devam ediyor. İşte biraz önce bahsettim. Babamın ve ailemin arkamızda zırh gibi durması. Ne işi var topla tüfekle ile uğraşıyor? Şimdi bazı alanlarda o kadar zorlanıyoruz ki, Sayın Bakanıma da söyledim bunu. ''Bizim gençlerimizi, cami avlusundan çıkartmayanlar utansın '' dedim. Yani top oynamak günah, sinemaya gitme, saz çalma, onu yapma, bunu yapma. Şimdi görüyorsun Fezi eylemlerinde işte. Ne yapmanın ne yapmak olduğunu. Yani sosyal olmak, yani imam hatipte okuyan arkadaşlarımız o yıllarda bizden çok daha zor durumdalardı. Biz Mevlana Ortaokulu Konya Teknik Lisesi mezunuyuz o arkadaşlara göre tırnak içinde biracık daha rahattık. Sosyal olma adına sporun varlığını eğer bizim camiamız erken keşfedebilseydi, çok daha farklı olurdu. Tabi hep spor tarafından gidiyoruz. Siyaset konuşmayacağız ama çocukluğumuza ait argümanlar ünlü 6 Eylül mitingi Konya'da. O yıl Konya Teknik Lisesi ve EML Akıncılar Teşkilatlarında okul sorumlusu görevini de üstlenmiştik.
Peki sonraki yıllarda da özellikle siyasette, böyle bir 'kıstırılma, denk' getirilme pozisyonu devam etti mi?
Yani hedef haline geldik.
Büyürse ne yaparız tarzı mı?
Bilemiyorum. Yani sonra neden o noktaya geldi, hedef neydi. Bizim şehrimiz çok güzel bir şehir. Bizim şehrimizde aradan sıyrıldığınız zaman bu sıkıntıları yaşamak durumundasınız. Asla bir şikayetim yok. Ayak çekilir, mayak çekilir. Başarılı ol, ayağın çekilirse de çektirme kardeşim. Bu ortamda elbette çok büyük destekler gördük. Çok anlamlı noktalarda çok önemli destekler aldık. Futbol Federasyonuna girişimizde, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Bey'in desteğinden bahsediyorum. Büyük desteği oldu. Siyaseten birilerini kıstırmaya çalışan insanlar, bu kafa yapısındakiler, siyasetin içerisinde çok kalamazlar. Bırak siyaseti, toplumsal hadiselerin içerisinde çok fazla kalamıyorlar. Kendisini yürütmekten daha çok, yürüyenlere çelme takma noktasında olanlar bertaraf olup gidiyorlar. Bu her alanda böyle. Sonra Futbol Federasyonu yönetim kurulu üyesi oldum. Konfederasyon Genel Başkan Yardımcısı oldum. Yönetim Kurulu üyeliğim devam etti. Arada bir 2 yıllık Haluk Ulusoy dönemi hariç tüm yönetimlerde bulundum. 2008'de rahmetli Hasan Doğan'ın Levent Bıçakçı yönetiminden kendi yönetimine aldığı 3 isimden biri oldum. Bu bizim için önemli bir argümandır. 2008 yılında yine Türkiye Milli Olimpiyat Komitesinden fair-play şeref diploması ödülü aldım. 2011 yılında Türkiye Amatör Sporları Konfederasyonu Genel Başkanı oldum. 2007 yılında milletvekili aday adaylığım söz konusuydu, olmadı. Şimdi siyasi adımlar attıkça sporda büyüdükçe şunu gördüm; bizim 1982 yılında kazanıp da amcamın vefatıyla birlikte babamı yalnız bırakmama adına bıraktığımız İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi diplomasına mutlaka sahip olmamız gerekiyor.
DEVAM EDECEK..