Kendini yalnızca bana gösteren, bana görünen; bir benim bildiğim ve üzerine titrediğim bir bahçem var. Arka bahçem. Gizli bahçem... Eminim bu konuda yalnız değilimdir koca Dünya'da. Herkesin olmasa da çoğunuzun ya da en azından bir kısmınızın vardır böyle bir bahçesi. Kendine has, kişiye özgü bir arka bahçesi...
Gerçi ne zamandır pek ilgilenemedim bahçemle. Konu da bu zaten şimdi.
Yıllar önce oraya düşen ve o yılın bereketli yağmur suları sayesinde toprağın altına düşen bir tohum vardı bahçemde. Gün gibi aklımda. Hatırlıyorum o tohumu. Hiç unutur muyum? Size ondan bahsedeceğim.
İşin içinde hiç bir emek hatta basit bir el yordamı bile yoktu, o tohumla ilgili. Onun bakımı ve gelişimiyle ilgili. Tohumun, toprağın altına girip tutunacağı varmış orada işte, bir ilahi buyrugun karsisindaki kaçınılmaz emre amadelikle. Arka bahçemin en gizli ve en kutsal saydığım tohumuydu o da öylece. Kendiliğinden, benden bagımsız, ilahi olana karşı itaatkarlığı ama bana karşı olan başı buyrukluğuyla. Gün gibi aklımda.
Bahçenin güneş almayan kör bir noktasını mesken tutmuştu kendisine. Onu uzaktan izlerken, "Tutmaz bu" dediğimi hatırlıyorum. "Tutmaz, tutunamaz, yeseremez." ... İntihar gibi bir işti yani, kendisine öyle kör bir noktayı seçmiş olması. Üzülmüştüm onun adına. Oysa kendini bana bırakmış olsaydı, bahçedeki gün ışığı alan verimli bir bölgeyi seçebilirdim onun için. Cahilce söz dinlemezliği ve asiliği yüzünden, içindeki nüveyi hiç bir zaman ortaya çıkartamayacaktı işte!
Dedim ya, yıllar önceydi tum bunlar. Seneler... Bugünlerin ve o günlerin arasına zaman girdi. Zaman ki, öyle dönüştürücü ve değiştirici bir güçtür, bilirsiniz. Fakat her şey gün gibi aklımda, her nasılsa. Arka bahçemin kendi hafızası, biriktirdiği tüm anıları, olduğu gibi bana aktarıp kendine orada sonsuza dek kalacak bir yer edinmenin yolunu bulmuş olmalı. Kendi iradesi olmalı, bu bağlamda.
Geçen o zaman zarfının içinde, arada sırada işler yolunda mı, asayiş berkemal mi, ya da, orada neler olup bitiyor diye pek de ilgilenmişliğim vaki değildir bahçemle ayrıca, itiraf etmek gerekirse. Fakat o rabıta, geçen zamana rağmen hiç kopmamış işte, garip bir şekilde. Artık ne kadar güçlüyse!
Nitekim, o bahçenin o gün ışığı almayan kör ve karanlık noktasını kendisine yurt edinen tohumun tuttuğunu, tutunduğunu, yeşerdiğini hatta boy atıp büyüdüğünü duydum, yenilerde. Nasıl mı? Bahçeden kaçıp gelen masalsı ve iki kanatlı bir gizem, pencerenin önünde aniden belirip kulağıma bunları fısıldayip yok oldu, geçen gün. Birden bire... Ondan aldım bu haberi.
Güneş ışığı almayan toprakta bir tohum nasıl ama nasıl yeşermiş olabilir ki, bunu düşündüm en başta. Gerçi söz konusu diyarın zaten biraz Dünnya dışı bir yer olduğunu göz önünde bulundurunca, sorunun kendisi geçersiz kalıyor. Öyle değil mi? 'Nasıl'ı şu ki: bir şekilde... Peki nüvesinde ne saklıymış o tohumun ve büyüdüğü zaman neye dönüşmüş? Tehlikeli mi, tiksindirici mi yoksa aklı baştan alan ve hayranlık uyandıracak bir şeye mi? Gidip bir bakacağım... O tohumun, özünde bir nifak tohumu mu, yoksa, iyi ve güzel bir tohum mu olduğunu göreceğim.
İki türlüsünde de tekrar yazarım.