Tevekkül hakikatte insan rûhu için bir terakkîdir. Tevekkül ile Rabb’ine yönelen insanın bu hâli hem ibâdettir hem de sâlih amel. Tevekkülsüz insanlar nefislerine tâbi olduklarından hayatlarında hep endişelerle ve tedirginliklerle birlikte yaşarlar. Oysaki tevekkül sâhibi insanlar her türlü şartta yüce Yaratıcıya teslim olmuş, hallerinden râzı kimselerdir. Onlar Allah Teâlâ’dan başkasına bel bağlamazlar. Her türlü dilek ve arzularını yalnızca kâinâtın yüce sâhibinden isterler. Verirse şükreder, vermez ise tevekkül ederler. Halbuki kendilerine güvenenler, nefislerine uyanlar, istekleri olmadığında yâhut güçleri tükendiğinde çâresiz ve ümitsiz kalırlar, bîtap düşerler. Hangi kapıya gideceklerini bilemezler. Hatâ üstüne hatâ yaparlar. İnsan âcizdir, zayıftır. İnsanoğlunun kendinden daha aşkın, güvenilecek bir mercie yönelmesi fıtratı icâbıdır. Yüce Yaratıcı kendisine hep muhtaç olunan ama kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayandır.
İnsanın kendine yâni nefsine güvenmesi çarpık bir mantıktır. Bunun bir gücü ve değeri de yoktur. Sebepleri yerine getirdikten sonra kişinin işini Allah Teâlâ’ya ısmarlaması, O’na güvenmesi insan psikolojisi için en büyük güç kaynağıdır. Kendi nefsine değil de yüce Allâh’a güvenen, dayanan en büyük güce dayanmış demektir. Bu kişi için büyük bir zenginliktir. İnsanın gönlünün rahatlığı ve huzûru onun tek dileği değil midir? Maddi ve mânevi kazanımlar, huzur ve mutluluk, gönül rahatlığına bağlıdır. Gönüllerde tam anlamıyla tevekkülün mekan tutması gönül huzûru için şarttır. O halde inanan kişi işlerini yoluna koymak adına üzerine düşeni yaptıktan sonra gerisini Cenâbı Hakk’a havâle etmesi, O yüce Yaratıcının da kendisi için en hayırlısını, en güzelini nasip edeceğine inanması, insanın gönül huzûru ve iç rahatlığıdır.
Tevekkül etmeyen insanlar da bir işin olması için gayret sarf ederler ama kendilerini aşan sonsuz bir güce bağlanmadıklarından, işlerinin neticesini aşkın bir güçten dilemedikleri için ‘acaba olacak mı? Olmayacak mı?’ endişesi içinde bir türlü iç huzûruna sâhip olamazlar. Telaşlı ve sıkıntılı bir bekleyişle belki de umduklarını elde edemezler. Herhangi bir teselli kaynakları olmadıklarından dövünerek, üzülerek, strese girerek, sinirleri gerilerek sonuca bir türlü râzı olmak istemezler ve çoğu zaman bunalıma girerler. Bugünkü materyalist anlayışta yaşayanlarla birlikte dinlerini bilinçsizçe yaşayanların da tevekkül ile yaşamaya şiddetle ihtiyaçları vardır.
Abdulkadir Geylâni Hazretlerinin bu konudaki tavsiyeleri herkes için birçok mesajlar ihtiva ediyor:
‘İyiliğin gelmesini, kötülüğün gitmesini isteme.. Eğer kısmetinde sana gelecek bir nimet varsa; istesen de gelir istemesen de.. Belâ da aynı.. Eğer sana gelecek bir belâ varsa, kaçsan da gelir; dursan da. İstersen o belânın kalkması için duâya sarıl.. İstersen Allah için kendini bir yere attır; elbette gelecek gelir..
Sana lâzım olan bunların hepsinde Hakka teslim olmaktır. Hepsini ona teslim et.. Eğer nimet gelirse şükretmeye başla!.. Belâ da gelirse sabretmeye çalış.. Gizlemeye çalış! Gücün yettiği kadar gidermeye gayret et... Allâh'ın sana verdiği manevî hâlin kuvvetiyle ve gittiğin yolun icâbı olarak bunları yapmak mecburiyetindesin...
İşte dünyâdaki belâ ateşini de söndüren bu nurdur.. Sen de eğer sabreder, Hakk’a uyarsan mükâfatını görürsün... Belânın sana gelmesi seni heyecana düşürmesin. Yaklaşması seni çekindirmesin. Çünkü belâ seni öldürmek için gelmez, seni tecrübe etmek için gelir, imânın sıhhatini ölçmek için gelir.. Hakk’a karşı olan bağlılığını kuvvetlendirmek ister; senden memnun olur, seni Hakk’a müjdeler...
Dünya ve âhiret için elindekiyle yetin.. Dünya ve âhiret için kötülediğimiz şeyleri kötü olarak bil. Her sevilen, istenen Allah için istenmeli.. Ve her istenilmeyen yine onun için istenmemeli. Sen bil ki, tevekkül, kalbin hallerinden bir haldir. Bu da, Allâhü Teâlâ'nın vahdetine, tevhidine ve lûtfunun yüceliğine olan îmânın meyvesidir. Bunun mânâsı, kalbin vekile güvenmesi, itimat etmesidir. Onun güvenip rahat bulmasıdır.’ (1)
İnsan mevcut gücünü ve sabrını o anda yaşadığı şey için kullanmalı, lüzumsuz şeylere dağıtmamalı, olaylara tevekkülle yaklaşmalıdır. Böyle hareket edilmesinin neticesi hayırlı, zararsız ve sevindirici olur ya da en az zararla atlatılır. İnançla, tevekkülle mukâbele, kaybı ebedi âlem için kullanılacak bir sermâyeye dönüştürüp kişiyi kârlı çıkarır.
Hakiki mânâda tevekkül anlayışıyla hayâtımıza yeniden yön vermek niyâzıyla siz değerli okuyucularımı âlemlerin mutlak sâhibine emânet ediyorum efendim.
---------------
1 Abdulkâdir Geylânî, Futûhul Gayb, s.57