Nereye gidiyoruz yazı serisi (4)
Ülkemizin doğu ve güneydoğusunu içine alan ve PKK cinayet örgütü tarafından sistemli bir şekilde yürütülen terör, bölgesel bir hareket olmayıp tamamen dış desteklerle yürümektedir. Bu dış destekçilerden biri ABD ise diğeri İsrail’dir.
Bunlar Türk hükümetlerinin gaflet ve dalaletlerinden istifade ederek ve bir takım cazip teklifler öne sürerek bizim ülkemizde değişik organizasyonlar kurmuşlar ve gözümüzün içine bakarak bu desteklerini gerçekleştirmişlerdir.
İşte 1990’lı yıllarda ülkemizde konuşlanan “Çekiç Güç” böyle bir fitne ve fesat merkezi olarak çalışmıştır. Şimdi de “NATO Füze Kalkanı” adıyla bir askeri organizasyon karşımıza çıkmaktadır. AKP hükümetinden Başbakan ve Reisi Cumhurun birlikte katıldıkları 19. Kasım.2010 tarihinde Lizbon’da ki NATO toplantısında alınan kararları kabul etmeleriyle ülkemize bu askeri güç bir “Truva atı” gibi gelecek ve ülkemizin bölünmesini bizzat sağlamaya çalışacaktır.
Bu füze kalkanı daha şimdiden bizi İran’la karşı karşıya getirmiş, 400 yıldır birbiri ile bir savaş çıkmamış olan bu iki dost ve kardeş ülkede savaş tam tamları çalmaya başlamıştır.
Başta ABD olmak üzere Batılı dostlarımızın (!) ve İsrail’in de zaten beklediği budur. “İki Müslüman ülke birbirini yesin, enkaz (yeraltı yer üstü zenginlikleri) toplamak da bize kalsın” demektedirler.
İSRAİL’İN TERÖR DESTEĞİ
Milli Gazeteden Abdülkadir Özkan, 9.Eylül.2011 tarihinde yazdığı yazıda, İsrail’in teröre yaptığı desteği yine kendi yetkililerinin yazmış olduğu bir kitaba dayandırmaktadır.
“Yahudiler, İsrail devleti kurulmadan önce bile bölgemizdeki gelişmeleri yakından izlemişler ve olayların içinde olmuşlardır.
Irak'taki Kürtlerle ülkemize dönük terör olaylarının ne ilgisi var gibi bir yanlış soruya saplanmamak gerekir. Çünkü yıllardan beri PKK terör örgütünün karargâhı, Irak Kürdistan’ındadır. Bunlar eğitimlerini, barınmalarını burada yapmaktadırlar.
İsrail ve bu ülkenin istihbarat servisi olan MOSSAD'ın Irak'ta olup bitenle ne kadar yakından derin ilgilere sahip olduğunu, Kuzey Irak'ta yaşayan Kürtlerin ayaklanmasında ve bugün herkesin dilinde dolaşan "Kürt devleti" tezlerine ulaşmalarında nasıl bir rol oynadığını merak edenler bizzat içerinden bir kalem olan Şalom Nakdimon'nun yazdığı "Irak ve Ortadoğu'da MOSSAD" kitabını okumalıdırlar.
Kitabın yazarı Şalom Nakdimon'un diyor ki; "Gizli bir şekilde yürütülen ve 12 yıl süren Kürt-İsrail ilişkileri, 6 Mart 1975'te ortaya çıktı ve İran-Irak arasında Cezayir Anlaşması'nın imzalanmasıyla maske düştü.
Bu 12 yıl süresince, Irak hükümeti ve ordusuna karşı Kürtlerin liderliğini Molla Mustafa Barzani yürüttü. Bu süreçte, Barzani, İsrailli müsteşarlar heyetine danışarak faaliyetlerini sürdürdü. İsrailli heyetler periyodik olarak her üç ayda bir değişmekteydi. Bu heyetin başında sürekli olarak MOSSAD yetkilisi ve beraberinde İsrail ordusundan bir subay ile teknik danışman bulunurdu.
İsrailli danışmanlar Kürtlere, Iraklıların gerçekleştirdiği saldırılara karşı hayatta kalmayı ve modern savaş yöntemlerini öğrettiler"
Derdim Kürtlerin mücadelesini karalamak değildir. Ancak, olayın ülkemizle ilgili bir boyutu olduğunu tespit etmektir. İsrail ve ABD, Irak Kürtleri ile olan ilgileri kadar ülkemize yönelik PKK terör örgütü ile de ilgililer. Terör örgütünün her türlü desteği İsrail ve ABD'den aldığını artık bilmeyen kalmadı. Sadece Çekiç Güç'ü hatırlamak bile yeterlidir. Ayrıca Irak'ın işgalinin hedeflerinden birinin de Kürt Devleti kurulması olduğu da kimsenin meçhulü değil. Bu gerçeği görmeden olayları doğru anlamak ve anlatmak mümkün olmaz.”
DIŞ DESTEĞİN SEBEPLERİ
Batılı dostlarımız (!) olsun İsrail olsun ne düşünür ne yaparlarsa, işlerini kendi batıl inançları dayandırarak yapmaktadırlar. Amerika’da 11.Eylül uçaklar tarafından (CIA ve MOSAD işbirliği) ile vurulan ikiz binaların hemen akabinde, eski Başkan Ceorge Bush tarafından yapılan açıklamada uydurma El Kaide örgütü ve bütün İslam âlemi suçlu gösterilerek, “Yeni Haçlı savaşı başlamıştır” diyerek Hıristiyan âlemini tetiklenmişti.
1990’lı yıllarda Komünizmin çökmesi üzerine toplanan NATO üyesi ülkeleri, NATO’nun dağıtılıp dağıtılmayacağını müzakere ederlerken, İngiltere Başbakanı Margret Teacher; “NATO devam etmelidir. Kominizim yıkılmışsa da bizim düşmanımız vardır. Bunun adı Müslümanlıktır” diyerek yeni düşmanlarını ilan etmiştir. Bundan sonra yapılan NATO tatbikatlarında düşman kuvvetlerinin şehir isimleri Rusça yerine İslam ülkelerinin şehir adları kullanılmış, renk olarak da kırmızı yerine yeşil kullanılmaya başlanmıştır.
İsrail ise “yeryüzünde şeraitle idare edilen tek devlet” olma unvanını elinde tutmaya devam etmektedir. Her işlerini kendi batıl inanışlarına göre yürümekte, aksini iddia edenlere; “Benim inancım böyle diyor” diyerek münakaşa zeminine bile yanaşmamaktadırlar.
Ancak İslam âleminde böyle bir inanç birliği bulunmamaktadır. Ona yapılan düşmanlıkları bireysel, sathi, geçici birer düşmanlık zannetmektedirler.
Yahudiler, kendilerini tanrı Yahova’nın tek has kulları olarak görmekte, diğer bütün insanları Hıristiyanlar, Müslümanlar ve diğerlerini, kendilerine köle olarak yaratılmış olduklarına inanmaktadırlar. Tanrı Yahuva, bu has kullarına dünya hâkimiyeti için de bir “Arz-ı mev’ut – vaat edilmiş topraklar” vermiştir.
Bu topraklar sınırları, “Nil ile Fırat arası” olarak gösterilmekte, bu topraklar arasına bizim Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi de dâhil edilmektedir.
Tarihi gerçekler, Siyonizm’in bu gayeye erişebilmek için önce Osmanlı devletinin yıkıldığını, kendilerine mani olabilecek tek gücün böylece ortadan kaldırılmış olduğunu söylemektedir. Osmanlı’nın mirası üzerinde başlatılan ameliyat devam etmiş, bu topraklar masa başında alınan kararlarla birçok devletçiğe bölünmüştür.
Her bir İslam ülkesinin başına Batı yanlısı idareciler yerleştirilmiş ve bunlar da o ülkelerde ellerine geçirdikleri medya tarafından kontrol ve murakabe edilmiştir. En küçük sapma gösteren idarecinin yerine hemen bir yenisi halka tanıtılarak bu kere onun seçilmesi sağlanmaktadır.
Ülkemizin doğu ve güneydoğusunu içine alan ve PKK cinayet örgütü tarafından sistemli bir şekilde yürütülen terör, bölgesel bir hareket olmayıp tamamen dış desteklerle yürümektedir. Bu dış destekçilerden biri ABD ise diğeri İsrail’dir.
Bunlar Türk hükümetlerinin gaflet ve dalaletlerinden istifade ederek ve bir takım cazip teklifler öne sürerek bizim ülkemizde değişik organizasyonlar kurmuşlar ve gözümüzün içine bakarak bu desteklerini gerçekleştirmişlerdir.
İşte 1990’lı yıllarda ülkemizde konuşlanan “Çekiç Güç” böyle bir fitne ve fesat merkezi olarak çalışmıştır. Şimdi de “NATO Füze Kalkanı” adıyla bir askeri organizasyon karşımıza çıkmaktadır. AKP hükümetinden Başbakan ve Reisi Cumhurun birlikte katıldıkları 19. Kasım.2010 tarihinde Lizbon’da ki NATO toplantısında alınan kararları kabul etmeleriyle ülkemize bu askeri güç bir “Truva atı” gibi gelecek ve ülkemizin bölünmesini bizzat sağlamaya çalışacaktır.
Bu füze kalkanı daha şimdiden bizi İran’la karşı karşıya getirmiş, 400 yıldır birbiri ile bir savaş çıkmamış olan bu iki dost ve kardeş ülkede savaş tam tamları çalmaya başlamıştır.
Başta ABD olmak üzere Batılı dostlarımızın (!) ve İsrail’in de zaten beklediği budur. “İki Müslüman ülke birbirini yesin, enkaz (yeraltı yer üstü zenginlikleri) toplamak da bize kalsın” demektedirler.
İSRAİL’İN TERÖR DESTEĞİ
Milli Gazeteden Abdülkadir Özkan, 9.Eylül.2011 tarihinde yazdığı yazıda, İsrail’in teröre yaptığı desteği yine kendi yetkililerinin yazmış olduğu bir kitaba dayandırmaktadır.
“Yahudiler, İsrail devleti kurulmadan önce bile bölgemizdeki gelişmeleri yakından izlemişler ve olayların içinde olmuşlardır.
Irak'taki Kürtlerle ülkemize dönük terör olaylarının ne ilgisi var gibi bir yanlış soruya saplanmamak gerekir. Çünkü yıllardan beri PKK terör örgütünün karargâhı, Irak Kürdistan’ındadır. Bunlar eğitimlerini, barınmalarını burada yapmaktadırlar.
İsrail ve bu ülkenin istihbarat servisi olan MOSSAD'ın Irak'ta olup bitenle ne kadar yakından derin ilgilere sahip olduğunu, Kuzey Irak'ta yaşayan Kürtlerin ayaklanmasında ve bugün herkesin dilinde dolaşan "Kürt devleti" tezlerine ulaşmalarında nasıl bir rol oynadığını merak edenler bizzat içerinden bir kalem olan Şalom Nakdimon'nun yazdığı "Irak ve Ortadoğu'da MOSSAD" kitabını okumalıdırlar.
Kitabın yazarı Şalom Nakdimon'un diyor ki; "Gizli bir şekilde yürütülen ve 12 yıl süren Kürt-İsrail ilişkileri, 6 Mart 1975'te ortaya çıktı ve İran-Irak arasında Cezayir Anlaşması'nın imzalanmasıyla maske düştü.
Bu 12 yıl süresince, Irak hükümeti ve ordusuna karşı Kürtlerin liderliğini Molla Mustafa Barzani yürüttü. Bu süreçte, Barzani, İsrailli müsteşarlar heyetine danışarak faaliyetlerini sürdürdü. İsrailli heyetler periyodik olarak her üç ayda bir değişmekteydi. Bu heyetin başında sürekli olarak MOSSAD yetkilisi ve beraberinde İsrail ordusundan bir subay ile teknik danışman bulunurdu.
İsrailli danışmanlar Kürtlere, Iraklıların gerçekleştirdiği saldırılara karşı hayatta kalmayı ve modern savaş yöntemlerini öğrettiler"
Derdim Kürtlerin mücadelesini karalamak değildir. Ancak, olayın ülkemizle ilgili bir boyutu olduğunu tespit etmektir. İsrail ve ABD, Irak Kürtleri ile olan ilgileri kadar ülkemize yönelik PKK terör örgütü ile de ilgililer. Terör örgütünün her türlü desteği İsrail ve ABD'den aldığını artık bilmeyen kalmadı. Sadece Çekiç Güç'ü hatırlamak bile yeterlidir. Ayrıca Irak'ın işgalinin hedeflerinden birinin de Kürt Devleti kurulması olduğu da kimsenin meçhulü değil. Bu gerçeği görmeden olayları doğru anlamak ve anlatmak mümkün olmaz.”
DIŞ DESTEĞİN SEBEPLERİ
Batılı dostlarımız (!) olsun İsrail olsun ne düşünür ne yaparlarsa, işlerini kendi batıl inançları dayandırarak yapmaktadırlar. Amerika’da 11.Eylül uçaklar tarafından (CIA ve MOSAD işbirliği) ile vurulan ikiz binaların hemen akabinde, eski Başkan Ceorge Bush tarafından yapılan açıklamada uydurma El Kaide örgütü ve bütün İslam âlemi suçlu gösterilerek, “Yeni Haçlı savaşı başlamıştır” diyerek Hıristiyan âlemini tetiklenmişti.
1990’lı yıllarda Komünizmin çökmesi üzerine toplanan NATO üyesi ülkeleri, NATO’nun dağıtılıp dağıtılmayacağını müzakere ederlerken, İngiltere Başbakanı Margret Teacher; “NATO devam etmelidir. Kominizim yıkılmışsa da bizim düşmanımız vardır. Bunun adı Müslümanlıktır” diyerek yeni düşmanlarını ilan etmiştir. Bundan sonra yapılan NATO tatbikatlarında düşman kuvvetlerinin şehir isimleri Rusça yerine İslam ülkelerinin şehir adları kullanılmış, renk olarak da kırmızı yerine yeşil kullanılmaya başlanmıştır.
İsrail ise “yeryüzünde şeraitle idare edilen tek devlet” olma unvanını elinde tutmaya devam etmektedir. Her işlerini kendi batıl inanışlarına göre yürümekte, aksini iddia edenlere; “Benim inancım böyle diyor” diyerek münakaşa zeminine bile yanaşmamaktadırlar.
Ancak İslam âleminde böyle bir inanç birliği bulunmamaktadır. Ona yapılan düşmanlıkları bireysel, sathi, geçici birer düşmanlık zannetmektedirler.
Yahudiler, kendilerini tanrı Yahova’nın tek has kulları olarak görmekte, diğer bütün insanları Hıristiyanlar, Müslümanlar ve diğerlerini, kendilerine köle olarak yaratılmış olduklarına inanmaktadırlar. Tanrı Yahuva, bu has kullarına dünya hâkimiyeti için de bir “Arz-ı mev’ut – vaat edilmiş topraklar” vermiştir.
Bu topraklar sınırları, “Nil ile Fırat arası” olarak gösterilmekte, bu topraklar arasına bizim Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizi de dâhil edilmektedir.
Tarihi gerçekler, Siyonizm’in bu gayeye erişebilmek için önce Osmanlı devletinin yıkıldığını, kendilerine mani olabilecek tek gücün böylece ortadan kaldırılmış olduğunu söylemektedir. Osmanlı’nın mirası üzerinde başlatılan ameliyat devam etmiş, bu topraklar masa başında alınan kararlarla birçok devletçiğe bölünmüştür.
Her bir İslam ülkesinin başına Batı yanlısı idareciler yerleştirilmiş ve bunlar da o ülkelerde ellerine geçirdikleri medya tarafından kontrol ve murakabe edilmiştir. En küçük sapma gösteren idarecinin yerine hemen bir yenisi halka tanıtılarak bu kere onun seçilmesi sağlanmaktadır.