Güncel olaylar yazı serisi
Hayatımızın her safhasında birçok problemle karşılaşırız. Bu problemlere karşı ya onu çözecek ve hayatımızı devam ettirecek formüller buluruz veya o zorluklar karşısında çözüm üretemez, çaresiz kalırız. Bu da bizi ümitsiz yapar, hayattan koparır. Sonrası artık bir esaret hayatıdır ve hatta ölümdür. Her ne pahasına olursa olsun “ben bu meseleyi çözeceğim” diyen azimli insanlar, her zaman başarılı olmuşlar, hayatları başarıdan başarıya koşmakla geçmiştir.
Bunun için bir problemle karşılaşılınca “Bu nasıl olur?” demek yerine “Çözülmeyecek problem yoktur” diyerek onu halletmeye çalışmak gerektir.
Problemin üzerine yürüyebilmenin ikinci önemli şartı, önce “bu problemi Rabbim bana gönderdi” diyerek bizim, Allah’ın hazırladığı bir imtihan pistinde olduğumuza inanmaktır. Zira Müslüman’ın imanında, “Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak” gibi bir maddesi de vardır. Böylece, “zorluklar inanca taşıttırılır” O zaman çözüm kolaylaşır ve problem ne kadar zor olursa olsun, üstesinden gelmek mümkün olur.
Batılı insanlarda, inançları içerisinde yukarıda belirttiğim madde olmayınca, Batılı insan bir zorlukla karşılaşınca o zorluğu önce kendisi taşımaya çalışmakta, üstesinden gelemeyince de o zaman da “intihar yolu” tercih edilerek hayatlarına son vermektedirler. Onun için Batıda intiharlar, bizden çok ama çok fazladır.
YA HÜKÜMETLER NE YAPMALI
Ferdin başına gelen zorluk bir ise hükümet yetkililerinin başına gelen zorluk bindir. Her zaman sınırsız zorluklar önlerine gelir ve bu zorlukların çözülmesi için onlardan karar vermesi beklenir. İsabetli verilen kararlar hem kendilerinin ve hem de idare ettikleri halkın mutluluğunu sağlar. Eğer isabetsiz karar verilmişse ondan hâsıl olan netice hem kendilerini ve hem de halkı mutsuz edecektir.
Bu sebeple idareciler yanlarına o işlerin uzmanlarını istihdam ederler ve tecrübeli danışmanlar bulundururlar.
Onlar da bir problemin çözümünde sadece bir yol göstermez, belki birçok yolun bulunduğunu bu yolların en çok fayda getiren ile en az zarar verebilecek olanı başa almak suretiyle bir “tercihler sırası veya alternatifler zinciri” teklif ederler.
Çokça duymuşsunuzdur. Hükümet yetkilileri; “Bu problemin çözümünde bizim birkaç planımız vardır. Önce A planımızı devreye sokuyoruz” derler. Demek ki bunların ayrıca B, C, D… gibi çözüm alternatifleri de varmış diye düşünürüz.
Bir problemin tek çözümü hemen hemen hiç olmaz. Eğer o tek çözüm de netice alınamazsa vay o idarecinin başına geleceklere, vay o milletin başına geleceklere…
ÜLKEMİZDEN BİR ÖNEMLİ ÖRNEK
2006 yılında 5553 sayılı bir kanun meclisten geçer, Cumhurbaşkanınca onaylanır ve 8 Kasım 2006 tarih ve 26 340 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer. Bu kanuna “Yeni Tohumculuk kanunu” denmektedir. (Bakınız Google’den…)
Bu kanun “Yerli tohum üretimini” yasaklamakta, Yerli tohum üretenlere birinci de 10.000 TL para cezası, tekerrüründe (ikici yakalanma) 20.000 TL para cezası öngörmektedir. Ayrıca tohumların “müsadere ve imhaları” halinde bu işler için yapılan masraf o çiftçiden tahsil edileceği belirtilmektedir.
Bu kanunda, tohum üretiminde her hangi bir ayırım yapılmamış, “bütün tohumların (hububat, bakliyat ve sebzeler) üretilmesi” yasaklanmıştır.
Bunun yerine adına “sertifikalı ve tescilli tohumlar” denen tohumların ekim ve dikimi ön görülmüştür. Sertifikalı veya tescilli tohum için, ise köylümüzün veya çiftçimizin kendi başına üstesinden gelemeyeceği şartlar, onun önüne konmuştur. Bu tohumların tercih edilmelerinin sebepleri, fazla verim almak, rekoltenin yükselmesi, çiftçinin daha çok kar etmesi gibi hususlar gösterilmektedir.
Ağaçlarda yetişen meyveler ile deniz balıkları hariç, bu gün yediğimiz, içtiğimiz her sebze, hububat (ekmek), bakliyat artık tescilli tohumlardan üretilmektedir.
Tescilli tohumların yüzde 60’ı İsrail olmak üzere yurt dışından ithal edilmekte, ülkemizde ki distribütörler ve bayiler kanalıyla çiftçimize ulaştırılmaktadır.
Ne yazık ki bu tohumlar, GDO (Genetiği ile oynanmış) tohumlardır. Yani bu tohumları ekiyorsunuz ama ondan, gelecek yılın tohumlarını alamıyorsunuz. Yani tohumculukta dışarıya ve özellikle de İsrail’e bağımlı hale getirilmiş bulunmaktayız.
Onlar da önceleri tohum fiyatlarını makul seviyede tutarlarken şimdilerde “milli tohumlarımız” artık yetişmediğinden (yukarıda kanun sebebiyle) tohum fiyatlarını yükseltmişler, “1 gram tohum, 1 gram altın” durumuna getirmişlerdir.
Bizim girebilmek için uğraştığımız ve bu uğurda “Bakanlık” bile kurduğumuz AB (Avrupa Birliği) ülkeleri ise GDO’lu gıdalara karşıdırlar ve bu tür gıdaları ülkelerine sokmamaktadırlar.
Bir müddet önce AB, yaptığı bir gıda maddeleri ithalatında, gıdalar üzerinde GDO bulaşığı tespit edince, “Bu GDO nereden bulaştı? Acaba üretim esnasında mı yoksa nakliye sırasında mı?” demişler ve hemen araştırmaya başlamışlardır.
GDO’lu tohumlarla yetişen gıdaları yiyen topluluklarda kanser olaylarının arttığı ve yiyen insanların (erkek, kadın, çocuk) zaman içerisinde tohumların taşıdığı “kısırlık alametleri” yaşayacağı belirtilmektedir. Yani çok riskli bir durum ortadadır.
Bu kanunu çıkaran Hükümetimiz; bir zaman sonra artık Başbakan’ın; “üç çocuk yapın” tavsiyesine rağmen neslimizin artmadığını, insanlarımızda kanser olaylarının arttığını tespit ettiği zaman, bu yoldan nasıl geri dönecektir? Söz konusu kanunla, Milli tohumculuğumuz yok edilmiş ama İthal GDO’lu tohumlar da zehir saçmakta iseler… Var mı bunun başka bir alternatifi?
Evet… “Bir ihtimal daha var,/O da ölmek mi dersin?”