Son günlerdeki yazılarımızda önemine binaen hep değerler üzerinden gidiyoruz. Bugün de bu hususu televizyonla bütünleştirerek ailede oluşturduğu menfilikleri ve kayıpları yazmak arzusundayız. İnsanlar çok kıymetli olan ömür semayelerinin önemli bir bölümünü lüzümsuz sayılabilecek ve farkında olmadan pekçok değerini sıfırlayabilecek olan televizyon proğramlarını seyretmeye ayırıyorlar.
Peki hakikaten televizyonun hiç mi yararı yok? Meselâ; televizyonda haberler, belgeseller, aile ve dini içerikli prorogramlar izleniyor. Ahlâkî, ilkeli yayın yapan bir çok kanal mevcut. Televizyonu reddetmek yerine iyi unsurlarından neden yararlanılmasın? Diye düşünülebilir.
Evet, televizyon hayra, iyiliğe, güzelliğe hizmet edebilir. Ama bugüne kadar bu maalesef gerçekleşemedi. Televizyonun genel yapısı buna izin vermiyor. Zira insanlar televizyonu kontrol edemiyor, televizyon onları kontrol ediyor. Ellerindeki kumandayla kanalları gezen insanlar uygunsuz bir çok manzarayı görüyorlar, zihinler bulanıyor, kalpler kirleniyor. Yine ekranda kanal gezintisi yaparken kişilere değişik ve ilginç gelen vasat ve vasat altı programlara takılıp takılınıyor o bitiyor ardından başka bir cazibekar program kişiyi kendine çekiyor ve ekranı bir türlü kapattırmıyor. Program geçişlerinde insanların hiç de ihtiyaçları olmayan bir yığın reklamı izlemek zorunda kalması beynin lüzüumsuzla dolmasına vesile olur. Buna karşı çıkmak da imkan dışı. Zira televizyonlar gelirlerini reklamlardan finanse ediyor ve yayın politikalarını ona göre şekillendiriyorlar. Seyirciyi ekrana bağlayıp oturtmak için elden ne gelirse yapılıyor.
Haberlerde yayınlanan olaylar da ayrı facia. İnsan insan olmaktan utandığı vakaları her gün her gün defalarca seyretmesi duyguları donuklaştırıyor, acı ve korkunç hadiseleri sıradanlaştırıyor. Siyâsetçilerin uslüplarındaki nezaketsizlik kişileri kabalığa, hırçınlığa sürüklüyor, asaplar bozuluyor. İnsanın hayatı düzgün ve doğru yaşamaya yönelik arzu, şevk ve azmi kırılıyor ayrıca insanlara olan güven azalıyor. Zihinler yoruluyor, yaşam enerjisi zayıflıyor. Din, iman,mâneviyat, kalbi hayat yaşamdan kaldırılması gerekiyor.
Diziler ise tamamen insanların değer adına neyi varsa onları yıkıcı ve sıfırlayıcı kalitede. İlkeli ve ahlâki diye bilinen kanallar da dahi güya gerçekten alınma ama toplumda yüzde on oranını dahi bulmayan saçma bir konuda senaryo düzülüyor. Senaryolardan çıkan mesaj oraya sarf edilen zamana değmiyor. Belgeseller da ayrı bir problem. Bazılarının adı belgesel ama kendisi bilimsellikte uzak siyasi yapım niteliğinde. Bazıları ise işe yaramaz boş zaman israfı kişiye hiçbir şey kazandırmıyor. Dini içerikli programlarda ise her kafadan bir ses çıkıyor, her kanal kendi görüşünü uygun seçtiği kişiyi çıkartıyor o da ona göre konuşuyor. Genel çerçevenin dışında, sapık fikirler yaymaya çalışanlar da cabası…
Bu bahsettiğimiz müspet olan programlar idi. Bir de bunlara ilâveten şov niteliğinde olanlar var. Yok yemek yarışması, ses yarışması, yok yetenek yarışması, eş bulma programları vs. Toplumu tamamen yozlaştırmayı hedefleyen programlarla insanlar hayatlarını şovların ve stüdyoların arasında geçiriyorlar. Buralarda senaryosu olmayan gerçek yaşamdan kaydedilmiş dramatik (!) ve mizâhi durumları (!) ekrana yansıtan ve kaliteli aktörler yerine gerçek kişileri kendi yanlı ve çıkarkar amaçları doğrultusunda kullanan bir dizi şov programları…Şöhret olma adına binbir kılığa giren, eşini, çoluk-çocuğunu, ailesini ve aile mahremiyetini sıfırlayan programların insanlar üzerinde son derece menfi etkileri var. Mevcut şov programlarıyla topluma, hanımların ortaya döküldüğü, ahlaki yönden gayet seviyesiz düzeyde anne ve babaların empoze edildiği yeni bir aile modeli dayatmaya çalışılıyor. Bu tür programlarla toplum için tasarlanan kültür yozlaşması yaygınlaştırılıyor. Farkında olmadan güya muhafazakar çevrede bu işin içine çekilmek isteniyor. İnsanlara televizyon vasıtasıyla aile, kültür, din, sanat, edebiyat gibi hiçbir değerin bulunmadığı, şöhret ve para yoluyla yalnızca kazanç, güç, zevk, eğlence, hırs üzerine bina edilen bir yeni dünya sunuluyor. Yâni insanın dünyasında tamamen maddeye doğru bir sürükleniş ve itekleniş var. Bu gidiş hakikaten çok tehlikeli, korkunç ve sonu uçurum.
Bu hususu değerlendiren Psikiyatrist Ero Göka şu değerlendirmeleri yapıyor: “Yarışma ve ne pahasına olursa olsun kazanma esâsına dayalı programlar tabiatleri itibarıyla aile ve eş olma fikriyle bağdaşmaz. Bu programları izleyen çocukların, gençlerin aileyi ve eş olmayı nasıl algıladıklarını düşünmemiz, hesaplarımızı ona göre yapmamız gerekir. Bu tip yarışmaları ‘eğlence’ aracı olarak görüp geçecek lüksümüz yoktur. Buralarda ‘mahremiyet’ duygusu zedeleniyor. Her şeyin herkesin gözü önünde olması ailenin, eş olmanın özünde bulunan mahremiyet duygusunun zedelenmesi, eleştirilecek yandır. Mahremiyet duygusu, hangi nedenle olursa olsun gereksizleştiğinde, sonrası kontrol edilemez hal alabilir. Evlilik programları sayesinde zaten eş seçiminin herkese açık halde yapılabileceği zihinlerimize sokulmuştu, mahremiyet duygusunu zedeleyen program içeriklerinden sonra artık bizim de ‘evlilik modası bir kurumdur’ dememize ramak kalabilir.” Diyor. Haksız değil elbette.