Zehirli girişimlerin, tehlikeli oyunların önü arkası kesilmiyor. Bazı vesilelerle anlatmaya çalışıyorum. Menfi örnekler yaygınlaşıyor ve rağbet görüyor. Farkında değiliz, şuursuzca savruluyoruz.
Ailenin değerlerimizin koruyucusu, başöğretmenimiz olan anneler, kadınlar; geleceğimizi emanet edeceğimiz gençler bambaşka mecralara sürükleniyor.
Kadın çalışanların çoğunlukta olduğu bir lokantaya gidiyorsunuz. Masalarda gençlere yönelik özenle(!) işlenmiş cümleler. Bir tanesi “Masanın üstüne çık” v.b. Saçmalığın daniskası.
Maymun kıyafeti giymiş, ortalığı dağıtmış bir genç ve annesinin rol aldığı reklamı hatırlıyorsunuz hemen. Öyle kabulleneceksiniz, bırak dağınık kalsın.
Bırakalım gençler başıboş, en ufak bir vazife ve mesuliyet bilincinden uzak, hedefsiz, tamamen haz peşinde yaşasın dursun. Bize ilerleme, ilim, teknoloji, müreffeh bir istikbal gerekmez.
Kültür, medeniyet, dünya arenasında önderlik, yüce davaların sözcüsü olmak gibi lâfları ağızlarda geveleyelim duralım. Müslüman ülkeler kıyamete dek geri ve aciz kalsın, ilelebet cehalet sefalet içinde sömürülsün hep.
Bilgelerimize saygısızlık diye üzülüyor, mesela börek çöreğe adlarını koymayalım diye çırpınıyoruz. Çok daha vahimi var. Korkunç şey, Moda evlerine bile Cenab-ı Hakkın ismi konuluyor; dini tekeline almış kimseler de hiç bir şey demiyor.
Vatan, millet, Sakarya ve şehitlik edebiyatı yapılıyor durmaksızın. Oysa yabancılara mülk satışları, vatandaşlık verilmesi hızla artıyor. Toprak altındakilere ve üstündekilere böylesine saygı duyuyoruz. Kelamla uygulama arasındaki müthiş uçurum.
Kutsal Kitap mı? Daha bir sene önce, Kuranı Kerim ayetlerini içeren sayfalar, Ordu’da oynanan bir maçta konfeti yapılıp, sahaya atılıp, futbolcuların ayakları altına serildi. Malum; statlar tapınak, futbolcuları da siz söyleyin.
Ve burası İslâm düşmanlarının yoğun olduğu mesela Fransa gibi bir Avrupa ülkesi değil. Anadolu’nun bağrından yükseliyor bu alçakça, çirkinlik ötesi hareketler, hakaretler.
Gençlerin, çocukların tesadüf ettiğim yazılarından bazı örnekler: “Kahramanları, karakterler, hep ecnebi (Çocuk Türkçe bilmeden İngilizce heceliyor çünkü).
Tarih öğretmeni, başörtülü yazara sordum: “Bu Rum ismini neden koydunuz kitabın başkişisine?” “Seviyorum” dedi, o kadar. Kahramanı Türkiye’den kaçıp, yurt dışına gidiyor, gayrimeşru ilişkiden çocuk doğuruyor, ucuz bir aşk hikâyesi. Bizden hiçbir şey yok. Kötü bir taklit, özenti.
Selçuklu başkenti, yabancı isimlerin bolluğundan geçilmiyor. Küresel markaların saltanatı ayrı. Şehirler ikizmişçesine birbirine benziyor. Birisine sordum. “Arif Nihat Asya, İkonyum’u Konya yapan dille konuşurdum demişti bir şiirinde. Biz acaba, Konya’yı İkonyum mu yapmaya çalışıyoruz?”
Çok şaşırdı. “Hiç bu şekilde düşünmemiştim” dedi. Düşünemez, kimliğine, kültürüne, köklerine dair bir duygusu, kaygısı, emel ve fikri bulunmuyor. Akıntılara uymuş.
Giderek bu aziz vatana, toprağa, atalarımıza, değerlerimize karşı aidiyet hissini, irtibatı, müşterek bağları, bizim olanı kaybediyoruz.
Sürekli kahraman bekleyelim, kurtarıcı hatta bilim adamı, mühendis, mucit, doktor bekleyelim. Hep atalet içinde kalalım ve meseleleri daima erteleyelim, işin künhüne asla varmayalım ve icap eden gayreti, çalışmayı katiyen göstermeyelim.
Konya’da Kadınlar Matinesine bir davet, biletler 200TL. Program içinde “oryantal şovu” müjdeleniyor. Biz bir tarafta Hz. Mevlana’yı analım. Diğer tarafta kadınlarımıza, dansöz gösterisi. Hiç tahmin etmediğimiz bazı özel okullarda, salgından önce benzer numaralar yapıldığını da duymuştuk. Neden?
Yüzde 90’nının Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede, hangi inançlı kadın, zavallı bir hemcinsinin, daha ziyade erkeklerin itibar ettiği, rezil iştihalara sunulmuş yarı çıplak bedenini keyifle seyretmek ister ki. Bence bir kere kadınlık onuruna hakaret.
Birkaç sene önce İstanbul’da lüks bir otelde, kadınlara ayrılmış özel odalarda, oldukça pahalı bir bedelle sunulmuş, konuk olarak çağrılmış meşhur bir oryantalin ilanı vardı. Üstelik üç aylardaydı ve mütedeyyin, önemli bir yazar kadınımız da marifetmiş gibi buraya davet edilmişti. Tepkiler üzerine vazgeçildi.
Çeşitli çevrelerce, muhafazakâr şehrimiz ve bir açıdan erkekler “oturak âlemi’ yapmakla sürekli suçlandı karalandı. Dini bütün kadınlar olarak bizde mi sahip çıkıp, kadın-erkek, bilcümle modern oturak âlemleri yapalım, göbek atalım şimdi. Ne zamandır faziletli(!) sıradan işlerden sayılır oldu.
Delikanlılarımız da yemek masası üstüne çıksın. Dua etmeyecekleri, ders çalışmayacakları kesin. Oynayalım, oynatalım!
Neler meşrulaştırılmaya, normalleştirilmeye uğraşılıyor. Üçüncü cinslerin, cinsiyet değiştirme ameliyatlarının, sapkınlığın mütemadiyen propagandası yapılıyor.
Sanatçıydı, sporcuydu, krem karamel tabaka diye. Reklamlarda, jüri üyeliklerinde, dizilerde, güldürü programlarında, yüksek masalarda onlar ağırlanıyor, itibarlandırılıyor.
Parçaları, sizlerin de şahit olduğunuz olayları birleştirin lütfen, münferit hadiseler mi? Dört koldan planlı, şiddetli saldırılar…
Temelimize, değerlerimize ağu saçılıyor. Asıl, hasta adam haline şimdi geliyoruz.
Avcılar, muzır örümcekler, meşum yılanlar her yönden zehirli öfkesini, düşmanlığını salıyor, diş biliyor.
Av ise, (özünü) horlamaya devam ediyor…