Geçtiğimiz günlerde bu başlıkla ilgili yazdığım ilk kısımda bir canlandırmayı okumuştunuz. Umuyorum hepiniz hayal dünyanızı harekete geçirerek okudunuz. Ve nihayetinde çocuklarımızın, okuduğumuz bu canlandırmadan daha tehlikeli bir şeye yakından maruz kaldığı kanısına birlikte ulaşmış olduk.
Evet. Çoğunluğunuzun tahmin ettiği gibi tabii ki tablet, telefon ve bunlara bağlı olarak ta; dehşet saçan, çocuğunuzun hayal dünyasını allak bullak eden ve onu savunmasız bırakan kötü içerikli bilgisayar oyunlarından ve başımızın belası TikTok tan bahsediyorum.
Bizler her ne kadar vakit geçirmeleri, güya ‘zihinsel gelişimlerine katkı sağlamaları’ ya da en dürüstçe ve açık haliyle ayak altında dolanmamaları gibi iyimser tavırlarla yaklaşsak ta aslında çocuklarımızı farkında olmadan belki de geri dönüşü olmayacak bu karanlığın içine kendi ellerimizle itmiş oluyoruz.
“Böyle bir şey nasıl olabilir ? Ben çocuğumu her şeyden çok seviyorum. “ diye düşünebilirsiniz. Elbette çocuğunuzu her şeyden ve herkesten çok sevdiğinizi, onun için elinizden geleni yapacağınızı biliyorum. Fakat her zaman söylendiği gibi “Sevgi emek ister.” Hele ki böyle bir çağda daha da çok emek ister. Daha fazla mücadele ve fedakarlık ister. Çünkü ebeveyn olmanın gerçek manası budur aslında…
Sevgi. İlgi. Bağ kurmak.
İşte bu nedenle çocuklarımıza daha çok zaman ayırmalıyız. Başkalarının hayatlarını merak etmek yerine, çocuğumuzun ruhsal yönüne odaklanmalıyız. Kişisel ve zihinsel gelişimleri konusunda en etkin faktör bizzat biz olmalıyız. Duygu dünyalarına dokunmalı, iyiyi kötüyü doğruyu yanlışı ayırt etmeleri konusunda en sağlam dayanakları olmalıyız. Onlara sadece maddi imkanları, kusursuz bir şekilde sağlayarak ebeveyn olma görevini tamamladığımızı düşünüyorsak, büyük bir yanılgının içindeyiz demektir. Onlarla aramızda “sevgi boşluğu” bırakmamalıyız. Çünkü eğer böyle olası bir yanlışa düşersek, o boşluğu çeşitli yollarla doldurmak isteyecek pek çok sinsi ve karanlık yüzün varlığının aniden belireceğini bilmeliyiz.
Çocuklarımızı çıkmaza sokan, onları gerçeklerden uzaklaştırmak isteyen bu çevrelere karşı, ellerinden tutan tek gerçek bizler olmalıyız. Onlar için yeri geldiğinde arkadaş, sırdaş olmalı ve de daima kendilerini en güvenli hissedecekleri alanı oluşturmalıyız.
Fakat eğer ki çocuklarımızı hayatımızdaki önem sırasının en başına koymayıp, umursamaz davranarak gaflette kalırsak, aile olarak üstümüze düşen bütün bu görevleri yerine getiremezsek sonucunda önce kendimize, sonra bize verilen en değerli emanete ve de kaçınılmaz olarak toplumun tamamına pişmanlığın fayda etmeyeceği çok ağır bedeller ödetmiş oluruz.
Nitekim günümüzde içinde bulunduğumuz toplumdaki, çevremizdeki çocukların büyük bir çoğunluğunda görülen fiziksel ve ruhsal davranış bozukluklarının sebebinin saydığımız bu etkenlerden ötürü olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki çocuklarımızı bu denli etkisi altına alan etkenler nelerdir?
Konunun başından beri dikkat çekmeye çalıştığım bu tehlikeli unsurların başında tabii ki teknolojinin yanlış kullanımı geliyor. Özellikle geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde çocukların artık daha kolay erişebildiği telefon, tablet ve doğal olarak bilgisayar oyunları büyük tetikleyiciler aslında. Mesela burada size örnek olarak son zamanlarda popülerliği ile algı kuran, dikkat çekici, çocukluk ve gelişim çağının altını dinamitleyen korkulu oyunlardan ve ‘mavi’ renginden söz etmek istiyorum. Evet. Biz ‘tebessümün rengi demiştik’ ama ne yazık ki artık ‘tehlikenin rengi’ oldu.
Mavi Balina, Mavi Bebek, Huggy wuggy adında mavi bir canavar… Bu ve bunun gibi daha nicesi.. Şirin görünümlü, katil kurgular!
Sonuç? Sonuç kayıp bir nesil!
Hayalleri, hedefleri, yetenekleri, geçmişi ve kutsalları unutturulmuş; zihinleri tutsak edilmiş faydasız bir kuşak… Yalnız, çekingen, depresif, hırçın, mutsuz, saldırgan, şiddete eğilimli, söz dinlemeyen, ani öfkeli problemli çocuklar…
Dalgın, donuk, başarısız, iletişimsiz, bütün çocukluk çağını bilgisayar başında geçiren; koşmayan yorgun çocuklar…
Peki ne yapalım? Bu işin bir çözüm yolu yok mu? Elbette var.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da İslam’a sarılmak. İnsana ’insan’ olma şerefini veren, onu akıl ve irade sahibi olarak farklılaştıran, bütün yaratılanlardan üstün kılan, kainatı ve tüm varlığı insanın hizmetine sunan yüce dinimizin temel hedeflerinden olan “ akıl ve nesil emniyeti ” konularına kulak vermek. Lütfen önemseyelim. Araştıralım. Sorgulayalım. Eminim bu amaç doğrultusunda mücadele ettikçe kolaylıklar bir bir önümüze serilecektir.
Nitekim yüceler yücesi Rabbimiz (c. c.) kutsal kelamında;
“Biz her insanın kaderini, kendi çabasına bağlı kıldık” buyurur.
(İsra suresi – 13)