Dün geceki yağmurlu, fırtınalı hava çoktan yerini sakinliğe, sessizliğe, mis gibi toprak kokusuna bırakmış görünüyordu. Şimdi sadece bahçedeki küçük şadırvandan gelen suyun şırıltısı, her gün aynı saatte geçen simitçi amcanın arabasının pedal gıcırtısı, erkenden işe gidenlerin ayak sesleri ve insanı; dinlerken bile istemsizce tebessüm ettiren kuşların ahenkli cıvıltıları duyuluyordu.
Küçük bir kısmı açık unutulan pencereden, yüzüne değen hafif rüzgarla uyandı Furkan.
Kafasını yavaşça çevirdi. Gözleri bir müddet uçuşan perdesinde takılı kaldı.
Sonra yatağının üzerinde doğruldu. Mavi renkteki terliklerini giyip odasından çıktı.
Furkan, henüz 6 yaşında idi. Yaşıtlarına göre boyu biraz daha uzundu. Hafif tombul, gayet gürbüz bir çocuktu.
Simsiyah saçları, kaşları, yay gibi uzun kirpikleri; bembeyaz bir teni vardı. Oldukça hareketli, bir o kadar da zeki bir çocuktu. Kendisine hikayeler, masallar okunmasını çok seven, gökyüzüne hayran ve en büyük eğlencesi hayal kurmak olan Furkan; oyuncaklarını ve arkadaşlarını da çok severdi.
Ha bir de “mavi” rengini…
Duyduğu ve gördüğü her şeyi merak eden Furkan, şimdi de neden hala kimsenin uyanmadığını merak ediyordu. Ahşap merdivenin basamaklarından yavaş yavaş alt kata indi.
Bir yandan da gözleri evin içinde bir şeyler arıyordu sanki. Gerçekten de hala kimse uyanmamıştı. Evde ‘çıt’ ses yoktu. Giriş kapısına yaklaştı Furkan. Ayakkabı dolabında babasının ayakkabısının olmadığını farketti.
“Babam çoktan işe gitmiş olmalı “ diye düşündü. Sonra yavaşça eski ahşap kapının sürgüsünü çekti. Bu ahşap kapı, sessizliği bozan gürültülü bir ‘gıcırrrkk’ sesiyle açıldı. Furkan etrafına şöyle bir bakındı. O an gözüne bir şey ilişti. Evet. Şimdi gördüğü bu şey karşısında Furkan’ın gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi oldu.
Bu gördüğüne inanamıyordu. Gözlerini ovalayıp bir kez daha baktı. Gördüğü şey hala orada duruyordu. Bahçe kapısının hemen önünde… Bu resmen, oyuncak sepetindeki en sevdiği mavi arabasının gerçek haliydi. “Ama bu nasıl olur ? “ diye düşündü. Bu araba, oyuncak arabasının tıpa tıp aynısıydı. Furkan’ ın yüzünde derin bir tebessüm belirdi. Koşarak, büyük bir mutluluk içinde odasına döndü. Hemen üzerini değiştirdi. En sevdiği mavi gömleğini ve siyah pantolonunu giydi. Oldukça sabırsız görünüyordu. Heyecanla çıktı; sarı renge boyanmış, iki katlı şirin evlerinden. Çabucak arabaya bindi. Gözlerine inanamıyordu. Bu müthiş ve inanılmaz bir duyguydu onun için. Evde bazen yerde bazen de masasının üzerinde oynadığı mavi arabasıyla bir yolculuğa çıkıyordu şu an. Hem de nasıl bir yolculuk… Arabada yalnız değildi Furkan. Hemen yanında Kurşun Asker oturuyordu. Arkada ise; Kral Şakir’ den Şakir, Şirinlerden; Uykucu Şirin ve Sünger Bob Kareşort vardı. Uykucu Şirin henüz tam olarak uyanamasa da herkes gülümsüyor ve halinden gayet memnun görünüyordu. Kahkahalar, şarkılar eşliğinde eğlenceli ve harika bir yolculuk yaptılar. Hem de Harikalar Diyarı’ na… Burası gerçekten muhteşem bir yerdi. Masmavi gökyüzü, yemyeşil çimenler, papatyalar, sümbüller, rengarenk laleler ve dallarında kıpkırmızı elmalar olan boy boy ağaçlar vardı.
Ve devasa bir lunapark… Furkan oldukça şaşkındı. Oyuncak sepetindeki bütün arkadaşları buradaydı. Keloğlan ile Balkız çimlerin üstünde piknik yapıyordu. Az ilerde Örümcek Adam bisiklet sürüyordu. Caillou salıncakta sallanıyor, en sevdiği robot arkadaşı, Robi ise neşeli neşeli dans ediyordu. Furkan o kadar mutluydu ki gözlerinin içi parlıyordu. Sonra birden gözü ağaçtaki mavi uçurtmasına takıldı. Hızlı adımlarla uçurtmanın olduğu ağaca doğru yöneldi. Uçurtmasını eline aldı.
O da ne?!