Eski bir milletvekilimiz anlatmıştı. Vekillikteki ilk günlerinde tarım il müdürlüğüne gitmiş ve boş masalarla karşılaşmış. ‘Nerede bunlar?’ ‘Efendim çay salonundalar… Okey oynuyorlarmış. İş yok. Bir uyarı ile mühendisler-memurlar araziye yönlendirilmiş. Fakat 3-4 ay bu durum devam etmiş ve yine eski haline dönmüş.
**
Bu tablo artık tarihte kalsa da klasik memur anlayışı hala devam ediyor. İlçelerde yer alan müdürlüklerde, laboratuarlarda bazıları hâlâ çiftlik havası estirmeye çalışıyor. Çalışan memur daha çok çalışıyor. İyi oldukça daha çok üzerine gidiyorlar. Yanlışı ortaya çıkarıp düzeltmeye çalıştığı zaman baskı ve tehdit ile susturuluyor
**
Bunlardan bir örneğin Altınekin Ziraat Odası’nda yaşandığını öğrendik. Toprak analizlerinde usulsüzlük yapıldığını tespit eden bir memur, analiz laboratuarının kapatılması yönünde işlem yapınca siyasi parti teşkilatının baskısı ile geri adım attırılmaya zorlanıyor. İddiaya göre dosya Konya’ya geliyor ama sümen altı ediliyor. İşin içinde olanlar analizlerde aynı usulsüzlüğün her yerde yapıldığını söylüyor.
**
Tarım’da iyi işlerin de yapıldığına şahit oluyoruz ama dairelerde klasik memur zihniyeti devam ediyor. İyi işler yapmak isteyenler önce bu zihniyetle mücadele etmekle uğraşıyor…
ET O KADAR SEVİLMİŞ Kİ..!
Tarım ve hayvancılıktaki gelişim yerel faktörlerle bir yere kadar geliştirilebilir. Merkezi yönetim politikaları son 10 yılda tarım ve hayvancılığı hiç te iyi bir yere getirmedi.
**
Hiç duymadığımız ‘Angus’ u öğrendik, yurt dışından et ithal ettik. Duysak inanmazdık ama ilk defa saman ithalatı yaptık… Tarımda kotalar konuldu, hayvancılık tekelleştirildi, küçük üretici yok oldu.
**
Her hafta et haberi yapmaktan bıktık. ‘Et 40 lirayı bulabilir’. Uzmanlara soralım. Cevaplar; ‘Zammın kaynağı rantçılar’, ‘Et ithalatı yapılsın’. Sebebini sorduğumuz bir yetkili ‘Vatandaş daha çok et et yiyor’ dedi. Yemesin mi?. Bu kadar mı aciz olduk. ‘Et pahalandı, ithalat yapalım’ mı politikanız. Köylerdeki sürüler niçin kayboldu ortadan? Kim sebep oldu?
**
Sayın Bakan tarımda AB’yi geçtik diyor. Türkiye 2000 yılında 94 milyon dönüm buğday ekim alanına sahip iken 2014’te 74 milyon dönüme gerilemiş. 2002 yılındaki buğday üretimi 69 milyon nüfusa karşılık 19,5 milyon ton iken 2014 yılında bu üretim nüfus artışına rağmen 19 milyon tonda kalmış.
**
Amerika’dan pamuk ve bezelye, Rusya’dan buğday, Fransa’dan arpa, İtalya, Vietnam ve Tayland ve Mısır’dan pirinç, Ukrayna’dan mısır, Sri-Lanka’dan çay, İtalya’dan bakla, Çin’den sarımsak ve kuru fasulye, Panama’dan muz, Meksika’dan nohut, Kanada’dan mercimek, Etiyopya ve Bangladeş’ten kuru fasulye, Japonya’dan ayçiçeği, Yunanistan’dan pamuk, Lüksemburg’dan buğday ithal eden bir ülke haline gelmişiz. Sap ve samanı dahi ithal etmişiz…
**
Tarım ve sanayide tüketim toplumuna doğru yol alıyoruz. Yapılan duble yollar, hızlı tren ve metro kadar ağır sanayi tesislerini ve tarımsal başarıları konuşmadığımız sürece dışa bağımlılığımız artmaya devam edecek…