Gençlik inceleme yazısı
Kâinatı yoktan var eden Allah (c.c) bir hadis-i kutside; “Ben bir gizli hazineydim. Bilinmek istedim. Kâinatı yarattım” buyurmaktadır. Bir yerde bir hazine olsa ama onu varlığı bilinmese, bir yerde de hazine olsa ve o hazinenin varlığı halk tarafından bilinse, elbette ki bilinen hazineye insanlar büyük bir ilgi göstereceklerdir. O halde Allah’ın varlığının, yaratılmışlarca bilinmesi Cenab-ı Hak’ın kemal sıfatına daha yaraşan bir husustur.
Her insan her şeyi bilmediğinden ve tanımadığından, önüne getirilen altın, gümüş, pırlanta ile üzeri parlatılmış veya kaplama yapılmış madenleri birbirinden ayıramayacak belki sahtelerini asıllarına tercih edebilecektir. Gerçek olanla sahte olanın birbirinden ayrılması ve gerçek olanın insanların istifadesine sunulmasını temin edecek, bu işin ustası insanlara ihtiyaç vardır. Bu ustalar, başkasının elindeki kıymetli madenleri onları kandırarak elinden almak değil hakiki ile gerçeğini birbirinden ayırarak insanlara takdim etmekle görevli, yaptıkları işin ecir ve sevabını Allah (c.c) dan bekleyen güvenilir, emin insanlardır.
Yukarıda tarifine çalıştığım iki hususu, çokgen kenarlı prizmatik bir avizeye veya şamdana benzetirsek, avize içerisindeki aydınlık ve nur, bize dünya ve ahiret saadetini veren inancımız İslam’a, onu çepeçevre saran kristal camlarla çokgen prizmalı şamdanlığın nuru dışarıya aksettiren âlimlere benzetebiliriz.
BATILI DİN VE FİKİR ADAMLARI
Âlimlerimiz, kesinlikle batıda ki din adamları gibi günah çıkartan, cennetten yer parselleyip satan, şeytanları kovan, halini tavrını beğenmediği insanları aforoz ederek dinden çıkaran, yaratıcıyla insan arasında birer vasıta olmayıp, sadece Allah’ın varlığını ve birliğini tanıtan, emirlerini tebliğ eden (duyuran) insanlardır.
Ve yine bunlar Batılı fikir ve düşünürlerde olduğu gibi her fikir sahibinin bir diğerini yalanlayarak kendi fikirlerini kabul ettirmesi gibi her biri ayrı tarafa çekip götüren insanlar olmayıp hepsi şamdanlığın içindeki ışığın (tek hakikatin) bir başka yönden başka insanların da görmesini sağlayan avizenin birer kristal camları hükmündedirler.
1968’de, “İslam ve ilim” adında verdiği konferansında Batı ve Doğu din, fikir ve düşünce adamlarını karşılaştıran rahmetli Hocamız Prof. Dr. Necmettin Erbakan; “Eğer bir hakikat varsa bu hakikat, birbirlerini tekzip eden (yalanlayan) Batılılar içerisinde mi yoksa birbirlerini teyit eden (destekleyen) Doğulular arasında mı bulunmaktadır?” diye sormuş ve “Hakikat, gerçek doğru bir tanedir ve bu doğruyu anlatan ve birbirlerini teyit eden insanlar arasında bulunması tabiidir.” demişti.
ÇAĞLARI AYDINLATANLAR
Peygamberimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v) den başlayarak, Aşere-i mübeşşere (r.a) (hayatta iken cennetle müjdelenmiş on kişi), “Her biri gökteki yıldızlar gibidir. Kim onlardan birine uyarsa doğru yolu bulur” müjdesine sahip Sahabe-i Kiram ile Allah’ın (c.c) in’am ve ihsanına kavuşmuş diğer insanlardan Abdülkadir-i Ceylani, Nakşibendî Muhammed Bahaeddin, Mevlana-i Rum’i, Ahmet er Rufai, Suhreverdi, Necmeddin-i Kübra, Hacı Bayrami veli, Çeşti, Şazeli (kaddesallahu sırruhu) gibi insanlardır.
İslam nurunun insanlara ulaşabilmesi ve insanların bu nurdan yeteri kadar istifade edebilmelerini sağlayan bu kıymetli insanlar, geliştirdikleri sistemlerle asırlarca var olmayı ve ayakta kalmayı başarmışlardır. Bugün Nakşî, Kadiri, Rufai, Mevlevi, Suhreverdi, Kübrevi, Bayrami, Çeşti, Şazeli gibi isimlerle tanınan tarikatlar ve bunların kolları yukarıda saydığımız büyük zatların isimlerine izafeten anıla gelmişlerdir.
Eline geçirdiği idari yetkileri toplumunun ve insanlığın zararına kullanan ve onlara büyük zulümler yapmış Firavunlar, Nemrutlar ve Deccalların arkasından bugün kimse onları hayırla anmazken, bu büyük zatların milyonlara varan gönül bağlıları her gün onları hayırla yâd etmekte ve hayır dualarını onlardan eksik etmemektedirler.
NASIL GİRİLİR
Bir gönül işi olan tarikatlara girmek, mecburi (zorunlu) değildir. Kendinde manevi yükselme olmasını isteyenler, hiçbir kayıt ve şarta tabi olmadan her hangi tarikata müntesip (onlar gibi) olabilir veya dilerlerse ayrılabilirler. Ne giren takdir, ne ayrılan tenkit edilmez. Çünkü akıl taşıyan bir insanın din (hayat nizamı) olarak İslamı seçmesi, İslamı seçen birisinin de dinini öğrenmesi ve onun yolunda ilerleme istemesi kadar doğal bir şey olamaz.
Girmek isteyenler, tarikat büyüğüne veya onun vekiline “Ben bu tarikata girmek istiyorum” diye belirtmesi yeterlidir. Buna tarikat dilinde “intisap” (onlar gibi, onların ailesinden olmak gibi) denmektedir. Tarikat büyüğü de kendisine müracaat eden kimseye seni alırım veya seni almam diyememektedir. Yeni katılanın tarikat büyüğünün elini tutması, birlikte önce istiğfar (Allah’dan af dileme) ve bazı dua ve zikirleri birlikte söylemeleri de şekil olarak yapılmaktadır.
Yeni girene bazı tavsiye ve teklifler yapılır. Her an abdestli olmak, bazı dua ve zikirleri her gün belli sayılarda tekrarlamak, dinin (ve ilimin) kötü saydığı şeyleri terk etmek, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmemesine dikkat etmek, ana ve babaya hürmet ve ikramda bulunmak, insanlara, hayvanlara ve bitkilere şefkat beslemek gibi.
Tarikata intisap ettiği ve aradan yıllar geçtiği halde manen ilerleme yapamayanlar da bulunmaktadır. Bunlar için Yunus Emre “kaz” tabirini kullanmakta ve güzel bir deyişinde;
“Bir kaz aldım ben karıdan,/Boynu da uzun borudan./Kırk abdal kanın kurudan,/Kırk yıl oldu kaynatırım, kaynamaz.
Kaz değilmiş be bu azmış,/Kanadını kuyruğunu düzmüş,/Kaf dağının üstünde gezmiş,/Kırk yıl oldu kaynatırım kaynamaz.
Kazın suyuna saldım bulgur,/Bulgur Allah deyu kalgur,/Be yarenler bu ne hâl dur,/Kırk yıl oldu kaynatırım kaynamaz.” demektedir.