“Tarihini bilmeyen milletlerin coğrafyasını başkaları çizer” demişler. “Geçmişini bilmeyen, geleceğine yön veremez” miş de zaten. Geçmişi ve tarihi bilmenin hayati derecedeki önemini anlatan daha nice söz olsa da, tüm bunlar yine de yetersiz ve eksik kalır, herhalde. Okullarda öğretilen, müfredata dair derslerin dışında da, ömür boyu öğrenilmeye açık kalması gereken bir konu başlığıdır zaten, tarih bilgisi. Bir millet için, bir ülke için ve birey için muhakkak bilinmesi, araştırılması ve öğrenilmesi gereken şeylerdendir, atalarının kimler oldukları, milletinin nereden gelip nereye doğru gittiği.
Nereye doğru gittiği… Perşembenin gelişinin çarşambadan belli oluşu gibi, olası cumaları da ülkesi için hayırlı kılmak, her vatan evladının boyun, kan ve namus borcudur.
Yalnız, bu noktadan itibaren yol ayrımına girip, bir eleştiri getirmek istiyorum. Tarihi bilmenin elzemliğini değil, -bu zaten olması gereken tartışmasız bir gereksinimdir- işin hiç olmaması gereken bir yere getirilmesini, diyeceğim.
İşin geldiği yer, şanlı tarihimizi öğrenip bununla haklı bir şekilde övünmekten, yapılmış olan hatalardan ders çıkartmaktan, yani yalnızca bunları yapıyor olmaktan çok daha farklı oldu, ne yazık ki. Tarihimizi öğrenmek, bizi motive edip, daha iyi, daha çalışkan ve daha cesur olma yolunda kamçılayacağına, öyle olmadı.
Geçmişimizdeki başarılarla, müzikli kostümlü dizilerle sarhoş olup, önümüzü göremez hale geldik. Sarhoş olduk, evet. Haklı ve dozunda olan bir övünmenin yerini, yersiz bir sarhoşluk, tembellik ve benlik aldı, ne yazık ki. Hani derler ya, “sıcakkanlı milletizdir biz Türkler” diye… İşte, kaynayan deli kanımız da, aklı ve sağduyuyu bir kenara bırakıp, yalnızca enaniyet çukuruna doğru akıp birikti, maalesef. Sadece egoyu besleyip semiren bu canavarın yemi olduk. Geleceğimize yön vermek şöyle dursun, adımımızı attığımız yeri bilemez olduk, sanki. Geçmişin o haklı gururunun yerini, haksız bir kibir ve sarhoşluk aldı, işte, dedik ya. Atalarımız bunları görse, kemikleri sızlardı.
Örneğin, Muhteşem Süleyman olarak da bilinen Kanuni, 46 yıllık hükümdarlığının yalnızca çok az bir kısmını sarayda geçirmiştir. Gerisi, cephelerde… Oysa dizilerde, çoğunlukla harem hayatına ağırlık verildi ve koskoca bir sultanlık göz ardı edildi. Benzer şekilde daha çok örneği var bunun, güncel hayatımızda. Ah şu aptal kutuları!Lütfen aklı selim davranıp, o övündüğümüz kişilere haksızlık etmeyelim.
Sonuç olarak, şanlı tarihimizi öğrenip bilmeli ve bununla haklı bir övünç de duymalıyız, evet. Yalnız, hatalardan ders alıp bunları tekrarlamamak da, elde edilen, bir o kadar önemli sonuçlardan birisi olmalı. Yanlışların tekerrürü, başka nasıl engellenebilir ki?
O ders çıkarma kısmı, işin içinden çıkınca, geriye kalan, yalnızca bir sarhoşluk ve büyüklenme oluyor çünkü. Kırılan, yalnızca reyting rekorları değil, şeytanın bize sürekli çelme takan bacağı da olur böylece, sanırım. Kaynayan o sıcak ve deli kan, enaniyet çukuruna değil, bilgeliğin üst noktalarına doğru akıp birikir böylece, hem. Biz bunu hak ediyoruz.