RÖPORTAJ: EMRE ÖZGÜL
DERS KİTABIYLA TARİH ANLATILMAZ
Divan Edebiyatı Araştırmacısı Yazar Prof. Dr. İskender Pala, Merhaba Gazetesi‘ne kitap yazma serüveninin nasıl başladığını anlattı. Tarihin toplum için büyük bir önem arz ettiğini dile getiren Prof. Dr. İskender Pala, “Tarih, toplumların ve insanların hatıra defteridir. Şanlı bir tarihe sahibiz. Sadece ders kitapları ile neslimize tarih anlatmayı yeterli ve doğru bulmuyorum. İnsanoğlunun bıraktığı her iz bir sonraki kuşağın yolunu aydınlatır. Yeni kuşağın yapması gereken bu izleri doğru yorumlamaktır” dedi.
PEYAMİ SAFADAN ETKİLENDİM
**Kitap yazma serüveniniz nasıl başladı?
-Divan Edebiyatı alanındaki bilimsel çalışmalarım dolayısıyla ilk kitabımı yazdım. Mesleki birikimlerimin bilim dünyasına ve öğrencilere aktarılmasıydı maksadım. Bilahare bilimsel alan kadar kültürel alana da hitap etmek gerektiğini gördüm ve divan edebiyatı hakkında kültürel çalışmalar ve yayınlar yaptım. Roman yahut tiyatro gibi sanatsal alan ise çalışmalarımın üçüncü aşamasını teşkil etti. Ders kitaplarının arasına mahrem sevgililerin resimleri gibi saklayarak evin soba yanan tek odasındaki kış gecelerinin Teksas ve Tommiks'lerini geride bıraktığım ilk mektep yıllarından sonra -ki kendilerini takip eden soluk benizliler yanlış istikamete gitsin diye Apaçilerin atlarının ayaklarına nalları ters çaktıklarını bu vesile ile bilirim okuduğumu hatırladığım ilk kitap Peyami Safa'nın 9. Hariciye Koğuşu olmuştu. Kitabı elime aldığımda önce Kızılderili reisi Oturan Boğa'ya ihanet ettiğimden dolayı utandığımı ve bir asker hikayesi okuyacağımı vehmederken safran boyalı koridorlardan eter kokusu duyarak sükût-ı hayâle uğradığımı hâlâ unutmam. Galiba kitabın adındaki Koğuş kelimesinin en masum askeri anlamıyla böyle düşünmüş ve yerli kızılderili hikayeleri hayal ederken Uşak sokaklarında asker koğuşu hayal eder olmuştum. 9. Hariciye Koğuşu'nu lise yıllarımda yeniden okuduğum zaman ben de roman kahramanı gibi hasta yatağındaydım ve ıstıraplarımın ince sızılarında bir haram lezzeti duymuştum. Bunu Peyami'nin Yalnızız'ı takip etti. O kitaptan aklımda kalan tek cümle eğer yanlış hatırlamıyorsam "Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım" idi ve ben Peyami'nin, yalnızca bu cümleye anlam katabilmek için o koca romanı yazdığına inanmıştım. Gerçekten de ilk gençlik yıllarımın bütün ruh ummanları bu cümleyle çalkalandı ve Türkiye'nin 70'li yıllarına rastlayan bütün gençlik fikir ve bunalımları yavaş yavaş beynimin cidarlarında acıyla, nefretle formatlanmaya başladı.
**Çocukluk ve gençlik yıllarınızın şuan ki konumunuza ne gibi etkileri oldu?
-Gerek bilimsel çalışmalara, gerek kültürel alanlara üniversite yıllarımda ilgi duydum. Lise öğrencisiyken iyi bir kitap okuyucusuydum, o kadar. Yani bulunduğum yere bilinçli çalışarak ve hedefimi belirleyerek gelebildim. Şimdi bir roman yazarken çocukluk ve gençlik yıllarımdan bir ilham yahut esinlenme olduğunda bunu yalnızca hatıra zenginliğiyle izah edebiliyorum.
O KİTABIMIN DEĞERİ HALA ANLAŞILMADI
**En çok ilgi gören kitabınız ve içeriği? O kitabı hangi duygular ile yazdınız ve bu kadar etkili olacağını düşündünüz mü?
-En ziyade okunan kitabım Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk’tır. Divan edebiyatının romanı gibidir ve mesleki birikimimin satır satır romana dönüşmüş halidir. Bu kitabımı, horlanan, küçük görülen, dışlanan divan edebiyatımızın aslında ne derece zengin olduğunu anlatabilmek için yazmıştım. Hedefine ulaştı. Ancak ben kitaplarım içinde en ziyade Bülbülün Kırk Şarkısı’nı önemsiyorum. Okuyucum henüz farkına varmadı ama gelecek yıllarda en ziyade ilgi görecek kitabım odur. Gönüllere şifa Hz. Muhammed (S.A.S) için kaleme aldığım bir kitap. İçeriğinden biraz bahsetmek istiyorum. Anlatıcı olarak bülbülü seçtim. Hz. İbrahim'i de tanıyan Bülbül, peygamberimizi doğduğundan itibaren izler ve onun hayat hikayesini anlatır. Roman, Hz. İbrahim'i anlatan sunuş bölümü ile başlar.
TARİHİMİZİ BİLMEYE İHTİYACIMIZ VAR
**Edebiyat ve tarihin sizin için önemi nedir?
-Tarih kimliğin bir parçasıdır. Dolayısıyla insanların az veya çok tarih ile bağlantıları mevcuttur. İçinden geçip geldiğiniz kültür, gelenek ve inanç sistemi ister istemez tarihi bilme ihtiyacı doğurur. Bugün bütün dünyada tarih kitapları, filmleri, tiyatroları, resimleri ve benzeri çalışmalar önem kazanmış durumdadır. Çünkü bu bir kimlik edinme ihtiyacının parçasıdır. Ben kimim sorusunu soran herkes önce tarihe müracaat eder. Tarihin en güzel anlatımı ise edebiyat ile birleşen yahut sanat eseri olarak üretilen kısmıdır. Her gelen nesil bu ihtiyacı duyar. Ben bu ihtiyaca cevap verebilmek üzere kendimi vazifeli gibi hissederim. Her insan en iyi yaptığı işi devamlı yapmakla yükümlüdür. Allah bu hususta bize hesap sorabilir. Ben de bu hesabı yüz akıyla verebilmek için durmadan çalışıyorum. Tarihin, ders kitaplarıyla aktarılamayacağı, bu görevin yalnızca ders kitaplarına verilemeyeceği ortadadır. Edebi eserler, sanat eserleri, filmler, görsel ve işitsel vasıtalar tarihi anlatmada daha etkili bir yol gibi geliyor.
**İskender Pala kimdir?
1958 yılında Uşak'ta doğan Pala, Profesör, Yazar ve Divan Edebiyatı Araştırmacısıdır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitiren Pala, Divan Edebiyatı dalında 1983 yılında doktor, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi’nde doçent, 1998 yılında da Kültür Üniversitesi’nde profesör oldu. Pala evli ve 3 çocuk babasıdır. Pala'nın bazı eserleri şunlar: Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk, İki Dirhem Bir Çekirdek, Mihmandar (Bir Eyüp Sultan Romanı), İki Darbe Arasında, Kırk Ambar, Güldeste, Şah ve Sultan, Hayriyye, Bülbülün Kırk Şarkısı.