Kadınlarımız azimle, güzel faaliyetlerle kültürel hayatımıza katkıda bulunmaya devam ediyor. Bu etkinliklerden biri de, 29.4.2011 tarihindeki Türk Ocağı Konya Şubesi’nde gerçekleştirilen toplantıydı.
Merhaba Gazetesi’ndeki yazılarından da tanıdığınız Sayın Anuş Gökçe, bizlere “Tarih Şuuru’nu” anlattı.
“İnsan belli bir zaman diliminde, sürekli bir arada yaşamak zorunda kalan ve birbirine muhtaç olan bir varlıktır. Belli bir coğrafya üzerinde, ortak payda da birleşen insanoğlu, siyasallaşır, devletleşir ve kurumlarını ortaya koyar. İşte insanların bir arada olma arzusu, bunun için yapılan mücadeleler ve tecrübelerden, yaşanmış acı olaylardan ders çıkarabilme yeteneği tarih şuurunu zorunlu hale getirir” diye söze başlayan Anuş Hanım; şümullü konuşmasında, bazı tarihçilerimiz ve yazarlarımızın düşüncelerinden yola çıkarak mühim tespitlerde bulundu.
Kısaca bu noktalara değinirsek:
Mesela “Nihal Atsız, tarih şuurunu milletlerin hafızası olarak telakki etmekteydi. Gene Atsız, milletleşme sürecinin önemine temas ederek, millet haline gelmemiş insan topluluklarını, fertlerin bebeklik haline benzeterek, “bebekte bir hâfıza ve şuur olmadığı gibi henüz millet haline gelmemiş bir toplulukta da bir tarih şuuru bulunmaz” demekteydi.
Tarih bilinci, insanın en hayatî “Nerden gelip, nereye gidiyoruz?” sorusuna cevap vermiş; insanın tarihsel bir varlık olduğunu anlamasına yaramış, hakikati sadece doğada değil, tarihte de aramaya yöneltmiştir.
Prof. Dr. Nejat Birinci’ye göre, Tarih şuuru “Birey ve toplumda kendini gösterdiği zaman tarihîlilik de gün yüzüne çıkar(dı)… Düşünce hâlihazırın dar çerçevesinden çıkıp, yeni bakış ve yorumlar aralığından yeni ufuklara yönelir(di).
Tarih bilinci, geçmişten beslenmekle birlikte ileriye giden düşünceye dayanır ve geleceğe yön vererek, bir gelecek tasavvuru oluştururdu. Tarihin biriktirdiği her şey; bütün bir medeniyet, yaşama şekli, maddî ve manevî değerler buna yardımcı olurdu.”
Anuş Hanım, konuşmasına: “Milletler daha çok yükselme ve çöküş devrelerinde tarihleri ve sosyal yapıları üzerinde açık seçik bir görüş ve düşünceye ulaşmak için gayret gösterir. Bu düşünce ve görüşler de çoğunlukla mimarî başta olmak üzere çeşitli sanat eserlerindeki tarih dokusu etrafında şekillenir.” diye devam etti. Bu eserler, tarih bilincini oluşturacak duygu ve düşünceler için çıkış noktasıydı. Şairler, yazarlar, düşünürler, bu eserler üzerinden tarihe, günün beklentilerine cevap verecek yeni yorumlar getirirlerdi.
Tarih şuurunun sağladığı faydalardan, kazançlardan biri de; “yaşanılan anın, bireyin ve toplumun omuzlarına, dahası ruhuna yığıp yüklediği bir takım gereksiz ağırlıkları kaldırıp, bireyi ve toplumu bir ruh afiyetine kavuşturup, onları, gücünü tarihin gerçeklerinden alan yeni hamlelere hazırlamasıydı.
Önemli bazı problemimizin de altını çizdi Anuş Gökçe. Türk tarihinin Batılı tarihçilerin şartlı, art niyetli görüş açısıyla yazılıp; Türklerin barbar, yıkıcı, kültürsüz gösterilmesi yahut Eski Türkler, Selçuklu, Osmanlı gibi bütünlük arz eden bir çizgide değerlendirilip, tarih kitaplarında böylece yer verilmemesi.
Oysa söz gelişi, değerli ilim adamlarımızdan Yusuf Halaçoğlu, Türk tarihinin M. Ö. VII. Yüzyıla kadar uzandığını belirtmekteydi. Osmanlı Devleti de Selçuklu Devleti topraklarında kuruldu. Yaşadı gelişti, ihtiyarladı ve öldü, ama Türk milleti ölmedi; Türk Cumhuriyetini doğurdu” vurgusunu yapmaktaydı.
Eğer tarihin bir kısmını unutur ve reddedersek, bir şuur kaybı yaşayacaktık, bu da bizi bölmek ve yok etmek isteyenlerin işine yarayacaktı.
Bir diğer meselemiz; sayılı tarihçilerimizden İlber Ortaylı’nın da işaret ettiği gibi; “Bizde tarih şuurunun tam teşekkül etmeyip, henüz inşa halinde olması, bu yüzden farklı, birbirine zıt fikirlerin ortaya çıkması; ders kitaplarının masalcı bir anlatımla, içeriksiz ve popüler anlayışla yazılması; Millî Eğitim Bakanlığının ise kültür hamlesinde önderlik vazifesini yerine getirememesiydi.”
Anuş Hanımefendi; Mete Han, Bilge Kağan gibi hükümdarlarımızdan, koyduğu yasalar, getirdiği yenilikler ve verdikleri mesajdan söz etti. Türklerin tarih şuuruna bazı misaller getirdi.
Özellikle Osmanlı Devleti’nin beylikten hükümdarlığa geçiş sürecinde; tercüme ettirilerek, hükümdarlara sunulmuş nasihat-name türü kitaplar bu şuur çerçevesinde ele alınabilirdi. Mercimek Ahmed’in tercüme ettiği “Kâbus-nâme”, Nizâmü’l- Mülk’ün “Siyâset-nâmesi” benzeri...
Osmanlı Devleti’nin mirasını sahiplenen, Millî Mücadeleyi başlatan ve tüm engellere rağmen başaran Mustafa Kemal de bir tarih şuuruyla, kararlılıkla Türk milletine inanmış ve yepyeni bir devlet kurmuştu.
Yazarımızın “Ne Yapmalıyız” sorusuna verdiği cevaplardan bir kısmı ise şöyleydi:
“Bugün bizlere düşen görev, tarihi bir bütün olarak ele almak, geçmişi reddetmemek, tarih bilgimizi sağlam zeminlere oturtmak, gelecek nesillere doğru aktarmak.
Kültür Bakanlığı; tarihî şahsiyetlerimizi tanıtmak için kitaplar bastırmalı, filmler çekmeli, çocuklar için çizgi filmler yapmalı. Öğrencilerin yorum yapabilme gücünün oluşturulmasına çalışılmalı. Nakilden çok görsel materyaller meydana getirilmeli, bir konu üzerinde verilen teorik bilgiler mutlaka CD, DVD ve fotoğraflarla desteklemeli. Türk Dili ve Tarihine gereken önem vererek sevdirilmeli.”
İlk inceleme-araştırma kitabı için yoğunlaşan Anuş Hanım’ı tebrik ediyor, başarılı çalışmalarını bir an önce okurla buluşturmasını diliyorum.
Merhaba Gazetesi’ndeki yazılarından da tanıdığınız Sayın Anuş Gökçe, bizlere “Tarih Şuuru’nu” anlattı.
“İnsan belli bir zaman diliminde, sürekli bir arada yaşamak zorunda kalan ve birbirine muhtaç olan bir varlıktır. Belli bir coğrafya üzerinde, ortak payda da birleşen insanoğlu, siyasallaşır, devletleşir ve kurumlarını ortaya koyar. İşte insanların bir arada olma arzusu, bunun için yapılan mücadeleler ve tecrübelerden, yaşanmış acı olaylardan ders çıkarabilme yeteneği tarih şuurunu zorunlu hale getirir” diye söze başlayan Anuş Hanım; şümullü konuşmasında, bazı tarihçilerimiz ve yazarlarımızın düşüncelerinden yola çıkarak mühim tespitlerde bulundu.
Kısaca bu noktalara değinirsek:
Mesela “Nihal Atsız, tarih şuurunu milletlerin hafızası olarak telakki etmekteydi. Gene Atsız, milletleşme sürecinin önemine temas ederek, millet haline gelmemiş insan topluluklarını, fertlerin bebeklik haline benzeterek, “bebekte bir hâfıza ve şuur olmadığı gibi henüz millet haline gelmemiş bir toplulukta da bir tarih şuuru bulunmaz” demekteydi.
Tarih bilinci, insanın en hayatî “Nerden gelip, nereye gidiyoruz?” sorusuna cevap vermiş; insanın tarihsel bir varlık olduğunu anlamasına yaramış, hakikati sadece doğada değil, tarihte de aramaya yöneltmiştir.
Prof. Dr. Nejat Birinci’ye göre, Tarih şuuru “Birey ve toplumda kendini gösterdiği zaman tarihîlilik de gün yüzüne çıkar(dı)… Düşünce hâlihazırın dar çerçevesinden çıkıp, yeni bakış ve yorumlar aralığından yeni ufuklara yönelir(di).
Tarih bilinci, geçmişten beslenmekle birlikte ileriye giden düşünceye dayanır ve geleceğe yön vererek, bir gelecek tasavvuru oluştururdu. Tarihin biriktirdiği her şey; bütün bir medeniyet, yaşama şekli, maddî ve manevî değerler buna yardımcı olurdu.”
Anuş Hanım, konuşmasına: “Milletler daha çok yükselme ve çöküş devrelerinde tarihleri ve sosyal yapıları üzerinde açık seçik bir görüş ve düşünceye ulaşmak için gayret gösterir. Bu düşünce ve görüşler de çoğunlukla mimarî başta olmak üzere çeşitli sanat eserlerindeki tarih dokusu etrafında şekillenir.” diye devam etti. Bu eserler, tarih bilincini oluşturacak duygu ve düşünceler için çıkış noktasıydı. Şairler, yazarlar, düşünürler, bu eserler üzerinden tarihe, günün beklentilerine cevap verecek yeni yorumlar getirirlerdi.
Tarih şuurunun sağladığı faydalardan, kazançlardan biri de; “yaşanılan anın, bireyin ve toplumun omuzlarına, dahası ruhuna yığıp yüklediği bir takım gereksiz ağırlıkları kaldırıp, bireyi ve toplumu bir ruh afiyetine kavuşturup, onları, gücünü tarihin gerçeklerinden alan yeni hamlelere hazırlamasıydı.
Önemli bazı problemimizin de altını çizdi Anuş Gökçe. Türk tarihinin Batılı tarihçilerin şartlı, art niyetli görüş açısıyla yazılıp; Türklerin barbar, yıkıcı, kültürsüz gösterilmesi yahut Eski Türkler, Selçuklu, Osmanlı gibi bütünlük arz eden bir çizgide değerlendirilip, tarih kitaplarında böylece yer verilmemesi.
Oysa söz gelişi, değerli ilim adamlarımızdan Yusuf Halaçoğlu, Türk tarihinin M. Ö. VII. Yüzyıla kadar uzandığını belirtmekteydi. Osmanlı Devleti de Selçuklu Devleti topraklarında kuruldu. Yaşadı gelişti, ihtiyarladı ve öldü, ama Türk milleti ölmedi; Türk Cumhuriyetini doğurdu” vurgusunu yapmaktaydı.
Eğer tarihin bir kısmını unutur ve reddedersek, bir şuur kaybı yaşayacaktık, bu da bizi bölmek ve yok etmek isteyenlerin işine yarayacaktı.
Bir diğer meselemiz; sayılı tarihçilerimizden İlber Ortaylı’nın da işaret ettiği gibi; “Bizde tarih şuurunun tam teşekkül etmeyip, henüz inşa halinde olması, bu yüzden farklı, birbirine zıt fikirlerin ortaya çıkması; ders kitaplarının masalcı bir anlatımla, içeriksiz ve popüler anlayışla yazılması; Millî Eğitim Bakanlığının ise kültür hamlesinde önderlik vazifesini yerine getirememesiydi.”
Anuş Hanımefendi; Mete Han, Bilge Kağan gibi hükümdarlarımızdan, koyduğu yasalar, getirdiği yenilikler ve verdikleri mesajdan söz etti. Türklerin tarih şuuruna bazı misaller getirdi.
Özellikle Osmanlı Devleti’nin beylikten hükümdarlığa geçiş sürecinde; tercüme ettirilerek, hükümdarlara sunulmuş nasihat-name türü kitaplar bu şuur çerçevesinde ele alınabilirdi. Mercimek Ahmed’in tercüme ettiği “Kâbus-nâme”, Nizâmü’l- Mülk’ün “Siyâset-nâmesi” benzeri...
Osmanlı Devleti’nin mirasını sahiplenen, Millî Mücadeleyi başlatan ve tüm engellere rağmen başaran Mustafa Kemal de bir tarih şuuruyla, kararlılıkla Türk milletine inanmış ve yepyeni bir devlet kurmuştu.
Yazarımızın “Ne Yapmalıyız” sorusuna verdiği cevaplardan bir kısmı ise şöyleydi:
“Bugün bizlere düşen görev, tarihi bir bütün olarak ele almak, geçmişi reddetmemek, tarih bilgimizi sağlam zeminlere oturtmak, gelecek nesillere doğru aktarmak.
Kültür Bakanlığı; tarihî şahsiyetlerimizi tanıtmak için kitaplar bastırmalı, filmler çekmeli, çocuklar için çizgi filmler yapmalı. Öğrencilerin yorum yapabilme gücünün oluşturulmasına çalışılmalı. Nakilden çok görsel materyaller meydana getirilmeli, bir konu üzerinde verilen teorik bilgiler mutlaka CD, DVD ve fotoğraflarla desteklemeli. Türk Dili ve Tarihine gereken önem vererek sevdirilmeli.”
İlk inceleme-araştırma kitabı için yoğunlaşan Anuş Hanım’ı tebrik ediyor, başarılı çalışmalarını bir an önce okurla buluşturmasını diliyorum.