Toprağın üstündeki nimetlerse ayrı bir hazine. Saymakla bitmez. Heybetli dağlar, engin denizler, irili ufaklı göller, uzunlu kısalı nehirler, küçüklü büyüklü hayvanlar, rengârenk çiçekler, çeşit çeşit insanlar… Güneş, ay, yıldızlar, bulutlar, yağmurlar… Uçsuz bucaksız kâinat bilindik ve bilinmedik esrarlar hazinesi. En küçük atomdan son gelişmiş uzay teknolojisiyle bilinen gerçeklerin yanında daha insanoğlunun keşfedemediği ne hakikatleri içinde barındırıyor mevcut kâinat.
İnsanoğlunun kendisine lütfedilen ve istifâdesine sunulan bunca nimete şükretmesi gerekir. Bu onun Rabb’ine karşı bir vazifesidir. Ancak bu şekilde insan rahmete ve mağfirete erişebilir. Rahmete nâil olmayan insanlarda merhamet olmaz. Böylesi insanlık sürekli birbirleriyle didişir durur. İlâhî rahmetten uzak olmak en büyük talihsizliktir. Dünyânın bugünkü zâlimliğinde, acımasızlığında acaba insanlığın rahmetten uzak olması mı yatıyor? Ne dersiniz?
Allâhü Teâlâ şükredenleri mükâfata eriştirirken küfredenlere felâket verir. Bugün tüm dünya zâlimce birbirlerine kin ve düşmanlık beslemektedir. Sözüm ona barış adına korkunç savaş silahları üreterek birbirlerini yok etmenin gizli ve açık planlarını yapmaktalar.
Evet, şükür bir nimettir. Şükür, Cenâbı Hakk’ın sonsuz nimetlerinin de zirvesinde bambaşka bir ikramdır insanlık için. Gerçekten bütün nimetler O (c.c)’nundur ve O (c.c)’na bağlıdır. Şükredilmeyen nimetlerse yok olmaya mahkûmdur. Şükürsüz bir hayat insanı küfür bataklığına düşürür, felâketlere sürükler. Bu ise insanoğlu için tam bir hüsrandır. Neticesi azaplı bir ebedî hayattır. Bugün topyekûn insanlık bu müthiş gerçekle karşı karşıyadır.
Kâinatın tek sahibi Allâhü Azümüşşan bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
“Andolsun, (eğer) şükrederseniz sizin (nimetinizi) artırırım. Andolsun, (eğer) küfreder (nankörlük eder)seniz, hiç şüphesiz benim azâbım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 7)
Diğer bir ayetinde ise; “Eğer şükreder iman ederseniz, Allah sizi niye azâba uğratsın? Allah, şükredenlerin mükâfâtını verici, (onların ne yaptıklarını) bilicidir.” (Nisâ, 147) buyurmaktadır.
Fakat şükrün ilk şartı imandır. İmanlı insanlar şükredebilirler. Bugün sadece kalıpta kalan sözde dindarlıkla hakiki iman arasında uçurumlar kadar fark vardır. Şükürsüz iman meyvesiz ağaç gibidir. İmanın şükrü ise ameli gerektirir. Amel derken de kuru kuruya değil salih amelden bahsediyoruz. Amelini salih hâle getirmeyen, ibadetlerini yapmayan kulluğunun şükrünü yapmıyor demektir.
Kendini beğenen kibirlenen, mağrurluk eden kimseler şükretmesini bilmezler. Bu tür insanlar şeytanın elinde oyuncak olurlar. Şeytanın hile ve oyunlarının kurbanı olup hem kendilerini hem de tüm insanlığı felaketlere sürüklerler. Şeytanın tuzaklarına düşenler şükredici olmayan menfaatperest insanlardır. İşte bunlar için ebedi lanete düçar olacaklarını bizzat rabbimiz kutsal kitabında bildiriyor; “Sonra, andolsun onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim (musallat olacağım). Sen de onların çoğunu şükrediciler olarak bulamayacaksın.” (Âraf, 17)
O halde şükür ne olursa olsun insanoğlunun üzerine düşen büyük bir vazifedir. Şükrü hakiki anlamda anlamak ve kavramak ise imanla olur. İmanlı insanlar huzur doludur. İmansızlar ise huzursuz ve egoisttirler, ızdırablar içinde kıvranırlar. Böyleleri etraflarına felaket saçarlar. Bugünkü insanlık imansızlığın ve şükürsüzlüğün ızdırâbını çekmektedir. Tüm insanlık imâna dönmediği müddetçe de bu ızdıraptan kurtulamayacaktır. İnsanlığın başına gelen çeşit çeşit felâketler onların artık isyânı bırakıp imâna dönmeleri için birer hatırlatıcı mesajlardır.
Anlayana sivrisinek saz, anlamayan davul zurna az.