En lezzetli ve vazgeçilemez içeceğin, en tatsız ve tuzsuz şey olması ne tuhaftır; suyun. Tıpkı, en lezzetli ve vazgeçilemez yiyeceğin ise, en sade ve basit olan şey olması gibi; taze ekmeğin. Peki, belki bunlar herkesi bağlamaz ama büyük çoğunluğun şiddetle katılacağı yargılardır; ekmeğin ve suyun lezzetleri ve vazgeçilemez oluşları. Ya buna, basitliğin ve sadeliğin karşı konulamaz güzellikleri desek, olmaz mı? Olur gibi.
Basitliğin ve sadeliğin karşı konulamaz güzellikleri… Örneğin, bir bardak suyun, yokluğunda, insanı çöllere düşüren, göz bağlayan ve büyüleyen yanı ve bir dilim ekmeğin, yapılan en zahmetli ve özenli yemeği bile, yoksunluğunda, yenilemez ve tat alınamaz yapabilecek büyüklükteki gücü. Su ve ekmek... İnsanı peşlerine düşürüp sürükleyen iki baş aktör.
Ekmeği ve suyu değil de, basitliğin ve sadeliğin gücünü diyorum. Eh, münferit yaşamlara bakıldığında da aynı kural yok mu, sanki? Beklentisiz, sade ve basit hayatların, çok daha kolay yaşandığı; bu kişilerin de hallerinden çok daha memnun ve mutlu olduğu, hemen görülüp seçilebilen şeylerden değil mi? Öyle gibi. ‘Azıcık aşım kaygısız başım’ derken; ‘büyük başın derdi büyük olur derken’ ki gibi.
Beklentisizliğin, sadeliğin ve basitliğin önemini ve elzem oluşunu her yudum suda ve her lokma ekmekte yeniden ve yeniden tadıp hatırlamamıza rağmen, yine de alengirli, karmaşık ve sonu belirsiz beklentilere girip; acaba’lı saplantılara düşüyoruz, gerçi. Başka bir içeceği suyun; başka bir yiyeceği de ekmeğin önüne koyuyoruz. Sanki onlar, sudan daha hayati gereklilikte ve ekmekten daha elzem şeylermiş gibi. İnsan işte... O, sağ kulağı kadar sol kulağından da duyan; meleklerin teskinlerini ve tavsiyeleri kadar, şeytanların vesveselerini de duyup dinleyen varlık.
Oysa keşke basitleştirebilsek. Sevdiğimiz şeylere sahip olamıyorsak, sahip olduklarımızı sevebilsek. Suyun ve ekmeğin tadına varabilsek örneğin. Hem zaten, suyun ve ekmeğin; öyle basitliğin ve sadeliğin, ulaşılacak en yüksek gaye olduklarını anlayabilsek. Hepimizin mahallesinde bir tatlı su çeşmesi vardır, öyle değil mi? Bir dilim ekmek ise, çoğumuz için bir hayal olmasa gerek. Fırından yeni çıkmış, taptaze ve sıcacık ekmeğin kokusuna kim hayır diyebilir ki?
Sahip olduklarımızı sevmek demiştim ya. İşte böyle basittir mutluluk.
Ah o sol kulak olmasaydı. Ekmeği önemsiz bir detaya çeviren, çeşit çeşit katık ve bin bir lezzetteki içecekler olmasaydı. Hele, sol kulağa üflenip devamlı akıl çelen, ayağa ve akla çelme takan vesveseler olmasaydı, asıl. Sahip olunanları sevmek tamlamasının bir avuntu değil, zaten en büyük zenginlik ve mutluluk olduğu anlaşılabilseydi. Tatlı su çeşmesinin ve sıcak bir dilim ekmeğin…