İnsanlık tarihinin geride bıraktığı son iki asır; savaşların, vahşiliğin, zulmün, akan gözyaşların, yıkılan umutların, tükenen değerlerin ve insanlık dışı her eylemin haddini aştığı bir dönemdir. İnsanlık sadece maddi anlamda değil gayri insani unsurlarda da acımasız şekilde ilerleme görünümlü gerileyişini haddini aşarak sürdürmüş ve sürdürmektedir.
Gıdalarda yapılan hileler, genetiği bozulmuş tohumlar, imalatları talep ettirmek için yapılan reklamcılık faaliyetleri, insanları ikna çabaları, laboratuvar ortamlarında üretilen hastalıklar, suni hastalıklara karşı piyasaya sürülen suni ilaçlar, gençler başta olmak üzere insanların algılarına kurulan tuzaklar, vicdanın sesinin duyulmasına mani olan teknolojik gürültüler, zihinlere fitne eken felsefi görüşler, rızık endişesi içine sokulup içinden çıkılamayacak temponun içinde kaybolan insanlar…
“Bu olanlara bakarsak; anestezi sadece ameliyat masasında olmuyor” dedi, yaş haddinden emekliye ayrılan. “İnsanların uyuşturulduğunu anlaman için eve mi hapsolman gerekiyordu” dedi, can sıkıntısından patlayan.
Bu zamanın insanı kulak zarlarını patlatan bir sessizliğin içinde! Duymamanın ve duymak istememenin vermiş olduğu sağırlık hissi organlara sirayet edip onları da inanmak istediğine inandırmış bu çağın insanı. Geçici bir süreliğine de olsa emrimiz altında olan organlarımızın bize rağmen aleyhimize şahitlik edeceğini hatırlamak; bu zamanın sessizliğini bozacak ve kulaklara sükûnet verecek en büyük çığlık olacaktır.
“Şehirlerin bu kadar büyümesiyle, insanların birbirini bu kadar az tanır hale gelmesiyle, teknolojik alet edevatın çoğalmasıyla devasa bir uğultu değirmeniyle karşı karşıya kaldık. İnsan, kendi ruhunun seslerini, daha da önemlisi Hâlik’in sesini işitmekte zorluk çekiyor” dedi, Kemal SAYAR.
“Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” dedi, Gülten AKIN. Kalubelada her ruhun Rabbine vermiş olduğu söz; ruhlara nefsin girmesiyle birlikte bir kısım insanlarca unutuldu. Unutkanlığıyla meşhur olan insanlar haklı olarak elde ettiği bu unvanını dünyada da haksızlık içinde sürdürmeye devam ediyor. Unutkanlığıyla; başka insanlara, diğer canlılara, bitkilere haksızlık yapmakla kalmayan insanlar kendilerine de çok büyük haksızlık yapıyor.
“Bir zaman gelecek, insanlar bugüne kadar görülmemiş ölçüde bir kıtlık yaşayacaklar ve bu kıtlık, ne su ne yiyecek kıtlığı olacak. Bu kıtlık, Tanrı’nın sözlerini işitme kıtlığı olacak” dedi, Ronald David LAİNG.
Bu zamanın insanlarının en büyük kaybı irade olmuştur. İradesiz bırakılan insanlar nefsinin peşinden koşup doyum noktasına ulaşamamanın vermiş olduğu oburluk ile obez nefislere sahip olmuştur. Sonu olan her imkânla sonsuzluğa ulaşmaya çalışmak bu zaman insanının en büyük yanılgısıdır. Hata etmekten daha kötü sonuçlara götüren yanılmak doğruyu da daha geç bulmaya sebep oluyor. Nefsimizin peşinden koşarken geride unutulan ruhumuz var… Zevklerimizin peşinden koşarken geride kalan değerlerimiz var… Dünyanın peşinden koşarken bizi bekleyen ölüm var… Ölüme doğru giderken bizi bekleyen ahiret var…
“Varlığınızı araba, marka, elbise üzerinden inşa ederseniz bitmiştir. Egonuzun, nefs-i emarenizin ötesinde şeyler var; kalbiniz, zihniniz, değerleriniz” dedi, Üstad Sadettin ÖKTEN.
Başı belli olan sonu belli olmayan ama malum olan bir hayatın içindeyiz. Her geçen an; malum olan bu hakikate bizi daha da yaklaştırmakla kalmıyor çoğu zaman da yokmuş hissi veriyor. Yok saymakla var olan bir şeyin yok olamayacağı gibi zamanı durdurup bizi bekleyen sonla aramızdaki mesafeyi açmak da mümkün olmuyor. Dünya dönüyor, her gün güneş yeniden doğuyor, yaratılan zaman mefhumu görevini ifa ediyor, saatler her saniye aynı ritimde tık tık atıyor… Saçlarımız ağarıyor, cildimiz buruşuyor, gözlerimizin görüş kabiliyeti azalıyor, kulaklarımız ağır işitmeye başlıyor, kalbimiz de aynı tempoda atıyor, tık tık diye…
Kalbimiz ile saatimiz arasında tık tık hamleleriyle geçen zaman da kalbimiz de bir gün duracak, saatimiz de duracak dünyanın saati de duracak! Bizi bir tık ötede bekleyen hakikati son tık’ı beklercesine…
“Modern insan yaşantı oburu… İnsanlar ölümden saklanmanın, kendini uyutmanın, uyuşturmanın bir yolunu arıyor, buluyor. Hâlbuki insan bilinci ölümle yüzleştiği ölçüde açılır” dedi, Kemal SAYAR.
Boyumuzu aşan günahlarımızın derya olduğu âlemde Nuh tufanını yeniden yaşıyor insanlar! Ailesine bile hakikati anlatamayan Nuh Peygamberin olduğu tufandan daha acıklı bir tufanı yaşıyoruz şimdi. Yaşadığımız bu tufanın en acıklı yanı; insanların nefislerine hakikati bildikleri halde anlatamamasıdır, faniliğini bildiği halde ebedi kalmaya çalışmasıdır, geçmiş ümmetlerin haberini almasına rağmen unutmasıdır…
Allah tarafından bildirilen hakikat devlet yöneticileri tarafından da bildirilince bu haber ciddiye alınmaya başlandı. Ölmeden önce görülecek yerler, tadılacak lezzetler başlığıyla yapılan haberler bile böyle etki yapmamıştı insanlarda.
Cevapsız kalan sorularımız hafızamızı karıştırıp, değerlerimizi değiştirirken şimdi sorusuz kalan cevapların içinde boğuluyoruz. Bu da büyük tufana dâhildir!
Mahatma GANDHİ’nin saydığı yedi ölümcül günahı belirtip, Can YÜCEL çevirisi olan William SHAKESPEARE şiiriyle noktamızı koyalım!
Yedi ölümcül günahı şöyle sıralıyor Mahatma GANDHİ: “Çalışmadan zengin olmak ya da servet sahibi olmak. Bilinçsiz keyif. Karakter olmaksızın bilgi. Ahlak olmaksızın ticaret. İnsanlığa dayalı olmayan bilim. Özveri olmaksızın din. İlkesiz siyaset”.
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e,
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
Not: Corona virüsü hadisesinden dolayı “Evde Kal” sloganının hâkim olduğu bu zamanda gençlerimiz başta olmak üzere okuyucularımıza iyi vakit geçirmeleri için on tane kitap tavsiyemiz olacaktır. Herkes nasibi olanı yaşar nasibi olanı da okur. İyi okumalar…
1-Abdurrahim KARAKOÇ-Kan Yazısı,
2-Yavuz Bülent BAKİLER-Harman.
3-Hekimoğlu İsmail-Tefekkür,
4-İhsan Süreyya SIRMA-Pervari’den Paris’e,
5-Mustafa KUTLU-İlmihal Yahut Arzuhal,
6-Nevzat TARHAN-Toplum Psikolojisi ve Empati,
7-Kemal SAYAR-Hüzün Hastalığı,
8-Ömer SEVİNÇGÜL-Hayat Sevince Güzel,
9-Gökhan ÖZCAN-Ruh Yordamı,
10-İbrahim PAŞALI-Entelektüellerin Hurafeleri,