Afet Ilgaz; edebî hüviyetiyle olduğu kadar cesur, muhalif kimliğiyle de dikkat çeken usta bir yazar. Günlük yazılarında kolaylıkla ortaya döktüğü sorunlara; romanlarında da değiniyor, yoğun memleket meseleleri üzerine kafa yoruyor.
Değerli Yazar son kitabı “Sorgu ve Derviş’te”; ömrünün kıyısına yaklaşmış, ruhî hayatını mükemmelleştirmeye çalışan bir adamla; sol kökenli, vatan hassasiyeti taşıyan genç bir kadın Mestinaz’ın ilişkisini ve çevresinde gelişen olayları anlatıyor. Ayrıca gündemdeki Ergenekonvâri siyasî bir davanın ayak sesini de duyuruyor.
Kitap, sorgu kavramının ağırlığı, yansımalarıyla dikkat çekiyor. En Yüce Sorgucu Tanrı’dır; en başta O bizi sorgular. Dervişin nihaî meselesiyse, bir bakıma son duraktaki sorgudan, alnının akıyla çıkabilmektir.
Sorgu(lanmayı) içinde bir imtihan, hesap barındıran ve konumumuzun, duruşumuzun önemli olduğu bir sahaya çekip, anlam yüklediğimizde; sadece dervişin değil, sade bir müminin de “inancına” göre yaşamasının güçlüğü açıktır.
Modern hayat; hep bir çatışma, gerilim, ikilem yaratacaktır. Dervişse hem şahsî dünyasını korumak, hem de hayatın tam orta yerinde bulunmak, mücadelesini sürdürmek; türlü kisvelerdeki, hayatın önüne getirdiği sor(g)uların farkına varmak ve uyanık davranmak durumundadır. Cevapları, eylemleri, yaşayışı buna göre şekillenecektir. Bir anlamda sorgu(lanma) yaşantımızın temelinde, merkezindedir.
Bu ve benzeri sebeplerle olsa gerek, romanın başkişisi Ahmet; özgürlük, bireysellik gibi tutkularla, ömür süresince kendinden ziyade hep dışı, başkalarını, ötekiyi, (eski-yeni) değerleri sorgulayan bir mevkide olduğumuz dünyada, benliğini, hâli sorgulamaya yöneliyor.
Haksız yere, neden suçlandığını bile bilmeyerek karşılaştığı bir hapis süreci; muhtemelen mahpustaki güzel peygamber seslerini, bir Sevgili’nin mesajlarını da incelterek, mevcut hikmeti günümüze taşıyabilecektir. Modern okur için anlaması zor bulunsa da tahliyesini istemez Doktor Ahmet.
“Aylardır birkaç kişi dışında görmediği bir insan kalabalığını görecek, onlarla göz göze gelecek, selâmlaşacaktı. Belki hücreden de çıkarırlardı ama bunu, çok samimi olarak, iştiyakla istemiyordu. Yıllardır arayıp da bulamadığı bir sükûnet bulmuştu bu uzlette. Buna alışmıştı, bu hayatı sevmişti. Bu nasıl oluyordu, hiç anlamıyordu ama böyle olmuştu.”( Afet Ilgaz, Sorgu ve Derviş, İz Yay. sf. 167)
Mağdurun hapsi; sanki bir çekirdek olacak, tohumlanma sürecini başlatacak, arınma ve muhabbet zamanlarına dönüşecektir. Yenilme, yenil(en)meyi getirecektir. Dervişin hücresidir, çilehanesidir mahbes. Ve gönlün kafeslerden, dûn(ya) zindanından kurtulabilmesi; bir insaniyet ölçümü tartımı için ve bir ruh zaferi için gelinen noktada gereklidir belki de.
Derviş, kaderini, yazıyı sorgulamayacaktır. Artık yolun, yolculuğun başka bir merhalesine gelinmiştir. Akıbet, tevekkülle, rızayla beklenecektir.
Gerçek hürriyet(sizlik) nerededir? Sonuçta, bedenimiz mi ruhumuz mu özgür kalmalıdır? “Sorgu ve Derviş” böyle bir dönemeçte nihayetleniyor.
Eserde, şiirsel ifadeler bulunuyor. Ahmet ve Uğur’un erkekçe oyununu seyreden, Mestinaz’ın sevdalı gözünden bir bölüm:
“Sanki Kaz dağlarının tepesinden uçuyor’ diye düşündü. Efsanelerin, masalların, Çanakkale savaşının, beylikler döneminin kasırgalarının içinden uçarak oynuyor.”
“Ege Denizinin, Akdenizin, dağların yarıklarından çağlayan Hasan Boğuldu’nun, dağların tepesinden denize uzanarak abdest alan Sarı kızın, Manavgat’ın, Sutüven’in, Alanya kalesinin üstünden uçarak yere iniyor ve dizini toprağa bırakıyor ve sekerek kendi etrafında dönüyor, Çakırcalı Mehmet Efe, Yörük Ali Efe oluyor ve: ‘Yakarız konakları’ diye bağırıyordu.
Jandarmalar, kolcular, Çakır Emine’ler, oyalı yemeniler ve boyalı kunduralar, zeytin ağaçları, portakal ağaçları arasından süzülerek geçiyor ve ellerini iki yana sarkıtarak yürüyordu.(sf. 84)”
“Sorgu ve Derviş” bir dizinin beşinci halkası. Ad-Semud-Medyen, Yol, Yolcu, Menekşelendi Sular.
Ahmet, Mestinaz ve Uğur’un hikâyesi; Afet Ilgaz’ın bereketli, kıvrak kalemiyle yeni romanlarda da devam edecek.
Değerli Yazar son kitabı “Sorgu ve Derviş’te”; ömrünün kıyısına yaklaşmış, ruhî hayatını mükemmelleştirmeye çalışan bir adamla; sol kökenli, vatan hassasiyeti taşıyan genç bir kadın Mestinaz’ın ilişkisini ve çevresinde gelişen olayları anlatıyor. Ayrıca gündemdeki Ergenekonvâri siyasî bir davanın ayak sesini de duyuruyor.
Kitap, sorgu kavramının ağırlığı, yansımalarıyla dikkat çekiyor. En Yüce Sorgucu Tanrı’dır; en başta O bizi sorgular. Dervişin nihaî meselesiyse, bir bakıma son duraktaki sorgudan, alnının akıyla çıkabilmektir.
Sorgu(lanmayı) içinde bir imtihan, hesap barındıran ve konumumuzun, duruşumuzun önemli olduğu bir sahaya çekip, anlam yüklediğimizde; sadece dervişin değil, sade bir müminin de “inancına” göre yaşamasının güçlüğü açıktır.
Modern hayat; hep bir çatışma, gerilim, ikilem yaratacaktır. Dervişse hem şahsî dünyasını korumak, hem de hayatın tam orta yerinde bulunmak, mücadelesini sürdürmek; türlü kisvelerdeki, hayatın önüne getirdiği sor(g)uların farkına varmak ve uyanık davranmak durumundadır. Cevapları, eylemleri, yaşayışı buna göre şekillenecektir. Bir anlamda sorgu(lanma) yaşantımızın temelinde, merkezindedir.
Bu ve benzeri sebeplerle olsa gerek, romanın başkişisi Ahmet; özgürlük, bireysellik gibi tutkularla, ömür süresince kendinden ziyade hep dışı, başkalarını, ötekiyi, (eski-yeni) değerleri sorgulayan bir mevkide olduğumuz dünyada, benliğini, hâli sorgulamaya yöneliyor.
Haksız yere, neden suçlandığını bile bilmeyerek karşılaştığı bir hapis süreci; muhtemelen mahpustaki güzel peygamber seslerini, bir Sevgili’nin mesajlarını da incelterek, mevcut hikmeti günümüze taşıyabilecektir. Modern okur için anlaması zor bulunsa da tahliyesini istemez Doktor Ahmet.
“Aylardır birkaç kişi dışında görmediği bir insan kalabalığını görecek, onlarla göz göze gelecek, selâmlaşacaktı. Belki hücreden de çıkarırlardı ama bunu, çok samimi olarak, iştiyakla istemiyordu. Yıllardır arayıp da bulamadığı bir sükûnet bulmuştu bu uzlette. Buna alışmıştı, bu hayatı sevmişti. Bu nasıl oluyordu, hiç anlamıyordu ama böyle olmuştu.”( Afet Ilgaz, Sorgu ve Derviş, İz Yay. sf. 167)
Mağdurun hapsi; sanki bir çekirdek olacak, tohumlanma sürecini başlatacak, arınma ve muhabbet zamanlarına dönüşecektir. Yenilme, yenil(en)meyi getirecektir. Dervişin hücresidir, çilehanesidir mahbes. Ve gönlün kafeslerden, dûn(ya) zindanından kurtulabilmesi; bir insaniyet ölçümü tartımı için ve bir ruh zaferi için gelinen noktada gereklidir belki de.
Derviş, kaderini, yazıyı sorgulamayacaktır. Artık yolun, yolculuğun başka bir merhalesine gelinmiştir. Akıbet, tevekkülle, rızayla beklenecektir.
Gerçek hürriyet(sizlik) nerededir? Sonuçta, bedenimiz mi ruhumuz mu özgür kalmalıdır? “Sorgu ve Derviş” böyle bir dönemeçte nihayetleniyor.
Eserde, şiirsel ifadeler bulunuyor. Ahmet ve Uğur’un erkekçe oyununu seyreden, Mestinaz’ın sevdalı gözünden bir bölüm:
“Sanki Kaz dağlarının tepesinden uçuyor’ diye düşündü. Efsanelerin, masalların, Çanakkale savaşının, beylikler döneminin kasırgalarının içinden uçarak oynuyor.”
“Ege Denizinin, Akdenizin, dağların yarıklarından çağlayan Hasan Boğuldu’nun, dağların tepesinden denize uzanarak abdest alan Sarı kızın, Manavgat’ın, Sutüven’in, Alanya kalesinin üstünden uçarak yere iniyor ve dizini toprağa bırakıyor ve sekerek kendi etrafında dönüyor, Çakırcalı Mehmet Efe, Yörük Ali Efe oluyor ve: ‘Yakarız konakları’ diye bağırıyordu.
Jandarmalar, kolcular, Çakır Emine’ler, oyalı yemeniler ve boyalı kunduralar, zeytin ağaçları, portakal ağaçları arasından süzülerek geçiyor ve ellerini iki yana sarkıtarak yürüyordu.(sf. 84)”
“Sorgu ve Derviş” bir dizinin beşinci halkası. Ad-Semud-Medyen, Yol, Yolcu, Menekşelendi Sular.
Ahmet, Mestinaz ve Uğur’un hikâyesi; Afet Ilgaz’ın bereketli, kıvrak kalemiyle yeni romanlarda da devam edecek.