Erbakan’ın vefatının 7. Yılı
45 yılını Erbakan Hoca ile birlikte geçirmiş bir kardeşinizim. Böyle bir imkânı bana tanıdığı için Allah’a hamd ediyorum. Erbakan Hoca’yı tanımamış, onunla bir mücadelenin içine girmemiş olsaydım, şu açıkça ifade ediyorum ki neyin doğru neyin eğri olduğunu bilemeyecek ve bir ömrü heder etmiş (zarara girenlerden) olacaktım.
Onunla aramda geçen ve sizlerin de merakla takip edeceğinizi umduğum bazı olayları, onun söylediği nükteleri (esprileri) ve bazı jest ve mimikleri size de duyurmak istiyorum.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve yanında güvenilir dava arkadaşı Süleyman Arif Emre ile birlikte ilk siyasi çalışma dönemlerinde…
MİLLİ GÖRÜŞ TANITILIYOR
Yıl 1969…
Erbakan hocamız henüz siyasi çalışmalarına başlamamış.
Ancak siyasi çalışmalarına bir temel teşkil etmesi için öncelikle Konya ilinde ve her bir ilçesinde “Milli Görüş” konferansları veriyor.
Bazen 300 kişiye, bazen beş kişiye, çıktığı bir sandalye üzerinden aynı konferansı yorulmadan vermeye devam ediyor.
O sıralar siyasi hayatımızda iki görüş ağırlıklı yer ediyor. Bunların biri solculuk, diğeri ise sağcılıktır.
Halkımız, Kur’an-ı Kerim’de ki sağcılar ve solcular (eshabül yemin ve eshabül şimal) tabirinden yola çıkarak sağcılığı Müslümanlık, solculuğu ise Müslüman karşıtlığı olarak algılıyor.
Bunlar bu günde olduğu gibi her fırsatta birbirlerine atıp tutuyorlar. Halkımız, ortada ikili bir oyunun (horoz dövüşünün) farkına varmadan oylarını sağ ve sol partilerde topluyor.
Seçimlerde büyük çoğunlukla oyunu sağcı partilerde topluyor. Bu olayda gösteriyor ki sağ ve sol partilerin oy verenleri kemikleşmiş dorumda bulunuyor.
Özellikle sağcılar, kendi görüşleri karşısında kim olursa olsun hemen solculuk yaftası ile yaftalıyorlardı.
Onun için siyasi arenaya yeni çıkmış bir Erbakan’ı hemen solculukla itham ediyorlar.
Diyorlar ki bunlar da solcudur. Bir karpuz gibi bunların dışı yeşil ama içi kırmızı…”
O dönemde Hocamızın toplantılarına katılanlar, genellikle bir merakla toplanan insanlardır.
Halkın kulağına, “İlçemize veya kasabamıza bir profesör gelecekmiş. Bu profesör denen adam nasıl bir adamdır? Onu bir görelim.” merakını yenemeyenler gelip dinleyenlerdi.
Böyle zor bir sosyal ve siyasal ortamda “Milli Görüş”ü anlatmak her babayiğidin harcı olmadığı halde Hocamız, hak bildiğini tek kişi de olsan anlatmak için çırpınıp duruyor.
Hocamız; “Bu gün görüşler iki değil üçtür. Sağcı görüş var. Solcu görüş var. Bir de Milli Görüş var.
Bir müddet sonra Milli görüş karşısında bunlar birleşecekler ve görüşler ikiye inecek. O zaman bunları tarif ve tasnif daha kolay olacak. Diyeceğiz ki; “Hak var, Batıl var.”
Başladığı konferansında, dinleyenleri ikna etmeden ve onlardan “Biz de bu yolda seninle çalışacağız” sözünü almadan bırakmazdı.
Tabii bu arada mufrit (radikal) Adalet Partililer, Hadim ilçesi konferansında olduğu gibi Hocanın konferansında ortalığı karıştırırlar ve hatta kavga çıkarırlardı.
KİLOMETRE SAATİ LİMİTİ
Konya’nın birçok ilçesini Hocamızla beraber ve onun beyaz renkli Opel arabasını kullanarak ve toplantı yerlerini, ses cihazlarını hazırlayarak yardım ediyordum.
Yine böyle bir toplantı için Ankara’dan çıktık, Konya’ya doğru yol alıyoruz.
Pek tabiidir ki arada taşıdığım değerli insanı da bilerek otomobili teenni (emniyete dikkat ederek uygun hızda) ile kullanıyorum. Hocamız arka koltukta oturuyor.
Birden bana seslendi.
“Nevzat. Kilometre saatinin son rakamı kaç yazıyor?”
Ben hemen gözümü kilometre saatine kaydırarak cevap verdim.
“Hocam. 240 yazıyor.”
O arkasında ilave etti.
“Eğer sen 240 km/saat hızda gidebilecek bir arabayı, 200 km/saat hızda kullanırsan aradaki 40 kilometre saatin hesabını yarın Allah’a veremezsin(!)” dedi.
Bu yaptığımız cihat farzında “Allah yarın sana, niçin daha önce giderek bir Sahabi’nin Şehit olmasını önlemedin in hesabı çok çetin olur(!)”