Kendinde olmayanı cazip bulmak, insanın doğasında ve mayasında var. Bütünlenme ve tamamlanma arzusundan ileri gelen ve gayet anlaşılabilir bir insani zaaftır bu. Ancak ve ancak zıddıyla kavuşulunca anlam ve varlık bulunacağının biliniyor olmasından olsa gerek. ‘Mavi gözlü ve sarışın’ olan Avrupa halkı, bizim yanık tenimizi ve koyu renkli gözlerimizi sıcak, esrarengiz ve çekici bir fiziksel özellik olarak algılar ve görürken, o mavi gözün, beyaz tenin ve sarı saçların da bizim gözlerimize ne kadar güzel göründüğünü inkar edemeyiz örneğin.
Tabi benim için de durum böyle. Farklı mı olacaktı? Ve mavi gözlerin özellikle, gözlerin, yeşil değil de mavi olanların, bana ne düşündürüp hissettirdiğini yazacak olsaydım, tam da şunları yazardım şimdi:
Mavi gözlerdeki o ‘yukarıdan’ bakan ifadeyi muhakkak algılamış ve yakalamış olmalısınız, öyle değil mi? İşin gökyüzüne bakan kısmı, bununla bir şekilde bağlantılı olmalı biraz aslında. O üstten ve yukarıdan gelen ifade, bundan dolayı beliriyor galiba. Ya da belki bana öyle geliyordur, kim bilir?
*
Ulaşılamaz, dokunulamaz, hele ki aşılamaz olan o uzak ve soğuk bakışlar, genelde içime işler de bundan rahatsız olup gözlerimi başka tarafa kaçırırım bazen. Gerçi, benim kahverengi gözlerimi sıcak, gizemli ve heyecan verici olarak niteleyen tipik bir Avrupa insanıysa eğer karşımdaki, bu bakışmanın her iki tarafta da yol açacağı, heyecan hissinin ağırlıkta olacağı anlık duygu ve düşünce dalgalarında boğulmak yerine, bu dalgalarla sörf yapacak kadar cesursam, o başka…
“Asıl etkileyici olan gözlerin rengi değil, anlamıdır” diyerek, kahverengi gözlerin çok daha cazibeli bir unsur olabileceğini belirtenlerden olabilirsiniz gerçi bir yandan. Öyle ya, bu yazıyı okuyanların kimler olacağını hiçbir zaman bilemeyeceğim. Bu yüzden, sayısı azımsanmayacak kadar çok olan bu kişilerin şu an bu satırları okuyacağını var sayarak ilerlemeliyim.
“Renk değil, ifade” demiştik. Peki o ifadeyi oluşturan unsurların içinde en etkili olanı da renk değil midir zaten? Hani, “Akıl yaşta değil, baştadır.” tezine mukabil olarak “Aklı da başa, yaş getirir.” önermesinin yapıldığı gibi tıpkı. “Renk değil ifade önemlidir ve ifadeyi oluşturan da yoğunluklu olarak renk unsurudur.” o halde.
Şimdi bunu bir nevi batı hayranlığı olarak görüp de bir çırpıda karalayıverecek kadar aceleci ve sığ olmazsak eğer, şunu da belirtmeden olmaz ki, mavi gözlerin üzerindeki koyu renk kaşlar, bakışa çok daha çarpıcı ve vurucu bir ifade kazandırsa da, o ‘ulaşılmazlık’, ‘uzaklık’ ve biraz da asalet kokan hissi, eğer bu gözler, silik, soluk ve açık renkli kaşların altındaysa alıyorum. Kim bilir, belki bana annemi hatırlattığındandır…
Öyle kişisel bir durumdur yani. Batı ile ilgisi olmayan, aksine, beni doğuran bireysel bir ‘doğu’ algımdır bu, daha çok. Her neyse. Fakat o uzak ama kendine çağıran bakışları, öyle buz gibi donuk ve soğuk renklerin içinde buluyorum daha çok.
Belki de bunların hepsi sırf bu yüzden; anneme benzettiğim içindir yani. O, yokmuşçasına silik kaşlar ve buz gibi soğuk bakışlar… Ben o uzak ve soğuk gözleri seviyorum. Çünkü uzaklığın içinde bir yolculuk ve serüven ihtimali, bir çağrı ve soğukluğun içinde, üşüyenin buzla ovulması gereği gibi bir ısınıp canlanma olasılığı buluyorum. Mavi gözlerdeki yukarıdan ve yüksek ifadenin gökyüzünü çağrıştırması gibi, koyu renk gözlerdeki derinlik ve dibe çağıran gizem, bir uçurumu andırıyor olabilir gerçi. Ve biliyorum, benim koyu renk gözlerim de bir başkasına karşı konulamaz bir çağrıda bulunuyordur belki. Kim bilir, belki onların annelerinin gözleri de öyledir hem…