Çocuklarla… yazı serisi
Pazaryerlerinde birçok gıda maddeleri satılır, bilirsiniz. Sebzeler, meyveler, yeşil gıdalar, kuru gıdalar, daha pek çok şeyler.
Oraya “alış veriş yapmak”(bir şeyler satın almak) için gidenler, ellerindeki fileleri, çantaları doldurur evlerine öyle dönerler.
Bir gıda pazarında birbirlerine yakın iki balcı (bal satan kimse) varmış.
Ancak biri her Pazar kurulduğunda, bütün ballarını satarken, diğeri 3 – 5 okka (kilo) kadar bal satar, satamadığı ballarını da mecburen tekrar evine götürürmüş.
Bir Pazar böyle… İkinci Pazar böyle… Üçüncü Pazar böyle…
Ballarını satamayan satıcı “bu duruma, için için içerler;” “Komşum her Pazar bütün mallarını satar da ben niye satamam” diye üzülürmüş.
Bir seferinde dayanamamış ve bu duruma bir çözüm bulmak ümidiyle bulunduğu şehrin Kadı’sına (mahkemeye) başvurmuş ve bu duruma çare bulunmasını istemiş.
Kadı, şikâyetçinin istidasını (dilekçesini) incelemiş, altını paraflamış (imzalamış) ve “ehl-i vukuf’a” (bilirkişiye) havale etmiş (göndermiş).
İstidanın altına yazdığı notta da; “Durumun Pazaryerinde incelenerek bir rapor halinde kendisine iletilmesini rica etmiş.” (istemiş)
Ehl-i vukuf, birkaç Pazar bu istidayı veren balcı ile komşusu balcının durumlarını onların haberi olmadan incelemiş. Hatta onlardan ayrı ayrı bal satın almış. Çünkü balcılar ehl-i vukuf’u tanımıyorlarmış.
Sonuçta bir rapor hazırlayarak, raporu Kadı efendiye arz etmişler (vermişler).
Kadı efendi, önceden belirlediği duruşma gününde duruşmaya gelen şikâyetçi balcıya;
“Evladım” demiş. “Durumunuzu incelettim. Komşun kadar bal satamaman da görünen odur ki, “Sen bal satıyorsun ama yüzün sirke satıyor” demiş.
Onun için alıcılar seni değil, yüzü gülen diğer balcıyı tercih ediyorlar. Böylece de o senden daha çok bal satıyor”
Sevgili kardeşlerim,
Arkadaşlarınız arasında her zaman yüzü gülenler olduğu gibi yüzü gergin ve öfkeli duranlar da vardır. Siz bunlardan hangisini kendinize daha yakın hissedersiniz.
Yalnız dikkat edin (!) Gülümseme ayrı şeydir, kahkahalarla gülmek ayrı şey…
Gülümsemenin arkasında o insanın bir iç huzuru olduğu halde, kahkaha atan bir adamın her zaman bir iç sıkıntısı vardır.
Kahkaha atan bir insan kendini bir boşlukta hissetmesine rağmen, gülümseyen bir insan geçmişi ve geleceğinin hesabını yapmış, kendine güvenen bir insan karakteri taşır.
Nitekim Peygamberimiz Hazreti Muhammed’i (s.a.v) hayatı boyunca kimse kahkaha atarken görmediği halde her an tebessüm (gülümseme) halinde olduğunu görerek bizlere de bildirmişlerdir.
Hele kendi anlattığı hikâyeye kendileri gülenler vardır ya, bunlar genellikle kişilikten yoksun insanlardır. Anlattığınız şey gülmeyi gerektiriyorsa, bırakın da onu dinleyenler gülsün… Değil mi?
Sevgili çocuklar,
Sakın abuk bir yüzle de kimsenin karşısına çıkmayın. Tamam mı? Bu yüzle yani “yüzünüz sirke satarken…” bir insanın karşısına çıkar veya bir öğretmenin huzuruna girerseniz, daha baştan isteklerinize erişemezsiniz. Arkadaşlarınız arasında itibar (saygı) kaybeder, onlarla dostluk kuramazsınız.
Anadolu’da kullanılan gülme ile alakalı bir önemli söz de; “Güleriz, ağlanacak halimize…” sözüdür.
Öyle ya “elde yok, avuçta yok” “bu günümüz belli değil, yarınımız (geleceğimiz) belli değil…” “büyük belli değil, küçük belli değil…” biz ise ha bire gülüyoruz. Oturup derdimize ağlamamız gelirken, bu çılgınca gülüşümüze her halde “denizde ki balıklar bile gülüyorlardır”
Siz siz olun, gülümsemeyi yanaklarınızdan eksik etmeyin. Oldu mu, sevgili çocuklar…