Sivil anayasa şart

Ufuk Turu Toplantılarının 6.sında toplum mühendisliği ile demokrasinin yürütülemeyeceği vurgulandı ve sivil anayasa üzerinde duruldu
UFUK TURU TOPLANTILARI - 6
Yazı: Ahmet KUŞ
Fotoğraflar: İbrahim DIVARCI

(I. BÖLÜM) Konya Sivil Toplum Kuruluşları’nın öncülüğünde her yıl farklı bir şehirde düzenlenen “Ufuk Turu Toplantıları”nın altıncısı 15 – 19 Mayıs 2009 tarihleri arasında Nevşehir’in Kozaklı ilçesinde gerçekleştirildi. Ülkemizin önemli kaplıca merkezlerinden biri olan Kozaklı’da bulunan Divaibis Termal Otelde gerçekleştirilen toplantılara Konya’nın yanı sıra Samsun, Van, Ankara, İstanbul, Mardin, Kayseri, Karaman gibi farklı şehirden çok sayıda akademisyen ve yüzü aşkın sivil toplum kuruluşunun temsilcileri katıldı. Her yıl farklı bir meselenin masaya yatırıldığı gelenekselleşen “Ufuk Turu Toplantıları”nın bu yılki ana teması “Birlikte Yaşama Kültürleri”ydi. Dört gün boyunca devam eden toplantılarda ülkemizde barış, huzur ve uyum içerisinde yaşayabilmenin yolları tartışıldı. Toplantılar 16 Mayıs günü Latif Selvi’nin yaptığı açılış konuşması ile başladı.
I. OTURUM: “BİRLİKTE YAŞAMANIN İLKELERİ”
Açılış konuşmasından sonra “Ufuk Turu Toplantıları”nın ilk oturumu olan “Birlikte Yaşamanın İlkeleri” konulu oturuma geçildi. Yasal, siyasal ve sosyal çerçevenin ele alındığı oturuma Fatih Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç başkanlık yaptı. Bu yıl ki toplantıların ilk oturumuna Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Adnan Küçük, Rotterdam İslam Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bünyamin Duran ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bünyesinde faaliyet gösteren Diyalog Avrasya Platformu Eşbaşkanlığını yürüten Yeni Şafak gazetesi köşe yazarı Harun Tokak konuşmacı olarak katıldı. Oturum başkanı Prof. Dr. Alparslan Arslan’ın kısa sunuş konuşmasının ardından ilk olarak Yrd. Doç. Dr. Adnan Küçük meselenin “Yasal Zemin ve Anayasa” yönünü ele alan bir konuşma yaptı.
Yrd. Doç. Dr. Adnan Küçük – Yasal Zemin ve Anayasa:
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu meclis kurucu meclis değil anayasa yapamaz görüşlerini eleştirerek “Ya Kayseri usulü dörde bölerek, dört defa değiştireceğiz ya da darbe duasına çıkacağız” diyor. Yeni anayasa için darbe duasına mı çıkmak gerek? Demokratik bir memlekette yeni bir anayasa yapmak için darbelerden medet ummak gülünç bir durumdur. Türkiye demokratik bir ülke ise demokrasi içerisinde yeni ve sivil bir anayasa yapılabilir. Madem kurucu meclis şartı var, anayasaya bir hüküm koyulur, halkın tam katılımıyla bir kurucu meclis oluşturulur ve böylelikle bu meclis yeni bir anayasa yapabilir. Türkiye’de hiçbir anayasa halkın katılımıyla yapılmamıştır. Toplumsal sözleşme toplumun kendi içinde sözleşmesidir. Bu sözleşme bir kurum ya da merci ile ilgili değildir.
Anayasal demokrasi sivil iradeyi esas olarak kabul eder. Anayasal demokrasilerde birey serbest olarak kendi hayatını kurar. Devlet bireyi şekillendirici eğilimlerde ve yönlendirmelerde bulunmaz. Gerçek demokrasilerde toplumsal mühendislik yoluyla toplumun şekillendirilmesi söz konusu değildir. Anayasal demokrasilerde bireyler kendi kendini inşa eder. Devlet bireyleri manipüle etmez. Devletle birey çatışması olmaz. Devlet adaleti sağlar. Çatışmanın olmadığı yerde diyalog olur. Devletle bireyin çatışması toplumsal çatışmaya da sebep olur. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun cezaevi hayatında güzel bir kare vardır. Muhsin Bey bir sohbetinde “Dışarıda hiçbir şekilde beraber olamayacağımız DEVSOL davasından ceza alan birisiyle aynı koğuşta birlikte yaşadık. Birbirimizden etkilendik ve istifade ettik.” der.
Laiklik ülkemizde yanlış yorumlandığı için anayasanın demokratik devlet ilkesiyle bağdaşmaz. Laiklik bir arada yaşamayı sağlayacağı yerde çatışmaya sebep olmaktadır. Laiklik totaliter anlayışta dinle mücadele aracı olarak kullanılıyor. Otoriter laiklikte devlet din üzerinde belirleme yetkisine sahiptir. Dine baskı seküler bir toplum meydana getirici etkide bulunur. Bu amaçla çelişen her şey bertaraf edilmelidir. Çağdaşlaşma ve modern hayat devletin uygulanmasını istediği ve desteklediği bir projedir. Oysa demokratik laiklikte devlet bireyler arasında bağımsızdır. Demokratik bir devlet hiçbir zaman hiçbir doğruyu dayatmaz. Devlet bireylerin din anlayışına müdahale etmez. Devlet bütün düşünceler karşısında (din dışı düşünceler de bile) asla taraf olmaz. Gerçek laiklik birlikte yaşamanın teminatıdır.      
Prof. Dr. Bünyamin Duran – Dini Çerçeve ve İttihadı İslam:
Sivil toplum olgusu batıda ve Amerika’da vazgeçilmez bir olgudur. Sizin söyleminiz sivil toplumla çelişiyorsa tarihin çöplüğüne atılacaktır. Avrupa ülkeleri tarihin hiçbir döneminde böyle bir çokkültürlülükle karşılaşmamıştır. Bizde daha homojen bir yapı söz konusudur. Çok farklı milletlerden ve dinlerden oluşan çokkültürlü ve çok dinli toplumu birlikte yaşatabilmek Avrupa’nın en önemli meselelerinden biridir. Hürriyeti dışlayan ve hürriyetle çelişen bir üslup bireyleri otoriter kampa iter. Sivil toplumun bireyi olan bizlerin söylemleri daha demokratik ve hürriyetçi olması gerekir. İslam’ı anlama konusunda da bazı gerginliklerimiz var. Modern selefilik ve mutezilik akılcılık yönünden bir gerginlik oluşturuyor. Müslümanların İslam’ın ittihatçı cephesini geri plana iterek kendi zavallı kimliklerini ön plana almaları bizim için önemli bir gerginlik alanıdır. Küresel ölçekte gerginlik ise dinler arasındaki gerginliktir. En önemlisi ise dindar toplumla seküler toplum arasında var olan gerginliktir. Özellikle seküler toplumun dindarları aşağılayıcı bir şekilde kibirli ve tepeden bakmacı tavırları da bir gerginliğe yol açıyor.
Batıyı gördükten sonra Bediüzzaman Said Nursi’yi daha değerli görmeye başladım. Onun sünneti dahil eden, sivilliği getiren ve hürriyeti önceleyen metodunun birlikte huzur içerisinde yaşamanın bir reçetesi olduğunu anladım. Nedense herkes Sözleri, Mektubatı, Lem’aları okuyor da Münazaratı okumuyor? Münazarat politik bir içeriğe sahiptir. Meşrutiyet hükümete düştüğü zaman fikrî hürriyet her konuda hükümeti ikaz ediyor. İhtilaf çıkarmak için Mutezile gibi kendi görüşlerini halka zorla kabul ettirmeye çalışmak ve kabul etmeyenleri hapsetmek ilmî istibdattır. Bir içtihat bir kişiyi bağlayabilir fakat herkese dayatmak çözüm değildir. Mutezilenin çıkışı ilmî istibdata bir örnektir. Daha ılımlı bir üslup belirleseydi Mutezile de Cebriye de ehlisünnete gelirdi. Bu konuda üslup çok önemlidir. Eski toplum kapalı bir toplumdu fakat şimdi birbirine açılan dünyanın ilim adamlarının vizyonu daha açık ve geniştir. Şimdiki alimlerin üslubu daha toplumsal barışa yönelik bir tavırdır.
Biz Müslümanlara göre Allah’ın yanında din İslam’dır. Onlarda kilisenin dışında kurtuluş yoktur diyor. Öyleyse kimin dediği olacak? Bir şey geliştirmek gerek. Kuran-ı Kerim’in iki üslubu var. Bir ayet Allah’ın razı olduğu tek din İslam’dır. (Ali İmran 19. ayet). Başka bir ayet biz sizi çeşitli özellikte farklı topluluklar olarak yarattık diyor. İçe dönük din, dışa dönük dil… Kuran’a uymayan, inanmayan necata eremez. Bu kendi aramızda konuşacağımız dil. Ortak alanda ise senin dinin sana, benim dinim bana diyeceğiz. Dışa dönük dilde çoğulcu olacağız. Bediüzzaman ehl-i kitaba “Ey kâfir” demeyiniz diyor. Kâfir denilebilir ama bir köre aşağılayıcı bir şekilde ey kör denilemeyeceği gibi kâfirlere de ey kâfir denilemez. Onlarla ilişkilerimiz vardır. Alış veriş yaparız, evleniriz. Ticari, medeni ve bilimsel ilişkiler kamusal alanlarla ilgili ilişkilerdir. Burada daha ılımlı bir dil kullanırsak barış içerisinde yaşarız.
(Devam Edecek)
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür Sanat Haberleri