Önce selam duâsıyla başlamak isteriz; ‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
‘Herkes kendi zannınca, kendi anlayışınca bana dost oldu; İçimdeki sırları kimse araştırmadı.’ (6.Beyit)
İnsanlar içinde yaşadığı çevreye, bulundukları ortama göre yetişir ve gelişirler. Şahsi yapıları, hâdiselere bakış açıları hep bununla ilgilidir. Herkes âit olduğu bahçede yetişir, denir. Olaylara, eşyâya, insanlara, hayvanlara olan davranışlarına kadar kişi, nerde ve ne şekilde yetiştiyse ona göre bakar ve değerlendirir. Bozuk ortamlarda yetişen kişilerin davranışları elbette düzgün olmaz. Her şey zıddıyla bilinir, demiştik, oradan hareketle, müspet, doğru, hak-hukuk gözetilen ortamlarda bulunanlardan, yanlış, menfi davranışlar pek sâdır olmaz. Bu anlatılanlar yaşanan vâkıâdır.
İnsanlar etrafındaki olaylara genelde, derinlemesinden çok, yüzeysel olarak bakarlar. Görünüş, şatafat insanı ister istemez etkiler. İnsanların makam ve rütbeleri, para ve servetleri, oturdukları lüks evler, bindikleri arabalar pek çok kişinin âdeta gözünü boyar. Ancak zenginlik-fakirlik, makam ve şöhretlere bakılarak insanlar değerlendirilirse, bu hatâlı bir değerlendirme olur. İnsanlar şu üç kuruş etmez dünyevî şeyleriyle değil, aslında ahlakları ve mâneviyatlaryla değer bulmalılar. Nice fakir ve düşkün görünen kimseler vardır ki, altın gibi kalbe sâhiptir. Yine nice kıymetsizce bakılan insanlar vardır ki, onlar Hak katında değerlidir. Onların gönül dünyâlarını bilmiyoruz ki. Ancak insanı kâmiller onları tanırlar. Kişi kendi gibi olanı, gönlü gönle yakın olanı bilir. Buna hissi kablel vuku derler.
Dost dostu tanır. Dostluğu anlamak için hakiki dostluğu tanımak gerek. Şu gerçek ki, hakiki dost, Hak Teâlâ Hazretleridir. İnsan dostluğu sınırlıdır fakat Hak dostluğu sınırsızdır. O dostluk aşk boyutundadır, ilâhîdir. Bu dostluk hudut tanımaz, sonsuzdur. İnsandaki dostluk ve sevgi fânidir ve sınırlıdır. Ancak Cenâbı Hakk’ın sevgisi bâkîdir. Hakiki sevgi ve dostluk takva sâhibi, muttaki kimselerde olur. Allah Teâlâ’nın evliyâları, hakiki dostluğa erişmiş kimselerdir. Herkesin bundan nasibi yoktur. Hz. Mevlâna gibi büyük Hak dostunu herkes anlayamaz, herkes onunla dost olamaz. Olsa da, içinin derinliklerindeki olanları idrak edemez. Onu ancak kendi gibi olanlar anlayabilir. Allah Teâlâ herkese anlayabileceği kadar bir istidat vermiştir. İnsanların kapasiteleri farklı farklıdır. Kiminin gönül frekansları birbirine benzerken, kimileri değişik tellerden çalar. Hz. pîri anlayabilecek gönül ehli olmalı ki, içindeki feryatları çözebilsin.
Bunların yanı sıra kim hangi konuda ehilse, o hususla ilgili bilgiler ortaya koyar, kişi kendi ihtisas sahası üzerinde rahatça, derinlemesine konuşur. Meselâ, bir mimarın, eskiden kalma kıymetli bir yapıyı değerlendirmesi ile avamdan birinin değerlendirmesi bir olur mu? Aynen bunun gibi mâneviyâtı engin bir ârifin, dînî bir meseleye bakış açısıyla, dinden hiç anlamayan veya yarım-yamalak bilgilere sâhip birinin bakış açısı bir olmaz. Aynı zamanda herkes kendi doluluğuna uygun olarak hâdiselere bakar. Mâneviyattan nasibi olmayanların hakikatin sırlarından, o sırlardaki hikmetli esrarlardan anlayamazlar. Mevlâna Hz. gibi bir Hak dostunun içindeki sırları anlayabilmek, az emek gerektirmez. Onu ancak kendisi gibi birisi anlayabilir.
“Hikmet, baktığı şeydeki hakikati, özü görebilmektir ki, buna ‘basiret’ de denir. Kişi, olayların özüne inmezse kabukta kalmış olur. Kabukta kalırsa da, cevizin içine ulaşamaz. Öz, aşk ve îmandır. Kabuk ise küfürdür ve kabuğun yeri ateştir.
Olayların özüne girmek, hakikatini görmek gerek, bunun için de ilim-irfan gerek. Cenâbı Mevlânâ’yı sıradan bir âlim, sıradan bir şâir gibi görmek, Hz. Mevlânâ gerçeğinin kabuğunda kalma demektir. O, sıradan abalı bir derviş değildir. O, iki dünyânın da sırrına ermiş yüce bir Allah dostudur.
Hz. Mevlâna; ‘Benim sırrım feryâdımdadır. Fakat her gözde onu görecek istidat, her kulakta bu sırrı duyacak kâbiliyet, her gönülde bu gerçeği yakalayacak irfan yoktur’ buyuruyor. Yüce Mevlâna, leyleğin ‘lek lek’ deyişindeki, ‘ben seninim, ben seninim’ teslimiyetini duyar ve yaşar.
Hz. Mevlâna; ‘Herkes beni kendi zannınca, tahminine göre değerlendiriyor’, cevizin kabuğunu kıramıyor, diyerek, insanların birçoğunun satıhta kaldıklarını, öze inemediklerini, irfandan, hikmetten mahrum olduklarını, söylüyor. Yine; ‘Ben her solukta can kurban etmekteyim, sen ise her solukta bir zanna bağlamadasın’ buyurmaktadır.” (Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, Tablet Yayınları, s.35)
İlim ve hikmet denizinde yüzen Mevlâna Hazretlerini anlamak için insanın hakikaten kendi beynine âdeta jimnastik yaptırması gerekiyor. Lâyıkıyla hisselenebilmek dileğiyle efendim.
Sevgili okurlar biliyorsunuz hafta sonu Kurban Bayramı’ şimdiden Bayramınız mubârek olsun. Hayırlı Cumâlar dilerim.