8-9 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim küçük kız, vitrindeki elbiseyi çok beğendi. Onu görür görmez, bilindik bir çocuk refleksiyle annesinin elini çekiştirmeye başladı ısrarla. Bir alışveriş merkezinde, birkaç adım gerisindeydim bu anne ve kızın. Bir süre onları izledim. Açık mavi renkli, kabarık ve uzun etekli elbise, kız çocuklarının bugünlerde bir hayli hayranlık besleyip ilgi duyduğu Elsa isimli Disney karakterinin resimlerini taşıyordu tafta kumaşının üzerinde.
**
Anne, yorgun, isteksiz ve teslim olmuş bir ruh haliyle kızının dükkan kapısından içeriye doğru giren adımlarını takip etmek zorunda kaldı. Vitrindeki elbiseyi üzerinde taşıyan cansız mankenle aynı boyda ve bedende olduğunu iddia eden bir vücut diliyle elbisenin yanına yaklaştı ve onu deneyip üzerinde görmenin gereksiz olduğunu ispatladı annesine. Anne ise zekice bir kabullenişle “Peki hadi üzerine giy de öyle çıkalım o halde” dedi. Öyle yapmak, onların elbiseyi deneyerek almalarına fırsat verecekti aslında. Ben de o sırada bu bebek ve çocuk giysileri satan dükkana girmiş ve bir şeylere bakıyor gibi yapıyordum. Gerçekteki niyetime kibarca ‘gözlemcilik’; argoda ‘dikizcilik’; ortadan konuşursak da ‘merak’ denilebilirdi oysa. Biz merak diyelim… Küçük kızın neşesi ve coşkusu ile annesinin buna tam bir tezat oluşturan yorgunluğu ve yılgınlığı, işin devamında ne olacağını öğrenmeye iten karşı konulmaz bir merak uyandırmıştı bende. Ve deneme kabininden az sonra mavi elbisesiyle uçarak çıkan çocuk, bir insanın hayatta en fazla ne kadar mutlu olabileceğinin yaşayan bir cevabıydı herhalde. Tabi kızın elbiseyi vitrindeki ilk görüşüyle o anın arasından çok çok kısa bir süre geçtiği için, fiyat sormak daha yeni gelmişti annenin aklına. Dudak uçuklatan fiyatın sağlaması, elbisenin lisanslı oluşuyla açıklanmıştı anneye, çalışanlarca. Disney denince, tabi… O sırada anne, ümitsizce de olsa çocuğa son kez yönelerek biraz insaf ve anlayış bekledi ondan. Fakat kızın elbiseyi üzerinden çıkartacağı hiç mi hiç yoktu.
**
Velhasıl, küçük elsamızın canı dondurma çekmeye başlamıştı artık, üzerindeki yeni elbisesiyle dükkandan çıkarken. Ve ben de onları izlemeyi bıraktım artık. Kazananı öğrenmiştim ne de olsa.
Sonra, kendi çocukluğuna özlem duyan her insanın yaptığı gibi, yıllar öncesine gitti aklım. Hafızamın derinlerine. Küçük bir kız çocuğu görünce öyle olur zaten genelde: kendimi hatırlar ve o anki görüntüyle kıyaslarım.
Barbi bebeklere karşı yoğun bir ilgim, hayranlığım ve tutkum vardı o yıllarda benim de. Tabi Elsa’nın falan henüz portakalda vitamin bile olmadığı zamanlar işte. Şimdiki gibi çok fazla seçenek ve çeşitlilik de yoktu zaten oyuncaklarda ve hiçbir şeyde. Oyuncakların alınmadığı ama ‘aldırıldığı’ kadar çocuktum. Ailem, gerçeğin öyle olmamasına rağmen, oyuncakların onlar için çok fazla satın alınamayacağı kadar pahalı olduğunu söylerdi bana. Yani barbi bebek aşkıma, fakir oluşumuzun gölgesi düşerdi ama ne olursa olsun, gözlerimi hiçbir zaman onlardan alamayacağım kadar ışıltılı ve cazip gelirdi bu kutu bebekleri bana. Hatta bir gün, yeryüzünde -ve gökyüzünde- fiyatı en yüksek olan şeyin bir uçak olduğunu düşünmüşüm ki “Barbi mi daha pahalı, yoksa, uçak mı?” diye çocukça babama sorduğumu hatırlıyorum. Hiç almıyor da değillerdi, haklarını yemeyeyim şimdi. Tüm bir çocukluk çağı boyunca 11 12 tane barbi bebeğim olmuştu. Öyle bir şeydi. Saymıştım. Bu sayı da az değildi elbet evet ama çocukları tatmin etmek imkansızdır işte, bilirsiniz. Bir yandan da, bana anlattıkları kadar fakir olmadığımızı büyüyünce öğrenmiştim üzüntüyle gerçi. Kandırılmanın üzüntüsüyle. Fakat Sezar’ın hakkı Sezar’a ise, kendimin hakkını da kendime vermeliyim ve çocukların tatminsiz olduğu gerçeğinin yanında, bir barbi evimin de hiçbir zaman olmadığını söylemeliyim. Tabi şimdi gülünç geliyor -gülmeyin- ama barbi evi demek, çok ama çok şey demekti benim için o zamanlar ve dedim ya, onu alamayacak kadar parasız da değildik aslında. Şimdi birkaç tane barbi evi, yazlığı, arsası ve tarlası olan kızları görünce işte o günler aklıma gelir hep, derin bir hüzünle birlikte.
**
Ve senin durumun için şımarıklıktan tut da yanlış yetiştiriliyor olmandan bahsedenlere kulak asma küçük kız. Mavi renkli elbisen sana çok yakıştı ve tatminsiz olacağını da pek sanmıyorum. Zira ben tatminkar oldum da ne oldu, o barbi evinin uktesini şimdi ne yapsam da silemem. Çocukluğun sahip olduğu tat ve lezzet alma duygusunu bir daha hiçbir zamanda, şartta ve mekanda bulamazsın. Aldırdığın iyi oldu o elbiseyi. Almak, o aldırmalar kadar tatlı olmayacak hiç.