-Kalbimiz onlarla-
“21’ci yüzyılın en büyük maden faciası olduğu ifade edilen, çevresinde pek çok iddia dolaşan, sırları yeterince açığa çıkmamış bir olayla karşı karşıyayız. Facianın boyutları o denli büyüktü, üzülmemiz infiale kapılmamız gereken o kadar çok hadise vardı ki, kaybedilen canların masumların yanı sıra, bir anlamda neye matem tutacağımızı da şaşırdık.
Bu kadar elim, dramatik bir olayda, işçi yakınları bir de sille, tekme, tokatla terbiye edildiler ve basından bazı yüzsüzler, acılı halka karşı yapılanları, maruz kalınan muameleyi “müstahaktır” diyerek onaylayıp teşvik ettiler.
“Kimsesizlerin Kimsesi, İleri Demokratik” olmak, “Özgürlükler Ülkesinde bulunmak, Yüksek Lider” olarak uçmak böyle bir şey demek ki.
…
Şeyh Evhadüddin Hâmid el-Kirmani; Türkiye Selçukluları devrinin ünlü şair ve mutasavvıflarından. Hadise, “Şeyh Evhadüddin Hâmid el- Kirmani ve Menâkıb-Nâmesi” kitabında geçmektedir:
“Hz. Şeyh (R.A) Şeyh Zeynüddin Sadaka’yı çok muteber tutardı. Genel olarak onu Şeyh Zeynüddin diye çağırırdı. Sinirli olduğu zamanlar ise “Sadaka” derdi. Bir gün bedbahtlar birkaç beyit hicviye yazıp getirmiş, Hz. Şeyh’e arz etsin diye Şeyh Zeynüddin’e vermişlerdi. Zeynüddin okuyunca kâğıdı parçaladı ve getiren şahsı şiddetle azarladı. Hz. Şeyh bu olaydan haberdar edilince çok canı sıkıldı. “Sadaka’yı çağırın” dedi. Şeyh Zeynüddin gelince: “Kâğıdı niye yırttın” diye Hz. Şeyh onu müthiş azarladı, hiddet gösterdi ve: “Kim bilir kaç kişi zahmetlere katlanarak, duygu ve düşüncelerini zorlayarak, uykusuzluk çekerek emek vererek birkaç beyit meydana getirmişlerdi. Maksat ve gayelerine ulaşmalarına mani olmak, arzu ve isteklerinin tahakkukunu önlemek reva mıdır? Onların çekmiş oldukları sıkıntı ve zahmetleri boşa verdin. Maksatları o Şiiri mütalaa etmemi sağlayarak beni üzmek ve rencide etmek ve böylece kendi gönüllerini hoş etmekti” diyerek ona fena halde çıkıştı ve azarladı.
Hz. Şeyh’in Zeynüddin’e söylediklerine ve gösterdiği hiddete şahit olanlar bu durumu gidip onlara anlattılar. O adamlar bunu düşünerek Hz. Şeyh’in sahip olduğu yüksek ahlaki meziyet ve vasıflarına büyük hayranlık duydular. Kendisi aleyhinde yazılmış bir hicviyenin eline geçmesini engelleyen Zeynüddin’in böylesine azarlanması hayret ve ibretlerini mucip oldu. İttifak ederek kalkıp Hz. Şeyh’in huzuruna geldiler ve ayağına kapandılar, toprağa yüzlerini sürdüler. “Hicviyeyi biz yazmıştık.” diye pişmanlık duyup, af dilediler. Yalvarıp yakardılar. Hz. Şeyh hakkımızda ne hüküm verirse cezamıza razıyız. Çok utanıp mahcup olmuşlardı. Hz. Şeyh o kadar gönüllerini aldı, okşadı ki anlatılamaz. Pek çok izzet ikramda bulunduktan sonra “Şiir hanginizin fıtrî kabiliyetinin eseriydi, beyitlerin vezni, bahri ve tarzı nasıldı, kâfiye ve redif düzeni ne biçimdeydi.” Arkasından “Eğer bundan ötürü davamdan geçmemi ve sizinle hoş olmamı istiyorsanız okuyun bir dinleyeyim de göreyim nasıl bir şiirdir” buyurdu. İçlerinden biri -ki esas şiir yazan oydu- başladı okumaya. Hz. Şeyh her beytinden müthiş hoşlanıyor ve takdir ediyor. “Şu iki beyit de şu edebî sanat, falan cinas var, şu beyit de şu maksat ifade edilmişti” diyerek çok takdir ve teşvik eyledi. Okunan bu şiir mülemma tarzındaydı.
Bundan sonra Hz. Şeyh Beşir adındaki hizmetçisini çağırdı. Beşir gelince Hz. Şeyh kendisine ait çok güzel, görkemli ve parlak bir cübbesi vardı onu getirmesini ve bu cübbeyi o beyitleri yazan şahsa giydirmesini söyledi. Ve özürler diledi. Bu ahlâk, cömertlik ve lütufkâr davranış karşısında son derece mahcup oldular.
Mutaassıp ve alçaklardan bir gurup da aynı şekilde hicviyeler yazar Hz. Şeyh’in gözüne ilişip okusun ve asabı bozulsun diye hankahın kapısına yapıştırırlardı. Hz. Şeyh de arkadaşlara her ne zaman böyle hicviyeler getirilip kapıya yapıştırılırsa kendisine haber vermeleri hususunda çok sıkı ikazda bulunmuştu. Böyle bir şiir kapıya asılınca Hz. Şeyh gider dört, beş gün süreyle onun karşısında dikilir ve oradan ayrılmazdı. Oralarda birileri görülünce mahsustan başını sallar, sinirlenmiş üzülüyormuş gibi yapardı ki, gidip o şiir yazana Hz. Şeyh’in sinirlendiğini, üzüldüğünü haber versinler de adamın gönlü hoş olsun, mutluluk duysun. Hz. Şeyh’in bu tavrı arkadaşların garibine gidiyordu. Bir gün kendisine bu hicviyeleri tahrip etmelerine yahut bütün olayların tekrarlanmaması için takip edip bu edepsizliği yapan şahsı yakalayıp cezalandırmalarına niçin müsaade etmediğini sordular. Hz. Şeyh buyurdu ki: “Bunu yapan şahsın maksadı beni üzmek ve sinirlendirmektir ve o bundan zevk almakta, gönlü hoş olmaktadır. Benim de bu dünyada esas maksadım bir gönül kazanmak, bir gönle mutluluk tattırmaktır. Böyle olunca bunu yapanlar benim o hicivden haberdar olup, üzüldüğümü sanmaları ve onun karşısına geçip üzülüyormuş gibi davranmamı görmeleri onları hoşnut ve mutlu ediyorsa maksadım hâsıl oluyor demektir.”
“Büyükleri” anlamamız, onların olgunluğuna ulaşmamız mümkün değil belki, fakat aramızda böylesine uçurumlar, mesafeler mi olmalı?
Öfke ne hitabet, ne hayat sanatı. Nefretle, tecritle neyi, nasıl birleştireceğiz, toplumca barışı uzlaşmayı hangi vasıtalarla sağlayacağız peki.
Yukarıdaki örnek, zekice ve zarif cevaplara, güzel hikâyelere, şirin liderlere şiddetle muhtaç olduğumuzu düşünüyorum.