Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin, 2018 Kültürel Etkinlikler Takviminde yer alan programlardan biri de, 21 Temmuz Cumartesi günü gerçekleşti. “Şiir Şairin Neyi Olur” konusunu işliyordu.
Değerli iki şair; Osman Özbahçe ve Yunus Emre Altuntaş’ın katıldığı program, yürekteki şiiri hatırlattığı, canlandırdığı için hoş esintiler getirdi.
Şiir şairin nesiydi. Eviydi, limanıydı, konuşmasıydı, bilinçaltıydı, içlenişiydi, kederiydi, merhemiydi. Ekleyelim, türküsüydü, ince işi hastalığıydı, bazen kara sevdasıydı.
İlhan Berk, Sezai Karakoç, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Tevfik Fikret, Necip Fazıl, Âkif, İsmet Özel; selamlanan, adı geçen şairlerden bazılarıydı.
Şiir dünyamızın zenginliğine işaret edildi. İçi dışı şiir, neredeyse her nefesinde şiir olan şairler gündeme getirildi.
Aynı dönemde yetişmiş, hatta okul arkadaşı olmuş kimi şairlerin farklı görüşlerde ve tavırlarda, zıt kutuplardaki yerine dikkat çekildi.
Eğitimci Şair Yunus Bey’in; “şairlerin, normal olmayan acılı portreler” bulunduğu tespiti ilginçti. Mutlu aileler ve sıradan bir hayatın sürüp gittiği ömürlerde, şairler pek gözükmüyordu.
Acılar, ayrılıklar, belalı yalnızlıklar, felaketler, aile dramları; şairi ortaya çıkarabiliyordu. Belki arkasından, programda işlenmeyen ama çok tartışılan bir mevzuya gelirsek; ruhsal sorunlar yazarlığı şairliği geliştirip, pekiştirebiliyordu.
Bir keresinde bir başka tanıdık yazar, iyi yazarların anormal olduğunu söylemiş ve kendisini örnek vermişti. Müzisyenler, genelde sanatkâr kesimi için de benzer şeyler belirtilir; içten dıştan, bilhassa klasikleşmiş ünlülerden misaller getirilir.
Düşünce; bazen bir güzellemeye, üste çıkmaya, kendini aşırı sevmeye, kutsamaya mı gider bilmem. Şüphesiz böyle algılayan, sanatçı yazar şair takımı da yabancımız değil. Bu meselenin bir başka yönü. Şairlerimizin kasti ise şüphesiz başkaydı.
Bütünde, sonuçta hepsi İlahî Sanata dâhil olduğuna göre; çok çeşitli mesleklerden, gruplardan da sanatın türlü görünüş ve biçimleri, nice harikalar zuhur edecek ve bunlar karşılıklı ilham ve beslenme kaynaklarını, bir bedîiyat külliyatını, birikimini husule getirecektir.
Şiiri sanat yapanlar, şiir gibi sanat yapanlar, ruhsal akrabalıklar doğacaktır. Hayatın güzelliği ve verimi de bu kazı çalışmalarından, cevher parlayışlarından meydana gelse gerek.
Şair eleştirmen Osman Bey’in, “Şiirin şairin kaderi” olduğu belirlemesi, can alıcı noktalardan biriydi. Çünkü bir anlamda, o meslekte müessir, kendini ifade etmiş, seç(il)miş ve kimileri için de kaybolduğu, birbirinin içine geçen yahut ilk adres olan bir dünyayı inşa etmişlerdi.
Sade bir deyişle, dert söyletir ama aşk da söyletir. Bir cüz’i iradeniz var ama sevgiler de kader işidir.
Yüce Kitabımızın makbul tuttuğu ve kınadığı şairler zümresi ve Şuarâ Suresi ayrı bir bahisti programda. Sanatı(nı) kötüye kullananlar, behimîlikle, çirkinlikle kendine yurt edinmeye çalışanlar mutlaka çıkacaktır.
İnançlı sanatkârın sorumluluğu büyüktür, ağırdır. Diline, hareketlerine, yoluna dikkat etmelidir.
Şairlerin yaşadığı çağa eleştiriler getirdiği söylendi. Günümüzde şairliğin, zor olduğunu düşünüyorum. Ahir zamanlarda yazmak, çizmek, söylemek de çetin.
Devasa sorunları bulunan bir dünyada yaşıyoruz. Bu da şairlerin yarasını azdırıyor sanıyorum. Tezat gibi gözükse de; hem yaraların derinleşmesi var ve hem de zamanın; şiiri, duygusallığı, kalbi törpüleyen bir tarafı mevcut. Dilsizlik, sükût ve ses patlamaları, iki yanda…
Özbahçe’nin değindiği gibi, “Çok köklü bir değişime uğrayan, yeniden kurulan şiiri, modern şiiri izleyebilmek okuyup zevk almak”, yani anlaş(ıl)ma problemleri de bir tarafa. Şiirin saltanatlı olduğu devirlerden uzağız. Bu manada şiir garip, hatta bazı şiirlere bakarsanız gaip de.
Fakat “Yazı” yine hükmünü icra edecek; şiir, sanat hür yaşayışına, yolculuğuna devam edecektir.
Bazılarımıza ise pek yakın, gönül içlerinde gelecektir.