“Türkiye de bir organizasyon şirketi 1. yaş doğum gününde ‘bebeği mutlu etmek için’ babayı bu hale getiriyor.” diye bir haber yer aldı sosyal medyada.
Görüntüde, kız bebeği havaya kaldıran, balerin kıyafetine benzer tülden, rengârenk bir etek ve üstüne büstiyer gibi bir şey giymiş, başına bebeğinki gibi taç takmış, sakallı (kesinkes erkek(!) olduğunu bilecez) bir adam. Ancak tamamen kadınca bir görünüm.
Fotoğraf mesajlarıyla, kanaatimce çok ürkütücü ve düşündürücüydü. Baba buysa, anne neredeydi? Anne oradaysa baba kimdi, partner neydi?
Yeni aile modelleri, yeni doğuşlar, (ileriki) zamanlar…
Bebeğin ismi Tala’ydı. Üşenmedim, sözlüklere baktım, “geyik buzağısı; buzağının ayağını bağladıkları ip; kırkılmış koyun keçi; tarla, ormanların ortasındaki boş, ağaçsız yerler” gibi anlamları bulunuyordu. Genelde menfî mânâlar.
Böyle karşılıkları olduğunu görünce, çocuğuma kesinlikle “Tala” ismini vermezdim mesela. Bir mânâ da, “dağ sırtlarındaki basamaklar”. Basamaklara böyle çıkılıp, dağlar(engeller) aşılıyor; tohumlar böyle atılıyor işte.
Fakat isimler, hüviyetler, cinsiyetler kimin umurundaydı? Eski, muteber değerlerin, ölçülerin hepsi yıkılmalıydı değil mi?
Görünen o ki; Türk kadını ve erkeği, genellikle dindar bildiğimiz bir millet, bambaşka rollere büründürülmek istenmektedir. Aile, cemiyetin temel taşı. O yıkılırsa, çürürse, telafisi güç, yanlışlar silsilesi alır yürür.
İlginçtir, 21 Ekim tarihinde, dinî bir önder, “Katolik Kilisesi lideri Papa Francesco da; eşcinsellerin hukuki olarak korunabilmesi için medeni birliktelik hakkına sahip olmaları gerektiğini savundu.
Aslında bütün sapkınlıklar ‘ahlâksızlık’ diye tanımladığımız davranışlar için, alabildiğine özgürlük ve yerleşim alanları açılıyor.
Herkes, kendi özel hayatını sessizce yaşamıyor ki. En iğrenç yaşam tarzının dahi savunmasının, normalleştirilip, yaygınlaştırılmasının mücadelesini veriyor. Onaylanmak, önemli mevkileri ele geçirmek, iş başında olmak, varlık kazanmayı hedefliyor. Ve yol alıyor.
Söz gelişi, halkın en büyük eğlencesi televizyonda, dizilerde gittikçe cüretini artıran, en aykırı tiplerin, ahlâksızca sahnelerin bulunması; muhtelif jüri üyeliklerinde, programlarda senelerdir her seferinde eşcinsel, kadınımsı kişilerin mevcudiyeti, vefat etseler bile mevkilerinin hemen benzerleriyle doldurulması tesadüfle mi açıklanır; aşikâr bir destekle mi?
Üçüncü cins gibi gözüken artistler, şarkıcılar, mankenler, kirli yaşantı ilanları, beyanları, müstehcen müstekreh vurgular…
Göze kafaya sokulan, cinsellik nesnesi kadınlar, yaldızlar, et teşhircileri; hiçbir kural, değer tanımayan artık toplumun tâ göbeğindeki insanlar.
Siz vaktiyle; “sosyetik, Batıcı, zengin, züppe” diye telakki edilen bazı kesimlerin değil de; bilâkis halktan kişilerin kanalizasyonlara çıkıp, bangır bangır, her gün “Filanı aldattım, bebeğim şundan; sabah namazını kıldıktan sonra, komşumun karısıyla ormanda buluştum” gibi uç, ters örneklerin bu kadar çoğalacağını düşünebilir miydiniz? Ama çoğaldı.
Neden öne çıkarılır, itibar edilirler; şart mıdır, gizli bir kanun, emir mi vardır. Ayrı mesele.
Boşanmalar hızla artıyor. 30-40 sene süren evliliklerde bile; onca emeğe, yaşanmışlığa rağmen bitirme kararları veriliyor. Bu çabukluk, oldubitti, değersizlik ve yönsüzlük fevkalâde üzücü.
Uyuşturucu, ilkokullara kadar indi.
İnancımızla gurur duyardık, bakın ne hale geldi. Düşünebiliyor musunuz, İmam hatiplilerin “deistliğinden” söz ediliyor.
Ordu millet-asker millettik güya. Tank fabrikamızı bile, yabancılara devretmekte bir beis görmedik. Topraklarımız sorumsuzca satılıyor.
Algılar, kavramlar nasıl da değişiyor, siliniyor.
Bir zamanların savaş sebepleri, ata mirası, varoluş kavgaları, kanla atılmış imzalar, şehitlik gazilik mertebeleri; kutsal, üstün gayeler, vatanperverlik, erdem nasıl da anlamsızlaşıp, gülünçleşiyor.
İnsan, neyle yaşardı?
Nostalji avuntusuyla, “Bir kısım” geçmişle övünüp duruyoruz. Ele güne, göğe karşı laf dizileri yetiştiriyoruz ama gerçeklerle, kof hayaller, birbirini tutmuyor.
Başımız, ruhumuz; taşınır taşınmaz bütün varlığımıza, yabancı eli değiyor.
Üstelik her ne kadar Batıyı küçümsesek de; bizi belirli bir süre ayakta tutacak; teknolojik ekonomik üstünlük, ilmî parlayış, uluslararası arenada söz sahibi olmak gibi özelliklerimiz yok. Özne değiliz, maddî sahada aciziz…
Kendine yeten, Tarım ülkesi dahi değiliz. Dolayısıyla çeşitli kollardan, büyük baskı altındayız. Maneviyat, temel kıymetler de kaybolursa, ayaklarımız nereye basacak, neye dayanıp tutunacağız?
Çok tehlikeli bir gidiş, seyir içindeyiz. Ve tüm bu kepazelikleri sadece seyrediyoruz. Tedbir almıyoruz. Yarın nelere maruz kalacağımızı, şahit olacağımızı Allah bilir.
İşin en acısı ise; kimilerince, tepkimizi dile getirdiğimizde, şerrin reklamını yapmakla itham edilmemiz, eleştirilmemiz.
Bir mümin, ebeveyn, anne, yurttaş vb. olarak fikrimizi söylemeyelim mi yani. Sürekli üç maymunu mu oynayalım.
Bu kadarcık da mı, söz hakkımız olmasın.
Seyrede seyrede, ekserimizin şikâyet ettiği bu feci duruma düştük.
Paşa gönlünüz istedi, keyfiniz kaçmasın diye; susalım ve (eğer varsa) vicdanınız kanamasın, rahatlasın öyle mi?
Çok beklersiniz.