(Banaz Müftü) demekle meşhurdur. Hoca zade Mesud Efendi, Sultan I. Ahmed Han’ın imamı ve muallimi Aydınlı Mustafa Efendi’nin oğludur. Üstadı şeyhülislam Esad Efendi’dir. Mesud Efendi, usulüne uygun olarak medreselerde görev yaparak Halep ve Bursa kadılıklarına, ondan sonra Anadolu Kazaskerliği’ne nail oldu (H:1061). Hak ve adaletten ayrılmaz, devlet ricalinin noksanlarını pervasızca söylerdi. Mesud Efendi’nin yetiştiği devir, Osmanlı Devleti’nin en karmakarışık zamanı idi. Hükümet, ağaların elindeydi. Osmanlı Devleti’ne musallat olan bu adi şahıslardan Sultan IV. Mehmet Han’da memnun değildi; bu sebepten Hoca zade Mesud Efendi’nin devlet ricali hakkındaki mütalaalarından memnun olursa kendisine büyük bir teveccüh gösterirdi.
Hoca zade Mesud Efendi, padişahın iltifatından cüret bulur, Sadrazam ve Ağalarla daima uğraşırdı. Çınar vakıası, Hoca zade Mesud Efendi için yeni bir devir açtı. Bu kargaşalık esnasında Mümin zade Mustafa efendi’nin Meşihat makamına geçmesi uygun görülmedi. Yeniçerilerin arzu ve ısrarıyla meşihat makamına / şeyhülislamlık makamına Hoca zade Mesud Efendi getirildi. Mesud Efendi meşihatının ilk zamanlarında doğruluktan ayrılmadı. Sarayda Turhan Sultan’ın huzurunda yerine getirilen divanlarda hakikati söylemekten, tereddüt eden devlet ricalini icabında azarlamaktan geri durmadı. Fakat üzerinde büyük bir leke vardı; o da meşihata Yeniçeriler tarafından getirilmiş olmasıydı. Mesud Efendi, bu lekeden kurtulmak için saraya sadakat göstermek istedi. Osmanlı Devleti’ne musallat olan Ağaları ortadan kaldırmak için sadıkane çalıştı. Bu hareketi ile Sultan IV. Muhammed Han ve validesi Turhan Sultan’ın sevgisini kazandı. Bu sayede Sivas ilamından on bir kuruş Has almaya muvaffak oldu. Sarayda ve devlet erkânı arasında çokça nüfuz kazandı, devletin idare işlerini bizzat üstüne aldı.
Hoca zade Mesud Efendi, ilmen mümtaz olmamakla beraber siyasette de büyük bir maharet gösteremedi. Mevkiini sağlamlaştırmak için Boynu yaralı Mehmet Paşa’yı sadrazamlık makamına getirdi. Mehmet Paşa sadaret makamına gelince, Hoca zade Mesud Efendi’ye yüz vermedi. Emirlerini icra etmek şöyle dursun, huzur u hümayuna da yalnız başına girip çımaya başladı. Hoca zade Mesud Efendi’nin Valide Turhan Sultan ile arası gayet iyi idi. Sadrazamın bu hareketinden pek müteessir oldu. Azli için Valide Sultan’a haber gönderdi. Fakat kendisine: “İki günde bir vezir değiştirme zararını mülahaza etmeden niçin böyle ham fikre kapılıyor diye” cevap verildi. Hoca zade, nüfuzunun bu suretle kırıldığına tahammül edemedi, kendisini meşihata getiren Ocak Ağaları’yla görüştü. Nihayet Sultan Süleyman’ı oturtmak teşebbüsünde bulunmakla itham edildi. Boynu yaralı Mehmet Paşa, hasmını lekelemek için Turhan Sultan’a bu suretle haber verdi.
Mesud Efendi’nin Diyarbakır Kadılığı ile sürülmesine karar verildi. Bir gün Sinan Paşa köşesinde divan kuruldu. Hoca zade Mesud Efendi, beş altı nefer Bostancı ile bir kayığa bindirildi. Bursa’ya sürgün edildi. Mesud Efendi Bursa’da Diyar Bakır’a gitmek üzere hazırlık yapmaya başladı. Esasen yollar emin değildi. Seydi Ahmet Paşa ile Abaza Hasan Ağa’nın eşkıyası Anadolu’nun emniyetini olumsuzlaştırmıştı. Mesud Efendi kendisine yolda muhafızlık etmek üzere Sekban (*) yazmaya başladı. Kendisi bu meşguliyette iken, Diyar Bakır’a çarçabuk gönderilmesi için Bursa kadısı Ruhullah Efendi’ye saltanattan bir ferman geldi. Ruhullah Efendi, kalben Mesud Efendi’ye kırgın olması sebebiyle aleyhinde görüş bildirdi.
Mesud Efendi’nin Sekban yazmakla meşgul olunuşunu saltanat aleyhinde bir teşebbüs gibi gösterdi. Bursa kadısının mütalaası, Boynu yaralı Mehmet Paşa tarafından Sultan IV. Mehmet Han’a arz edildi. Hoca zade Mesud Efendi’nin hiçbir şeyden haberi yoktu. Bir akşam misafir olduğu evde mehtaba karşı oturmuş yemiş yiyor, ev sahibi ile kendi ahvaline dair konuşuyordu. Ev sahibi birden bire hanesinin etrafında bir kalabalık gördü. Aslını anlamak için dışarı çıktı, evinin kadı, Subaşı (**) ve de diğer kimselerle kuşatıldığını gördü. Bu sırada Hoca zade Mesud Efendi de şüphelendi, pencereden dışarıya baktı, evin etrafını kuşatan heyeti görünce meseleyi anladı, Mesud Efendi sağlam bünyeye sahip ve cesur bir zat idi, derhal kılıcına davrandı: “Bu herifler kimlerdir, burada ne ararlar? diye nara atmağa” başladı. Bir müddet herkesi bir korku istila etti. Nihayet içlerinden birkaç cesuru içeriye girdiler. Mesud Efendi’nin üzerine yastıklar ve minderlerle hücum ettiler. Hoca zade, bu kargaşalık esnasında birkaç tanesini yaraladı; fakat etrafını kuşatan kalabalığa mukavemet edemeyince mertçe şehit oldu. Mesud Efendi’nin dört ay devam eden meşihatı bu felaketle neticelendi. Hoca zade Mesud Efendi’nin cesedine hakaret edilmişti. Naşı şehir haricinde bir mezbele üzerine götürülmüş, üzerine örtecek bir tülbent bile bulunmamış, nihayet oradan geçen fukaranın ileri gelenlerinden biri sarığını çıkarıp vermiş, bu suretle bedbaht Şeyhülislam’ın naşına kefen tedariki mümkün olabilmiştir.
…………………….
(*) Sekban, Osmanlılarda, sınır boylarında görev yapan bir sınıf asker, eyalet paşaalrı ve sancak beylerine bağlı olarak görev yapan bir sınıf asker
(**) Subaşı, Subaşılar Osmanlı İmparatorluğu döneminde; barış zamanında asayişi sağlayan, savaş zamanında da orduda çeşitli görevlerde bulunan subaylardır. Kazalarda temsil ederler. Genellikle kendilerine bir zeamet bağlanırdı. Kelime sü (asker) ve baş kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Fakat 'sübaşı' kelimesi büyük ünlü uyumuna aykırı olduğundan zaman içinde 'subaşı' diye söylenegelmiştir. Ayrıca; günümüz Türkiye Türkçesi'nde kullanılan 'subay' terimi de terminoloji olarak aynı mantığın ürünüdür: sü=asker, bay=erkek, sübay=erkek asker. (Vikipedi, özgür ansiklopedi)
Kaynaklar
İlmiyye Salnamesi, S.468-470
Hoca zade Mesud Efendi, padişahın iltifatından cüret bulur, Sadrazam ve Ağalarla daima uğraşırdı. Çınar vakıası, Hoca zade Mesud Efendi için yeni bir devir açtı. Bu kargaşalık esnasında Mümin zade Mustafa efendi’nin Meşihat makamına geçmesi uygun görülmedi. Yeniçerilerin arzu ve ısrarıyla meşihat makamına / şeyhülislamlık makamına Hoca zade Mesud Efendi getirildi. Mesud Efendi meşihatının ilk zamanlarında doğruluktan ayrılmadı. Sarayda Turhan Sultan’ın huzurunda yerine getirilen divanlarda hakikati söylemekten, tereddüt eden devlet ricalini icabında azarlamaktan geri durmadı. Fakat üzerinde büyük bir leke vardı; o da meşihata Yeniçeriler tarafından getirilmiş olmasıydı. Mesud Efendi, bu lekeden kurtulmak için saraya sadakat göstermek istedi. Osmanlı Devleti’ne musallat olan Ağaları ortadan kaldırmak için sadıkane çalıştı. Bu hareketi ile Sultan IV. Muhammed Han ve validesi Turhan Sultan’ın sevgisini kazandı. Bu sayede Sivas ilamından on bir kuruş Has almaya muvaffak oldu. Sarayda ve devlet erkânı arasında çokça nüfuz kazandı, devletin idare işlerini bizzat üstüne aldı.
Hoca zade Mesud Efendi, ilmen mümtaz olmamakla beraber siyasette de büyük bir maharet gösteremedi. Mevkiini sağlamlaştırmak için Boynu yaralı Mehmet Paşa’yı sadrazamlık makamına getirdi. Mehmet Paşa sadaret makamına gelince, Hoca zade Mesud Efendi’ye yüz vermedi. Emirlerini icra etmek şöyle dursun, huzur u hümayuna da yalnız başına girip çımaya başladı. Hoca zade Mesud Efendi’nin Valide Turhan Sultan ile arası gayet iyi idi. Sadrazamın bu hareketinden pek müteessir oldu. Azli için Valide Sultan’a haber gönderdi. Fakat kendisine: “İki günde bir vezir değiştirme zararını mülahaza etmeden niçin böyle ham fikre kapılıyor diye” cevap verildi. Hoca zade, nüfuzunun bu suretle kırıldığına tahammül edemedi, kendisini meşihata getiren Ocak Ağaları’yla görüştü. Nihayet Sultan Süleyman’ı oturtmak teşebbüsünde bulunmakla itham edildi. Boynu yaralı Mehmet Paşa, hasmını lekelemek için Turhan Sultan’a bu suretle haber verdi.
Mesud Efendi’nin Diyarbakır Kadılığı ile sürülmesine karar verildi. Bir gün Sinan Paşa köşesinde divan kuruldu. Hoca zade Mesud Efendi, beş altı nefer Bostancı ile bir kayığa bindirildi. Bursa’ya sürgün edildi. Mesud Efendi Bursa’da Diyar Bakır’a gitmek üzere hazırlık yapmaya başladı. Esasen yollar emin değildi. Seydi Ahmet Paşa ile Abaza Hasan Ağa’nın eşkıyası Anadolu’nun emniyetini olumsuzlaştırmıştı. Mesud Efendi kendisine yolda muhafızlık etmek üzere Sekban (*) yazmaya başladı. Kendisi bu meşguliyette iken, Diyar Bakır’a çarçabuk gönderilmesi için Bursa kadısı Ruhullah Efendi’ye saltanattan bir ferman geldi. Ruhullah Efendi, kalben Mesud Efendi’ye kırgın olması sebebiyle aleyhinde görüş bildirdi.
Mesud Efendi’nin Sekban yazmakla meşgul olunuşunu saltanat aleyhinde bir teşebbüs gibi gösterdi. Bursa kadısının mütalaası, Boynu yaralı Mehmet Paşa tarafından Sultan IV. Mehmet Han’a arz edildi. Hoca zade Mesud Efendi’nin hiçbir şeyden haberi yoktu. Bir akşam misafir olduğu evde mehtaba karşı oturmuş yemiş yiyor, ev sahibi ile kendi ahvaline dair konuşuyordu. Ev sahibi birden bire hanesinin etrafında bir kalabalık gördü. Aslını anlamak için dışarı çıktı, evinin kadı, Subaşı (**) ve de diğer kimselerle kuşatıldığını gördü. Bu sırada Hoca zade Mesud Efendi de şüphelendi, pencereden dışarıya baktı, evin etrafını kuşatan heyeti görünce meseleyi anladı, Mesud Efendi sağlam bünyeye sahip ve cesur bir zat idi, derhal kılıcına davrandı: “Bu herifler kimlerdir, burada ne ararlar? diye nara atmağa” başladı. Bir müddet herkesi bir korku istila etti. Nihayet içlerinden birkaç cesuru içeriye girdiler. Mesud Efendi’nin üzerine yastıklar ve minderlerle hücum ettiler. Hoca zade, bu kargaşalık esnasında birkaç tanesini yaraladı; fakat etrafını kuşatan kalabalığa mukavemet edemeyince mertçe şehit oldu. Mesud Efendi’nin dört ay devam eden meşihatı bu felaketle neticelendi. Hoca zade Mesud Efendi’nin cesedine hakaret edilmişti. Naşı şehir haricinde bir mezbele üzerine götürülmüş, üzerine örtecek bir tülbent bile bulunmamış, nihayet oradan geçen fukaranın ileri gelenlerinden biri sarığını çıkarıp vermiş, bu suretle bedbaht Şeyhülislam’ın naşına kefen tedariki mümkün olabilmiştir.
…………………….
(*) Sekban, Osmanlılarda, sınır boylarında görev yapan bir sınıf asker, eyalet paşaalrı ve sancak beylerine bağlı olarak görev yapan bir sınıf asker
(**) Subaşı, Subaşılar Osmanlı İmparatorluğu döneminde; barış zamanında asayişi sağlayan, savaş zamanında da orduda çeşitli görevlerde bulunan subaylardır. Kazalarda temsil ederler. Genellikle kendilerine bir zeamet bağlanırdı. Kelime sü (asker) ve baş kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Fakat 'sübaşı' kelimesi büyük ünlü uyumuna aykırı olduğundan zaman içinde 'subaşı' diye söylenegelmiştir. Ayrıca; günümüz Türkiye Türkçesi'nde kullanılan 'subay' terimi de terminoloji olarak aynı mantığın ürünüdür: sü=asker, bay=erkek, sübay=erkek asker. (Vikipedi, özgür ansiklopedi)
Kaynaklar
İlmiyye Salnamesi, S.468-470