Tarih sayfalarında mutlaka karşılaşmışızdır. Çevremizde bazı sıra dışı insanlara rastlarız, kimi zaman aile geçmişinden yakın örnekler hatıra gelir.
Sabırlarıyla, azimleriyle, tahammül güçleriyle bizi hayrete düşüren; neredeyse insanüstü diye niteleyeceğimiz... Kimilerince enayi, kimilerince kahraman nazarıyla görülen... Bir türlü inanamadığımız, anlayamadığımız.
Özel hayatlarında yükleri ağır olduğu gibi, başkalarının da yardımına da seve seve koşarlar; gönüllüce çalışır, ellerinden geldiğince çözüm üretmeye, “diğerinin” yaralarını sarmaya kalkarlar.
Burada, kilit kavram “öteki”dir.
Fransız düşünürü Alain, La Larouch’un bir sözünü nakleder: “Her zaman başkalarının üzüntülerine katlanacak gücümüz vardır.”
Ve buna itiraz eder: “Bu ahlâkçı olsa olsa muziplik etmiştir. Başkalarının sıkıntılarını taşımak oldukça zordur.”
Evet, başkalarının üzüntülerine katlanacak kuvvetimiz vardır diyebiliriz. Çünkü hiçbir zaman başkalarını yeterince ciddiye almayız. Üzül(müş/miş) gibi yaparız, ya da kederimiz bizi zahmete sokacak, hizmete koşturacak kadar bir sahicilik kazanmaz.
Başkalarının sıkıntılarını pekâlâ taşıyabiliriz diye de düşünebiliriz. Çünkü insan inanılmaz derecede kuvvetlidir. Samimî ve halis niyetlerde, kapasite, yetenek artırılmakta, bir mânâda işi kolaylaştırılmaktadır.
Dişi Nasreddin’ce bir yorumla; Alain’e de hak verebiliriz. Şahsımızın bile, dayanılmaz katlanılmaz olduğu ânlar vardır. İkilemlerimiz, çelişkilerimiz, dalgalanmalarımız, boşluklarımız... Nefsimize gücümüz yetmez ki, diğerine tahammül edebilelim.
La Roucheu “katlanma gücüne” temas etmektedir. Demek ki bazılarının katlanma gücü vardır. Alain ise “zor” diye kestirip atmaktadır. İkisi de farklı noktalara işaret etmektedir.
Gerçekten zordur. Tahammül biraz da, neye dayandığımıza, gücü nereden aldığımıza, iç hayatımızın kaynağına bakmaktadır. Dünya görüşünüze, manevî görünüşünüze, sadrınızın kaviliğine...
Sevgiyle bütün insanlığın yükünü taşımaya talip olanlar vardır. Kendileri belânın, sıkıntının en büyüğüne duçar kalmasına rağmen... Hiçbir bedel, ücret, menfaat talep etmeden. Hatta manevî bir karşılık beklemeden, cenneti bile düşlemeden, açıkça ret ederekten.
“Hakk şerleri hayreyler” diyenler, halk da da “Halk edeni” görenler hiç şüphesiz; ötekinin/berikinin derdini de bir “Güzellik cilvesi” olarak niteleyip, apayrı bir anlam yükleyerek, cevher avcılığına çıkacak, bir aşk letafeti altında, yükü “Tanrı lâtifesi” olarak telâkki edecektir.
Önceliği “Yükleyici” olunca; bütün yaratılış, katlanma, sabır, cefa sefa, bir aşk yürüyüşüyle O’na olacaktır.
Dertler bize üzüntü, yeis getirir, takatsiz kılar. Hâlbuki en büyük acı “aşk acısıdır”. Asıl katlanılması zor bulunan, Cenabı Hak’tan ayrılıktır. Bu ölçünün “sadıkları”, dünyevî sıkıntıları hafifser, kale almaz.
Yük, “yüklenmeyi”, dolma/donanmayı da getirir. “Yüklenen” yükünü tutar.
“Yük taşıma” bir hizmet vesilesiyle, bundan kaçınmayacak; “Allah rızası” başta gelecektir.
Alain sıradan, akla hapsolmuş insana işaretlerken; La Rauchau kâmil insana değinmektedir diye serbestçe düşünebiliriz.
Tasavvuf tarihi, muhatabının hastalığını bile üzerine alarak, iyileşmesine vesile olan, tasarrufta bulunan gönül adamlarının, diğerkâm insanların hikâyeleriyle dikkat çeker.
Tahammül sınırını zorlayan/aştıran üzüntülerimizden ziyade; onlara atfettiğimiz aşırılıklar, fazlalıklar, evhamlı artılardır.
Bunlar temizlendiği, düşünce saflaştırıldığı ve ruhun dünyevî bağları hafifletildiği takdirde katlanma nispeten kolaylaşacaktır.
İnsana “halife/kardeş” nazarıyla bakarak kendine ve Kâinata ayrı bir değer yükleyenler; elem ve sıkıntıların, hadiselerin yorumunu da farklı bir gözle yapacaklardır.
İstisnaî de olsa, gelen belâyı “Allah’ın kendisini hatırlaması” şeklinde bir sevinç vesilesi ve hediye olarak tatlandıranlar; nimeti paylaştığı gibi, ötekinin sıkıntısına da sessiz kalmayacak ve hatta fazlasını talep edebilecektir.
Aksi takdirde, onca yüce gönüllü insana, sevgi kahramanına dünyamız sahne olmazdı.
Aşk, bizi erdemli kıldığı gibi; sabrı, gözüpekliği de arttırmaktadır.