Bilindiği üzere, hep ‘Selam duâsı’yla başlıyoruz.
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Başladığımız 10. beytimize bir süre daha devam edeceğiz inşallah. Beytimiz şöyleydi:
“Neydeki ateş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir.” (10. Beyit)
Efendim insanları dünyâyı yaşarken ayakta tutacak, hayâta bağlayacak en önemli duygunun sevgi olması hasebiyle, sevgi konusunu bitiremiyoruz, diğer yazımızda da devam edeceğimizi belirtmek isteriz. Nasipse aşk konusuna gelince de, aynı işlem o vakitte devam edecek.
Allah (c.c) sevgisi, Tevhid’in temelidir. Bu kutsî sevgide sonsuzluk vardır. Her kim Hak Teâlâ’yı severse, Cenâbı Hak ona daha fazlasını verir. Sevgiyi veren Rabb’imizdir, Sevginin kaynağı kutsîdir. Sevginin özü ilâhîdir. Bu hükmî sevgide, Allah (c.c) için sevmek ve Allah (c.c) için buğz etmek esastır. Fıtrî sevgi yâni ana-baba, eş, evlat sevgisi eğer Kur’an ölçülerinde olursa, bu sevgiler ilâhî sevgiye dönüşür ve kişiye cennet kazandırır.
Sevgi, ‘habbebe’ kökünden gelir. Muhabbetteki ‘Hub’, saf, çekirdek, nüve mânâlarına gelir. Muhabbet, kalbin taşması, coşması, fazla arzudan sevinmek, istenen şeye ulaşmak için çırpınma anlamlarında kullanılır. Sevgi içtimâi bazda, topluma huzur ve barış getiren birleştirici bir unsurdur. Hz. Kur’an insanların sevgiyle dolup, birleşmelerini istiyor. “Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak gâliptir, hikmet sâhibidir.” (Enfal, 63) Meal notu: Medineli Evs ve Hazrec kabileleri arasında sonu gelmeyen müthiş bir düşmanlık vardı. Aralarında kanlı savaşlar olmuş ve her iki tarafın ileri gelenlerinden birçoğu ölmüştü. Uzun zaman birbirlerinden intikam almak için uğraştılar. Allah onları İslam ile şereflendirince intikam alma duygusunu da onlardan kaldırdı, birleştiler, kucaklaştılar ve kaynaştılar. İşte bu âyette bu ve benzeri kaynaşmalara işâret edilmektedir. Dolayısıyla her şey Rabb’i Teâlâ’dandır. Cenâbı Hak, kâiâtı muhabbet için yarattı.
Sevgi iki şekildedir. 1.Allah Teâlâ’nın kulunu sevmesi. 2.Kulun Rabb’ini sevmesi. Sevgi kalbe huzur verir, kalbi dinç kılar. Bilhassa Hakk’a muhabbetle yüreği dolu olan bir kişi asla yeise düşmez, üzüntüye kapılmaz. Zira o kalp, ilâhî sevgiyle kaplıdır. Muhabbeti kaybeden insan ölüdür. Muhabbet nûru olmayan karanlıkta kalır. Herkesteki muhabbetin derecesi birbirinden farklıdır. Kiminde muhabbet derecesi çok yüksek iken, kiminde çok azdır. Kalbinde hakiki muhabbet tecelli etmiş kişi, başka sevgilere ihtiyaç duymaz. Böyleleri tıpkı Yunus gibi; ‘Yaratılanı severim, Yaratn’dan ötürü’ anlayışıyla mahlûkâtı sever.
İskender Pala’nın ‘Arayan ve Bulan’ isimli makâlesindeki şu sözler çok kıymetlidir: ‘Hakiki âşıklar gözden değil, özden ağlarlar. İnsan, bilme ve sevme eğilimindedir. Bizde zâti bilgi, ilâhî aşk arzusu, kişiyi uyandırır. Biz farkında olalım veya olmayalım, içimizdeki aşk, bu bilginin peşindeki yönelişin sonucudur. Aşk, perdeleri açmaya, irfan ise onu anlamaya meyleder. Aşksızlıkta perdeler kapalı kalır, keşif yapılmaz, irfan ortaya çıkmaz. Onu bulmak için seyru suluk ve tevhide inmek, mânâ da ve içte derinleşmek gerekir. Bunu yapan kişi Allah Teâlâ’yı bulmuş değil sâdece bilmiş olur’, diyor. Güzel tespitler…
Sevginin meydana gelmesindeki ön şart, sevilenin tanınmasıdır. Allah Teâlâ’nın tüm vasıflarının künhünü, sınırlı olan zihnimizle bilemesek bile, Rabb’imizin bize kendisini tanıttığı gibi, bilhassa ‘Esmâ-ül-Hüsna’larıyla tanır ve biliriz. Kişi bildiğini sever, bilmediğiniz sevmez, o sebeple Müslümanlara eğitim hayatlarında kendilerini yaratan Cenâbı Hakk’ın tanıtılması lâzımdır. Hep deriz bundan kimse korkmamalı. Asıl Hakk’ı tanımayanlardan, onların işleyeceği yakışıksız fiillerden ürkmelidir. Yoksa içinde Allah (c.c) sevgisi ve muhabbeti olandan kimse korkmamalı.
Efendim Cumânız mübârek olsun.