Sevgili çocuklar,
Dilimiz, tat alma organımızdır.
Yemek veya içmek için ağzımıza aldığımız her bir şeyin tadını dilimizle anlarız.
Bunların bazıları acıdır, dilimizi yakar. Bunları yemeyiz.
Bazı yediğimiz şeyler tatlıdır, yüzümüz güler.
Bazıları ise ekşi olurlar. Bunları yediğimizde yüzümüzü bile buruştururuz.
Hiç düşündük mü? Ya dilimize böyle bir özellik verilmese ve biz yediklerimizin tadını almasaydık, halimiz nasıl olurdu?
Çok şükür ki Allah (c.c) bizi ve her organımızı böyle mükemmel (en güzel) şekilde yaratmış.
Sevgili çocuklar,
Acı ve tatlının bir başka çeşidi daha vardır ki onlar ruhumuza tesir ederler.
Mesela çok yakınımız olan bir insan ölse, onun acısını duyar ve çok üzülürüz.
Veya yakınımız bir insanın düğünü olsa, okuldan mezun olsa veya bir evladı (oğlu veya kızı) doğmuş olsa biz de onun sevgisinden haz alır, memnun oluruz.
Karşımızda ki insanın halinden hisse almamız onu da çok memnun eder.
“Sevinçler paylaşılınca artar, üzüntüler ve acılar paylaşılınca azalır” diyen atalarımız ne güzel söylemişler.
Bu yazımda yine Mevlana Hazretlerinin Mesnevi adlı eserinden konumuzla ilgili bir hikâyesini anlatmak istiyorum.
ACILAR SEVGİYLE TATLILAŞIR
Bir zamanlar zengin bir adamın Lokman adında dürüst, çalışkan, becerikli, sadık ve sevilen bir kölesi (amelesi) vardı.
Efendisi ona oğullarından daha çok güvenirdi.
Çünkü o, görünüşte köleydi ama kendi nefsini (benliğini) terbiye etmiş böylece nefsinin efendisi olmuştu.
Efendisi de ondaki bu olgunluğun farkındaydı.
Lokman'ı azat etmek (serbest bırakmak) için uygun bir fırsat kolluyordu.
Efendinin önüne yemek geldiğinde, Lokman'ı çağırır, önce onun yemesini isterdi.
Onun yiyip içtiklerini zevkle yer, yemediklerine ise o da elini sürmezdi.
Bir gün, efendiye bir kavun hediye getirdiler.
Her zaman olduğu gibi Lokman'ı çağırttı. Kavundan bir dilim kesip Lokman'a uzattı.
Lokman, ikram edilen kavunu iştahla yedi.
Efendi bir dilim daha verdi. Lokman, aynı şekilde onu da yiyip bitirdi.
Efendi Lokman'ın kavunu iştahla yediğini görünce, çok sevdiğini düşünerek, bir dilim kalıncaya kadar hepsini ona ikram etti.
Efendi son kalan dilimi kendi ağzına götürüp bir lokma alınca, kavunun tadının zehir gibi olduğunu fark etti. Kavunun acılığından gözünden ateş çıktı. Boğazı yandı. Dili kabardı.
Ağzındaki acılık gittikten sonra, Lokman'a sordu.
''Böyle acı kavunu nasıl iştahla yedin?'' Lokman;
''Efendim! Bugüne kadar sizin birçok güzel ikramınıza nâil oldum (hediyenizi aldım). Sizin acı olduğunu bilmeden bana verdiğiniz bu ikramı, geri çevirmekten utandım.
Ayrıca size olan sevgim, kavunun acılığını bana hissettirmedi, bile...'' der.
Gördünüz mü, sevgili çocuklar,
Meğer acılar, sevgiyle nasıl tatlılaşırmış.
Bakır, yoğurucunca sevgiyle altın olurmuş.
Dertlere bulanmış olanlar, sevgiyle durulur ve dertlerine çare bulurlarmış.
Sevgi, ölüyü diriltirmiş.
Şahı (hükümdarı) ise sevgiyi gösterene köle yaparmış.
Değerli kardeşlerim,
Siz, siz olun… Her kes, ama her kese kinle, öfkeyle değil sevgiyle yaklaşın.
Size öfke gösterene bile sevgi gösterin.
Bilin ki; “Asla sevgiyle savaşılmaz. Sevgiye karşı savaşan, baştan kaybeder”
Dilimiz, tat alma organımızdır.
Yemek veya içmek için ağzımıza aldığımız her bir şeyin tadını dilimizle anlarız.
Bunların bazıları acıdır, dilimizi yakar. Bunları yemeyiz.
Bazı yediğimiz şeyler tatlıdır, yüzümüz güler.
Bazıları ise ekşi olurlar. Bunları yediğimizde yüzümüzü bile buruştururuz.
Hiç düşündük mü? Ya dilimize böyle bir özellik verilmese ve biz yediklerimizin tadını almasaydık, halimiz nasıl olurdu?
Çok şükür ki Allah (c.c) bizi ve her organımızı böyle mükemmel (en güzel) şekilde yaratmış.
Sevgili çocuklar,
Acı ve tatlının bir başka çeşidi daha vardır ki onlar ruhumuza tesir ederler.
Mesela çok yakınımız olan bir insan ölse, onun acısını duyar ve çok üzülürüz.
Veya yakınımız bir insanın düğünü olsa, okuldan mezun olsa veya bir evladı (oğlu veya kızı) doğmuş olsa biz de onun sevgisinden haz alır, memnun oluruz.
Karşımızda ki insanın halinden hisse almamız onu da çok memnun eder.
“Sevinçler paylaşılınca artar, üzüntüler ve acılar paylaşılınca azalır” diyen atalarımız ne güzel söylemişler.
Bu yazımda yine Mevlana Hazretlerinin Mesnevi adlı eserinden konumuzla ilgili bir hikâyesini anlatmak istiyorum.
ACILAR SEVGİYLE TATLILAŞIR
Bir zamanlar zengin bir adamın Lokman adında dürüst, çalışkan, becerikli, sadık ve sevilen bir kölesi (amelesi) vardı.
Efendisi ona oğullarından daha çok güvenirdi.
Çünkü o, görünüşte köleydi ama kendi nefsini (benliğini) terbiye etmiş böylece nefsinin efendisi olmuştu.
Efendisi de ondaki bu olgunluğun farkındaydı.
Lokman'ı azat etmek (serbest bırakmak) için uygun bir fırsat kolluyordu.
Efendinin önüne yemek geldiğinde, Lokman'ı çağırır, önce onun yemesini isterdi.
Onun yiyip içtiklerini zevkle yer, yemediklerine ise o da elini sürmezdi.
Bir gün, efendiye bir kavun hediye getirdiler.
Her zaman olduğu gibi Lokman'ı çağırttı. Kavundan bir dilim kesip Lokman'a uzattı.
Lokman, ikram edilen kavunu iştahla yedi.
Efendi bir dilim daha verdi. Lokman, aynı şekilde onu da yiyip bitirdi.
Efendi Lokman'ın kavunu iştahla yediğini görünce, çok sevdiğini düşünerek, bir dilim kalıncaya kadar hepsini ona ikram etti.
Efendi son kalan dilimi kendi ağzına götürüp bir lokma alınca, kavunun tadının zehir gibi olduğunu fark etti. Kavunun acılığından gözünden ateş çıktı. Boğazı yandı. Dili kabardı.
Ağzındaki acılık gittikten sonra, Lokman'a sordu.
''Böyle acı kavunu nasıl iştahla yedin?'' Lokman;
''Efendim! Bugüne kadar sizin birçok güzel ikramınıza nâil oldum (hediyenizi aldım). Sizin acı olduğunu bilmeden bana verdiğiniz bu ikramı, geri çevirmekten utandım.
Ayrıca size olan sevgim, kavunun acılığını bana hissettirmedi, bile...'' der.
Gördünüz mü, sevgili çocuklar,
Meğer acılar, sevgiyle nasıl tatlılaşırmış.
Bakır, yoğurucunca sevgiyle altın olurmuş.
Dertlere bulanmış olanlar, sevgiyle durulur ve dertlerine çare bulurlarmış.
Sevgi, ölüyü diriltirmiş.
Şahı (hükümdarı) ise sevgiyi gösterene köle yaparmış.
Değerli kardeşlerim,
Siz, siz olun… Her kes, ama her kese kinle, öfkeyle değil sevgiyle yaklaşın.
Size öfke gösterene bile sevgi gösterin.
Bilin ki; “Asla sevgiyle savaşılmaz. Sevgiye karşı savaşan, baştan kaybeder”