Milli Gençlikle… yazı serisi
Milli Gençliğin özelliklerini saymaya devam edelim.
Allah, insanda birçok hissi bir arada yaratmış.
Bunlardan bir kısmi müspet (olumlu) hisler, bir kısmı da menfi (olumsuz) hislerdir. Ayrıca insana verilen irade-i cüz’iye (his ve hareketlerini kontrol edebilme) gücü ile bu hislerin müspetlerine davet edilmiş, menfilerinden uzak kalması tavsiye edilmiştir.
İşte sevgi, bu müspet hislerin başında gelmektedir.
Sevgi, öyle bir haslettir ki taşıyana huzur ve mutluluk verdiği gibi düşmanın bile af edilmesini sağlar.
Sevgi, düşmanın sayısını azaltır, dostun sayısını artırır.
Bunun karşılığı kindir, kindar olmaktır.
Kin, his olarak önce taşıyana büyük sıkıntı veren bir duygudur.
Kindar insanın iç huzuru yoktur. Her an düşmanı ile karşılaşacakmış gibi bir gerginlik içindedir. Pek tabiidir ki bu duyguyu taşıyanların huzur ve saadeti yakalamaları çok güçtür.
İyi ama düşmanım bana şunu yaptı, bunu yaptı. Onu unutalım mı?
Belki unutmayalım ama sürekli onun kinini de taşıyarak kendi huzurumuzu da bozmayalım, değil mi?
Şunu hiç unutmayalım ki, kin, kıskançlık, çekememezlik, riya (iki yüzlülük) gibi bütün menfi duyguları taşıyanlar, bu duygularla cennete girmezler. Çünkü iyilikler ve güzellikler yurdu cennette, bu duygulara yer yoktur.
SEVGİ PEYGAMBERİMİZ VAR
Peygamberimizin amcası Hazret-i Hamza’yı (radiyallahü anh – Allah ondan razı olsun) duymayanınız yoktur.
Öyle yiğit ve öyle mert bir insandır ki, hiçbir haksızlığa tahammül edemez, bütün gücüyle o haksızlığı gidermeye çalışırdı.
Uhut harbinde, Ebu Süfyanın karısı Hind, öldürmesi için Vahşi adında silahşor bir köleye, azat olunmak (hürriyetini vermek) üzere onun arkasına takmıştı.
Vahşi, savaş esnasında bir müddet onu takip etti ve sonunda onun çok meşgul olduğu bir anını yakalayarak mızrağını sapladı ve onu şehit etti.
Ama Mekke’nin fethinden sonra Mekke müşrikleri, gurup gurup Peygamberimizin yanına gelerek İslamı kabul ettiler. Bunların içinde o vahşi de bulunmaktaydı.
Bir insan İslam’a girdi mi, o adamın İslam öncesi bütün günahları affettiği için Peygamberimiz onun imanını kabul etti ve kendisini af etti. Ancak kendisine, “bana fazla yakın olma (seni gözüm görmesin)” dedi.
Vahşi’nin Müslüman olmasından sonra, Peygamberimizi gördüğü ve onun sohbetini dinlediği için o da bir Sahabi oldu ve bizler ona, Vahşi hazretleri demek durumundayız.
Bir başka savaşta İslam düşmanı bir zalimi de öldürerek; “Ya Rabbi… Hamza’nın diyeti olarak bunu kabul et” diye dua etti.
İşte âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, birçok insanın cahiliye döneminde ki hata ve kusurları af ederek, güzel bir âlicenaplık örneği oldu.
Bir mütefekkirimiz (düşünürümüz) olan Sezai Karakoç, “Müslüman… Öyle diri ol, öyle diri ol ki… Seni öldürmeye gelen sen de dirilsin” ifadesiyle ve sevginin merkezinde ki bir insanın (bir gencin) nasıl hareket etmesi gerektiğini anlatmaktadır.
SEVGİ YÜKÜNÜ TAŞIYANLAR
Başta annemizi sonra babamızı, kardeşlerimizi, öğretmenimizi, arkadaşlarımızı, komşularımızı, evimize gelen misafirleri ve bütün insanları…
Hayvanları… Bitkileri… Ve hatta taş toprak bütün cansız varlıkları sevmeliyiz.
Sevgimizin boyutu o kadar uzun ve geniş olmalıdır ki bu örtümüzün altına herkes ama herkes girebilmelidir.
Çünkü Milli gençlik, İslam’ın özünün; “Halıka (yaratıcıya) kulluk, mahlukata (canlı cansız her şeye) şefkat” olduğunu bilir, bilmelidir.
Siz hiç Mevlana Hazretlerinin Mesnevisini okudunuz mu?
Yunus Emre, mısralarında en çok neyi dile getiriyordu? Baktınız mı?
Düşman bana nide bile/ İşim gücün dost'tan yana
Dost makamı can içinde/ Düşman eli eremeye.
Kime kim dost kapı aça,/ düşmanı elinden kaça
Yunus ağzı güller saça, /Değme arif değemeye.
Hacı Bektaşi Veli hazretleri Makalat’ında bize neyi salık veriyordu?
“Dört kapı nedir? Kırk makam nedir? Üç yüz altmış menzil nedir?
Şeriat, tarikat yoldur varana, / Marifet, hakikat andan içeru…”
Bunlar gibi bütün mütefekkirlerimizi (tefekkür edenleri – düşünürleri) alt alta yazsak hep ayni kelimeyi haykırdıklarını görürüz.
Evet… Bu haykırılan kelime “SEVGİ” kelimesidir.
Sevgiyi biraz daha çoğaltırsanız aşk’a ulaşırsınız.
Sevgili kardeşim, gönlünde sevgi taşıyan kardeşim,
İyi bil ki… Sevgiyle savaşılmaz. Sevgiyle savaşan mutlaka mağlup olur.
Milli Gençliğin özelliklerini saymaya devam edelim.
Allah, insanda birçok hissi bir arada yaratmış.
Bunlardan bir kısmi müspet (olumlu) hisler, bir kısmı da menfi (olumsuz) hislerdir. Ayrıca insana verilen irade-i cüz’iye (his ve hareketlerini kontrol edebilme) gücü ile bu hislerin müspetlerine davet edilmiş, menfilerinden uzak kalması tavsiye edilmiştir.
İşte sevgi, bu müspet hislerin başında gelmektedir.
Sevgi, öyle bir haslettir ki taşıyana huzur ve mutluluk verdiği gibi düşmanın bile af edilmesini sağlar.
Sevgi, düşmanın sayısını azaltır, dostun sayısını artırır.
Bunun karşılığı kindir, kindar olmaktır.
Kin, his olarak önce taşıyana büyük sıkıntı veren bir duygudur.
Kindar insanın iç huzuru yoktur. Her an düşmanı ile karşılaşacakmış gibi bir gerginlik içindedir. Pek tabiidir ki bu duyguyu taşıyanların huzur ve saadeti yakalamaları çok güçtür.
İyi ama düşmanım bana şunu yaptı, bunu yaptı. Onu unutalım mı?
Belki unutmayalım ama sürekli onun kinini de taşıyarak kendi huzurumuzu da bozmayalım, değil mi?
Şunu hiç unutmayalım ki, kin, kıskançlık, çekememezlik, riya (iki yüzlülük) gibi bütün menfi duyguları taşıyanlar, bu duygularla cennete girmezler. Çünkü iyilikler ve güzellikler yurdu cennette, bu duygulara yer yoktur.
SEVGİ PEYGAMBERİMİZ VAR
Peygamberimizin amcası Hazret-i Hamza’yı (radiyallahü anh – Allah ondan razı olsun) duymayanınız yoktur.
Öyle yiğit ve öyle mert bir insandır ki, hiçbir haksızlığa tahammül edemez, bütün gücüyle o haksızlığı gidermeye çalışırdı.
Uhut harbinde, Ebu Süfyanın karısı Hind, öldürmesi için Vahşi adında silahşor bir köleye, azat olunmak (hürriyetini vermek) üzere onun arkasına takmıştı.
Vahşi, savaş esnasında bir müddet onu takip etti ve sonunda onun çok meşgul olduğu bir anını yakalayarak mızrağını sapladı ve onu şehit etti.
Ama Mekke’nin fethinden sonra Mekke müşrikleri, gurup gurup Peygamberimizin yanına gelerek İslamı kabul ettiler. Bunların içinde o vahşi de bulunmaktaydı.
Bir insan İslam’a girdi mi, o adamın İslam öncesi bütün günahları affettiği için Peygamberimiz onun imanını kabul etti ve kendisini af etti. Ancak kendisine, “bana fazla yakın olma (seni gözüm görmesin)” dedi.
Vahşi’nin Müslüman olmasından sonra, Peygamberimizi gördüğü ve onun sohbetini dinlediği için o da bir Sahabi oldu ve bizler ona, Vahşi hazretleri demek durumundayız.
Bir başka savaşta İslam düşmanı bir zalimi de öldürerek; “Ya Rabbi… Hamza’nın diyeti olarak bunu kabul et” diye dua etti.
İşte âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, birçok insanın cahiliye döneminde ki hata ve kusurları af ederek, güzel bir âlicenaplık örneği oldu.
Bir mütefekkirimiz (düşünürümüz) olan Sezai Karakoç, “Müslüman… Öyle diri ol, öyle diri ol ki… Seni öldürmeye gelen sen de dirilsin” ifadesiyle ve sevginin merkezinde ki bir insanın (bir gencin) nasıl hareket etmesi gerektiğini anlatmaktadır.
SEVGİ YÜKÜNÜ TAŞIYANLAR
Başta annemizi sonra babamızı, kardeşlerimizi, öğretmenimizi, arkadaşlarımızı, komşularımızı, evimize gelen misafirleri ve bütün insanları…
Hayvanları… Bitkileri… Ve hatta taş toprak bütün cansız varlıkları sevmeliyiz.
Sevgimizin boyutu o kadar uzun ve geniş olmalıdır ki bu örtümüzün altına herkes ama herkes girebilmelidir.
Çünkü Milli gençlik, İslam’ın özünün; “Halıka (yaratıcıya) kulluk, mahlukata (canlı cansız her şeye) şefkat” olduğunu bilir, bilmelidir.
Siz hiç Mevlana Hazretlerinin Mesnevisini okudunuz mu?
Yunus Emre, mısralarında en çok neyi dile getiriyordu? Baktınız mı?
Düşman bana nide bile/ İşim gücün dost'tan yana
Dost makamı can içinde/ Düşman eli eremeye.
Kime kim dost kapı aça,/ düşmanı elinden kaça
Yunus ağzı güller saça, /Değme arif değemeye.
Hacı Bektaşi Veli hazretleri Makalat’ında bize neyi salık veriyordu?
“Dört kapı nedir? Kırk makam nedir? Üç yüz altmış menzil nedir?
Şeriat, tarikat yoldur varana, / Marifet, hakikat andan içeru…”
Bunlar gibi bütün mütefekkirlerimizi (tefekkür edenleri – düşünürleri) alt alta yazsak hep ayni kelimeyi haykırdıklarını görürüz.
Evet… Bu haykırılan kelime “SEVGİ” kelimesidir.
Sevgiyi biraz daha çoğaltırsanız aşk’a ulaşırsınız.
Sevgili kardeşim, gönlünde sevgi taşıyan kardeşim,
İyi bil ki… Sevgiyle savaşılmaz. Sevgiyle savaşan mutlaka mağlup olur.