“Beşiktaş da yenilir” başlıklı yazımda, “Atiker Konyaspor bugün şampiyonluğun en iddialı takımlarından Beşiktaş'ı konuk edecek...
İki taraf için de zor maç...
“Kasap et, koyun can derdinde” kıvamında bir müsabaka...
Alanya moralli Atiker Konyaspor'un bu maçı kazanması ya da bu maçtan puanla ayrılması, o kadar da zor değil...
Kolay da değil...
Bu maç iki takıma da gidebilir, gelebilir...
Ortada bir maç” diyerek, “skor ne olursa olsun, ne Mehmet Özdilek'e ne de Atiker Konyaspor'a deniz bitmeyecek, kara görünmeyecek...
Eğer bu maçtan puanla ayrılırsa yeşil-beyazlılar, öyle ya da böyle, hem fiziksel, hem de zihinsel olarak kendilerini yenileyeceklerdir...
Şehir de destek verirse, iş daha da kolaylaşacaktır...
Tribünlerin desteğini önemsiyorum” diyerekte düşüncelerimi yazmıştım.
Atiker Konyaspor bu maçta galibiyeti kaçıran ve 1 puanla yetinen taraf oldu...
Hakemin ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranmadığı, ancak daha çok Atiker Konyaspor'u doğradığı maçta, gürültüyü çıkaran taraf Beşiktaş oldu...
Özellikle de Şenol Güneş...
“Türk futbolunun aydın yüzü” diye insanların gözüne sokulan, ancak yaptığı eylemlerle bu unvanı hiç hak etmeyen Şenol Güneş ve Beşiktaş'ı su almaya devam ediyor...
Beşiktaş'ın iç sorunu, elbette bizi ilgilendirmez...
Beşiktaş'ı yönetenler, Hocalarının bu agresif, bu saldırgan, bu ipe sapa gelmez tavırlarına sessiz kalmayacaklardır...
Hele de maçtan sonra meslektaşı Mehmet Özdilek'e, basın toplantısında da bu anlamda kendisine soru soran meslektaşımıza takındığı tavır, doğru bir tavır değildi...
Özellikle Mehmet Özdilek'in kolundan tutup, “hadi ne duruyorsun git hakeme birlikte sevinin” diyerek, Mehmet Hocayı yaka paça maçın hakemi Alper Ulusoy'a doğru itelemek, nasıl bir ruh halidir?
Belliki, Şenol Hoca dağılmış, psikolojisi iyi değil...
xxx
Taze bir örnek...
Maçtan bir gün önce...
Perşembe günü Bahattin Güneş'i, yani Şenol Güneş'in aynı anadan, ayna babadan kardeşi olan, Atiker Konyaspor'da da kaptanlık yapmış, iyi de arkadaşım olan Bahattin Güneş'i aradım...
“Özürlü bir kardeşimiz gelecek, bir imzalı forma istiyor, bu çocuğu sevindireceğiz, onun için de ağabeyini bir ara, bize yardımcı olsun” dedim...
Sanki Bahattin Güneş'ten evinin tapusunu istedim...
Nasırına basılmış gibi ciyak ciyak bağırarak, “aman aman ben onu arayamam, sağı solu belli olmaz” diyerek, bu isteğimizi geri çevirdi...
Sorun Bahattin Güneş'e...
Aksini söylerse, Konyalı deyimiyle “gözüm kör olsun!”
Telefon kayıtlarında var...
Artı, ben Şenol'un Güneş'in Trabzon'un Sotka ya da Hızırbey mahallesinde doğduğu eve gitmiş, hasta yatağındaki babası Hamit Osman amca ile muhterem annesi Fadime teyzenin ellerini öpmüş insanım...
İşkembeden atmıyorum...
Az çok tanıyorum aileyi...
Şimdi, kardeşinin bile aramaya çekindiği Şenol Güneş'in özeleştiri yapması gerekmez mi?
Tahammülsüzlüğünün, agresifliğinin, insanları azarlamasının ve hoşgörüsüzlüğün altında mutlaka yatan bir neden vardır...
İhtiras olabilir mi?
Yani, aşırı başarılı olma isteği...
Bir düşünür, “ihtiras, doymak bilmeyen bir canavar” dır demiş...
Yabana atılacak bir söz değil...
Evet...
Şenol Hoca, kaybetmenin verdiği hezeyanlarla, daha da saldırganlaşacak, daha kırıcı olacak ve hızla da kan kaybetmeye devam edecek...
Bundan da en büyük zararı Beşiktaş görecek.
xxx
SOYAĞACI MESELESİ
İnternette rastladım...
Afrikalı bir turist, soyağacı meselesine takılmış...
Çalışmış çabalamış, yememiş içmemiş, gecenin bir yarısında da olsa, sisteme girmiş!
İlginçtir, yedi göbek Çorumlu çıkmış...
Siyah derili, beyaz dişli kardeşimiz öyle diyor...
Yalan söyleyecek hali yok...
Mizansen de olsa, bende bir çağrışım yaptı bu...
Bugünlerde 7'den 77'ye hepimizde bir “soyağacı” merakı başladı...
Milletçe soyumuzu sopumuzu arıyor, atalarımızın buralara nerelerden geldiğini öğrenmeye çalışıyoruz...
Hem de deli gibi...
Soyağacının dalları ve yaprakları arasında kaybolmuş, ceddimizi arıyoruz...
Ceddimizi arama merakı beni hayretler içinde bıraktı...
Neyi arıyoruz?
Soyumuzu sopumuzu!
Sormazlar mı adama, “ülen, bir mahalle ötede oturan amcanı kaç kere aradın da, amcanın dedesinin dedesini bulmaya çalışıyorsun?” diye...
Önce karşı apartmanda oturan emmioğlunu ara!
Diyorsun ki, “gerek yok, o cepte, ya düğünde ya cenazede karşılaşırız kendisiyle”...
En yakınlarımızı aramayı bulmayı ıskalıyoruz, yerin yedi kat dibindeki atalarımızı arıyoruz...
Diyelim ki, bulduk...
Başımız göğe mi erecek?
Anıt mezar mı yaptıracağız?
Sahi bulunca ne yapacağız?
xxx
Diyeceksiniz ki, sen bakmadın mı?
Vallahi bakmadım...
Ama, Emre'den gördüm...
Rahmetli dedemden ve amcamdan bildiğim şeyler...
1800'lerin ortalarından bugüne gelinmiş...
Daha önceleri, yani 1600'ler, 1700'ler yok...
Dolayısıyla benim için bir şey ifade etmiyor bu soyağacı meselesi.