Şu doğduğun Rebi’ül-Evvel ayında Sana hitap etmeye devam ediyoruz Ey Nur Nebi!
İnsanlığın şaşmaz pusulası, yol ve yön göstericisi Sen’din.
Sen ki, herkes yüce Yaratıcıyı tanısın, kimse isyan etmesin, kimse ateşte yanmasın, cehenneme düşmesin diye ne mücâdeleler ettin! Tahammülü zor eziyetlere katlandın. Yine de dâvandan asla vaz geçmedin. İnsanları uyardın, ikaz ettin, yeri geldi nasihat ettin. Daha olmadı dua dua yalvaran içli yakarışlar yaptın. Sabahlara kadar yaşlı gözlerle secdeden kalkmadın. Hatta sevgili Hümeyra’n; ‘Sen’in dünya değiştirdiğini’ sandı. Yaşadığın sürece ümmetine hep kol kanat gerdin…
Bu ne ulvî gidişti Ya Nebî! Seni okuduk, öğrendik inan hayâtına hayran kaldık.
Sen ki, yaşadığın devrin onca olumsuzluğuna rağmen üstünlerin hukûkunu değil her dâim Hakk’ın hukûkunu hâkim kıldın. Eğer ‘kâinat bu prensiplerle idâre edilirse gerçek huzur temin edilir’, dedin. Evet, bugün dahi biz buna ne kadar muhtâcız?
Sen ki, senelerdir küfür bataklığında debelenen, her sıkıntılı durumda putlara yönelen şirke bulaşmış bir topluğu devamlı ‘Tevhid’ hakikatlerine çağırdın, yılmadın, bıkmadın ama artık; ‘bu devran böyle devam edemez’, dedin. Medineli Ensar ve muhacirlerinle bir kutlu ‘fetih seferi’ne çıktın asla korkmadın. Hicretin 8.senesinde artık olgunlaşan şartlar Mekke’nin imanla tanışması vaktinin geldiğini muştuluyordu. Bütün hazırlıklar tamamdı. Kutlu sefere çıkıldı.
Sen ki, Ramazan ayının ilk günlerinde on bin kişilik muazzam ordunla Mekke’nin hâkim tepelerini tutmaktan çekinmedin. Sanki gökteki yıldızlar âdeta ashâbının eline verilmiş meşale gibiydi. Hakikatte de tepelerde kandil kandil ateşler yakıldı. “Nurdan bir ırmak gibi akıp gelen Peygamber ordusu, Mekke’ye inen tepeler üzerine kondu.” (Necip Fazıl KISAKÜREK, Çöle İnen Nur, İst, 1990, s.418) Sabah vakti İslam ordusu bir çağlayan gibi “Allâhu Ekber” nidâlarıyla Mekke’ye aktı. Ve bir mübârek fetih gerçekleşti.
Sen ki, muhteşem bir fethi gerçekleştirmene rağmen devenin üzerinde en mütevâzî bir halde iki büklüm girdin kutsal beldeye. Kureyşlilere hitâben: “… Bugün sizin için kınama yoktur! Allah (c.c) sizi affetsin. O merhamet edenlerin en merhametlisidir.” (Yusuf, 92) Âyetini okuyarak; ‘Bugün merhamet günüdür… Bugün Mekke’ye ve Kâbe’ye saygının zirveye çıktığı gündür.. Gidiniz sizler serbestsiniz.’ Buyurdun. (İbn-i Sa’d Ebû Abdillâh Muhammed el-Basrî, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, 1978, II, 142) Sen’in ne muhteşem ölçülerin vardı Yâ Nebi!
Sen ki, olmazları oldurdun Efendim. İnsanları şirk bataklığından kurtardın. Zihinlere vahdeti, yüreklere küfrün yerine imânı yerleştirdin. Sen’in devrinde ‘câhiliye devri’ ‘medeniyet devri’ne döndü. Zulüm yerine adâlet, kin ve nefret yerine sevgi ve kardeşlik, husûmet ve kavga yerine barış ve huzur tesis edildi. Sen’inle mükemmel bir sistem kuruldu. Bu sistem ilâhî kökenli idi. Yanlışlıklar, sapkınlıklar, kötülükler orada barınamazdı. Bu sistemde ancak en faziletli kâideler uygulanırdı. Bu devir bir “asrı saadet” devriydi.
Sen ki, Cenâb-ı Hakk’ın Esmâül-Hüsnâ’larının en iyi tecellisiydin. Allah Celle ve Âlâ en kutsi muhabbeti, en derin tefekkürü, en güzel haşyeti, en büyük mârifeti Sen’de gördü ve kendi isminin yanına Sen’in ismini tercih etti. Bu ölçüde Sen’i geçen olmadı.
Ashâbı kirâmdan Ebû Sâîd el-Hudrî (r. a)’den rivâyet edildiğine göre Resûlî Ekrem sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur; “Cebrâil aleyhisselam bana geldi ve; ‘Ey Allâh’ın Resûlü! Benim de Rabb’im, senin de Rabb’in olan Allah sana; ‘Zikrini nasıl yücelttiğimi biliyor musun?’ diye soruyor.’ dedi. Ben de cevâben; ‘Allah daha iyi bilir’ dedim. Cebrâil aleyhisselam, Allah Teâlâ’nın o soruya şöyle cevap verdiğini bildirdi. ‘Benim adım anıldığı zaman senin adın da anılmak sûretiyle zikrini yücelttim.” Buyurdu. (Şifâ-i Şerif Şerhi, Kâdî İyâz, Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir, 2012, İst, s.82)
Bu ne büyük bir değer görüştü….
İyi ki Sana ümmetiz. İyi ki Sen bizim Peygamberimizsin Ey Yüce Resul, ne mutlu bize!